Komisyon tutanakları, hayvan hakları savunucularının isyan belgesi gibi. Doğal olarak konu, İstanbul Adalar’da faytonlarda kullanılması yasaklanan atların akıbetine de geldi.
Umut Erdem’in bilgisine göre, Uluslararası Yaşam Hakkı ve Toplumsal Değerler Derneği Başkanı Mehtap Topçuoğulları Özer, hayatının son 12 yılını adalardaki atları kurtarmak için harcadığını dile getirirken, bu atların bir kısmının yanlış ellere gittiğini ve hayvanların sucuk yapıldığını iddia etti. Özer’in tutanaklara yansıyan isyanı şöyle: “Atlar kurtarıldı. Biz de her şeyin güzel olacağını hesapladık. Umut ettik. Ama biz atları sucuk olsun diye faytonları yasaklatmadık. Bin küsur at, bir meta olarak satın alındı. Biz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden rica ettik; Kızılkaya gibi devasa hayvan toplama kampı, atlar için çok uygundu. ‘Atları lütfen oraya çekelim, biz sahiplendirelim’ dedik, olmadı.”
Hayvan Hakları Savunucusu ve Aktivisti Fırat Ahmet Yıldız da Hatay’da hayvanları sahiplendiğini söyleyen adamın at kasaplığı sabıkası olduğunun sonradan ortaya çıktığını, bu kişiye 100 at verildiğini iddia etti. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Tarım Bakanlığı’nın koordinatörlüğünde, aralarında AK Partili ve MHP’lilerin de bulunduğu belediyelerle, kamu kurumu, üniversite, jokey kulübü ve şahıslara verdiği atlardan bazılarının başına gelenler günlerce kamuoyunu meşgul etmişti.
An itibarıyla, AB üyesi ülkelerden İspanya, Hollanda, Avusturya, Yunanistan, Bulgaristan, Slovenya ve Finlandiya aşı ayrımı yapmadan, Sağlık Bakanlığı’nın dijital aşı kartını kabul edeceğini açıkladı. Ama bu açıklamayla iş bitmiyor. Şimdi bu ülkelerle aşı sertifika anlaşması için girişim başlatıldı. Bu süreç tamamlandıktan sonra, kartlar yurtdışında geçerli olacak. Çünkü sistemin işlemesi zincirin her halkasındaki görevlilerin bilgilendirilmesi gerekiyor.
Basit bir örnekle anlatmak gerekirse, geçtiğimiz günlerde, PCR testi yapılarak gidilen bir Avrupa ülkesinden dönerken, THY’nin görevlileri, dijital aşı kartı olan ve iki doz aşısını yaptırmış Türk vatandaşlarının girişte PCR testi yaptırması gerektiğinde ısrar etti. Yani kendi ülkenize girişte, kendi aşı kartını tanımayan görevliler var. Çünkü ilgili personel, ülkede alınan kararlardan haberdar edilmediği için her bir kişi için 90 Euro’luk testin zorunlu olduğunda ısrar ediyor.
İşin turistik yanını bırakın, eğitim, sağlık ve iş nedeniyle yurtdışına zorunlu çıkmaları gerekenler, ciddi sıkıntılar yaşıyor.
Sonuçta yurda giriş-çıkışlarda, aşı kartlarının otomatik olarak işlem görmesi için tanınması zorunlu.
SANCISI, 9 YIL SÜRDÜ
BUNDAN 9 yıl önce hayvan hakları yasa çalışmasına startı verildiğinde, müjde haberleri yapanlardan biri olarak, teklifin Meclis görüşmelerinin bu kadar sancılı ve uzun geçeceğini hiç beklememiştim. Macera nihayet bitti, bazı eksiklikler olsa da hayvanları korumak için önemli olan düzenleme yasalaştı.
Yasanın yolunu bunca zaman kesenin, “iki keskin uç” olduğunu düşünüyorum. ‘Kurban kesmemiz mi engellenecek?’ ‘taşrada herkes birbirine iftira atar’, ‘yetiştirdiğimiz hayvanlar için ceza mı ödeyeceğiz?’ gibi anlamsız gerekçelerle karşı çıkanlarla, atılan her adımı eksik bulanlar nedeniyle teklif, yıllarca askıda kaldı. Neyse ki; makul çoğunluğun, hayvanların korunması, işkence ve kötü muamele edilmemesi, yaşam şartlarının iyileştirilmesi üzerinden yorumladığı yasa, Meclis’te kabul edildi.
Bu konu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın milletvekilleriyle yaptığı son toplantıda bir kez daha gündeme geldi. TBMM kürsüsünü hangi partilerin ne kadar süre kullandığına ilişkin veriler, iktidar partisi yönetiminin pek hoşuna gitmedi.
Gizem Karakış’ın aktardığına göre, son bir haftalık Meclis Genel Kurul kürsüsünü kullanma oranlarını gören Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, iktidar milletvekillerinin kürsüyü daha etkin kullanmasını istedi. Rakamlara göre, Cumhur İttifakı’nın bir haftalık kürsü kullanımı yüzde 28.97, muhalefetin kullanımı ise yüzde 75.87. Bazı vekiller, tartışmanın uzamaması için az konuştuklarını iddia etti. Cumhurbaşkanı, daha önce de TBMM’de basın toplantısı düzenlenmesi konusunda muhalefetin daha etkin olduğunu söylemiş ve ertesi hafta, AK Parti milletvekilleri basın toplantısı düzenlemek için sıraya girmişti. Bu rakamlar, içtüzük değişikliğini yeniden gündeme getirdi.
YILAN HİKÂYESİ
Meclis çalışmalarının daha verimli olması, tüm kesimlerin görüşlerinin alınarak güçlü yasama faaliyeti yürütülmesi ve toplumun genelinin ihtiyaçlarını karşılayacak ideal düzenlemelere imza atılması için çok önemli olan TBMM İçtüzüğü, yılan hikayesine dönen konulardan biri.
Hemen hemen her başkan döneminde hazırlanmış bir içtüzük taslağı mevcut. TBMM Başkanı Mustafa Şentop da yeni hükümet sistemine göre bir çalışma yapıyor. Ancak bu hazırlıklar, muhalefetin konuşma sürelerinin sınırlandırılması, önerge verme sayısının kısıtlanması gibi konulara gelip takılıyor.
İdeal bir içtüzük yapmak hayal gibi.
AMAN ORMANCI KESMEYİN AĞACI!ÜLKENİN
‘Z Kuşağı’nı anlamak için yapılan çok sayıda araştırma, net olarak şunu ortaya koyuyor: “Gençler, objektif ve açık kriterler arıyor ve kuralların sık sık değişmesine itiraz ediyor. ‘Baş eğmek, boyun eğmek’ gibi kavramlara yabancılar. Siyasi partilerde gördükleri en büyük sorun, tepeden aşağı örgütlenen yapılar. Gençler, bu yapılarda kendilerine özgürce hareket etme olanağı verilmediğini düşünüyor.”
Bu kitlenin ikna edilme güçlüğünü gören AK Parti, özel bir çalışma yaptı. Son MYK toplantısında ‘Z Kuşağı’nın öncelikleri ve taleplerine ilişkin geniş bir araştırma sunuldu. Analizi dinleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, değişimi torunlarından gözlediği ortaya çıktı.
Erdoğan’ın yaptığı değerlendirmede, “Biz bu kesimlere, geleceğe yönelik umut vermeliyiz, vizyon çizmeliyiz. Geçmişe takılıp kalmadan ama geçmişte yaptıklarımızı, devraldığımız ülkeyi de anlatarak, onlarda bir hafıza oluşturmalıyız. Çünkü geçmişi bilmeden geleceği oluşturamayız. Ben torunlarımda bunu görüyorum. Torunlarıma bakıp bu kesimi anlamaya çalışıyorum. Çocuklarımıza sevgiyle yaklaşmalıyız, böyle yaklaşırsak aileye aidiyet duygusu zaten kendiliğinden oluşur” dediği belirtiliyor.
5 milyonu ilk kez oy kullanacak olan genç seçmenin toplamı 13 milyonu buluyor. Yani bu kitle, seçmenlerin neredeyse yüzde 20’sini oluşturuyor.
Siyasetin bugünkü dilinden hoşlanmayan, dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen ve kıyaslama yapma yeteneğine sahip bu dinamik kitle için, yeni şeyler söyleme zamanı...
SABAHATTİN ALİ SESSİZLİĞİEbediyat tutkunlarının hayatına “Kürk Mantolu Madonna” ve “Kuyucaklı Yusuf” kitaplarıyla giren Türkiye’nin en önemli yazarlarından Sabahattin Ali’nin sır perdesi aralanamayan ölümü, yine siyasetin gündemine geldi. Zaman zaman, Sabahattin Ali’yi öldüren derin güçlerin ve devlet istihbaratındaki bilgilerin peşine düşülse de sorular hep yanıtsız kalmıştır. Bu sefer de aynısı oldu.
Umut Erdem
Ancak sonuçta hiçbir katkı sağlanamadığını, tali konularla zaman kaybedildiğini, komisyon kurulmasına neden olan BM’nin İstanbul Sözleşmesi’nden neredeyse hiç söz edilmediğini iddia edenler, karar aşamasına geldi. İşte CHP’li, İYİ Parti’li ve HDP’li üyeler, TBMM Kadına Şiddetin Önlenmesi Komisyonu’ndan bu gerekçelerle çekildiler.
Çekilme kararının ardından yapılan açıklamalarda, “Bizim için bu komisyonun işlevi, kadına yönelik şiddetle mücadeleden ziyade, iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma rezaletini gölgelemektir. Bizleri figüran haline getirme çabası, kendi gündemlerini tatbik etme ve sözleşmeden çıkmayı meşrulaştırmaya dönük bir girişim içerisinde olduklarını görüyoruz” denildi.
Bu gelişmelerin yaşandığı günlerde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına itiraz eden bazı kadın milletvekillerinin organizasyonuyla, bu konuda özel bir toplantı yaptı. Toplantıya katılan STK temsilcisi kadınların tamamı, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının yarattığı olumsuz sonuçları çok net ortaya koydular. Yani sonuçta, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin yaratacağı tahribatı fark eden Cumhurbaşkanlığı ve ilgili bakanlıklar hem eylem planı hem de kadına şiddeti önlemeye yönelik yeni genelgeler hazırlarken, komisyonun AK Partili yönetimi, muhalefeti rahatsız eden ortamın giderilmesini sağlayabilirdi.
Şimdi yapılan çalışma sadece cumhur ittifakını yansıtacak.
Bakalım hazırlanacak rapor eleştirileri haksız çıkarabilecek mi?
MASKESİZ ÇIKMAM ABİ!Pandemi maskeyi, cep telefonlarından bile önemli bir parçamız haline getirdiğinde, bu ilişkinin bu kadar uzun süreceğini hiç kimse tahmin etmedi. Delta gibi yeni mutasyonlar olduğu sürece özellikle kalabalık ortamlarda maskeden kurtuluş pek yakın gibi durmuyor.
Kıyafetin tamamlayıcı aksesuvarı küpeler gibi çeşit çeşit, renk renk üretilen maskelerin hayatımızdaki tek işlevi bizi koronavirüsten kurtarmak değil. Bilimsel olarak ortaya çıktı ki; son bir yıl içerisinde grip gibi bulaşıcı hastalıklarda çok belirgin bir azalma görüldü. İşte bu durum, son iki hafta içerisinde değişmeye başladı.
Meltem Özgenç
Bu ifade, TBMM Kadına Şiddeti Araştırma Komisyonu toplantısında gündeme geldiğinde, yakın siyasi tarihte kamplarda kalan insanların psikolojik sorunlarını anlatan ‘toplama kampı sendromu’na atıf yapıldığını anladık. Ayrıca Türk psikiyatr Serol Teber’in baskıcı toplum anlayışını anlatan “toplama kampı sendromu-ruhların ölümü” adını taşıyan bir kitabı olduğunu da belirtelim.
Umut Erdem’in aktardığına göre, işte bu ilginç benzetme, komisyon toplantısına katılan Çukurova Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma Merkezi Kurucu Başkanı Prof. Dr. Nevin Gaye Erbatur tarafından yapıldı. Erbatur, konunun psikolojik ve sosyolojik sonuçlarını çok net anlatıyor: “Aile içi şiddette kadın korku içindedir, söylemek istediklerini rahatça ifade edemez, durumu daha da kötüleştirmemek için sürekli olarak tetiktedir. Erkek ise bütün tartışmalarda kazanan taraftır. Şimdi, şunu sorabilirsiniz: ‘Eğer bu kadar kötüyse kadın neden bu adamı bırakmıyor?’ Bırakmıyor çünkü onu koruyacak bir sistem yok. Bırakamıyor çünkü çocuklarına kıyamıyor. ‘Benden ayrılırsan seni öldürürüm’ olayı sürekli tekrar ediyor. Kadınların gidecek bir yeri yok, ailesi kabul etmiyor, uğradığı şiddetten dolayı ruh sağlığı bozuluyor. Bilimsel araştırmalar, şiddet gören kadın semptomlarının, Nazilerin toplama kampındaki işkence mağdurlarının gördüğü semptomlarla aynı olduğunu gösteriyor. Sistematik işkence kadının kendine güvenini yok ediyor, terk edemiyor. Hayat kayıplarına kadar gidiyor.”
Sonuç; sadece ruhlar veya beden ölmüyor, insanlık da ölüyor.
ORGANİZASYON BİLKENT’İN İŞİPANDEMİDE online eğitim sancılarının yaşandığı dönemde, tüm üniversitelerden önce pozisyon alan, gerekli şartları hemen belirleyen, hatta velileri ve öğrencileri bunaltan kurallar açıklayan ilk üniversite Bilkent oldu.
O zaman abartılı bulunan bu kurallar bütününün, öğrencilere ne kadar faydası olduğu sonradan görüldü. Neyse ki üniversite yönetimi, gereksiz bazı kararlarını gelen tepkiler üzerine revize etmeyi de becerdi. Online sınavlar için evlere gönderilen “dikiz aynaları” birer espri ve pandemi anısı olarak yerini aldı.
Bütün bu pandemi kaosunun ardından son sınıflar için mezuniyet aşamasına gelindi. Üniversite 1700’den fazla öğrencisini bu yıl mezun ederken, 8 ayrı diploma töreni organizasyonuyla, mezunlarını kep giyme anısından mahrum bırakmadı. Bilkent Senfoni Orkestrası eşliğinde, esprili, göz yaşlı, heyecanlı törenler yapıldı. Tüm ögrencilere PCR testi yapılarak, tüm velilerin HES kodu alınarak, sınırlı davetli çağırıp, gayet kontrollü ve kurallara uygun törenler yapmayı da başardılar.
1700 mezun öğrenciye, 8 ayrı törende hızlı PCR testi yapıldığının da altını özellikle çizmek istiyoruz. Bunda üniversitenin Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi’nde geçtiğimiz aralık ayında üretilen ilk Türk testinin rolünü de atlamayalım. 10 saniyede yüzde 99 güvenilirlikle nanoteknoloji temelli tanı sistemi sayesinde mezunlara güvenli bir mezuniyet töreni hediye edildi.
Temkinli bilim insanları, daha dikkatli ve yavaş adımlarla gitmemiz gerektiğini söylerken, halkın psikolojisinin de pek farklı olmadığı ortaya çıktı.
Haziran ayında yapılan araştırmalar, halkın dışarıdan taşınacak yeni tip virüsten korktuğunu ortaya koydu. NC Şirketi tarafından yapılan araştırmada, “Turizm sezonunun canlanması vaka sayılarını nasıl etkiler?” sorusuna katılımcıların yüzde 79’u vakaların artacağı, yüzde 12’si ise değişen bir şey olmayacağı şeklinde yanıt verdi. Vatandaşlar, tatil tercihi olarak kalabalık bölgelerden uzak durulması gerektiğine inanıyor.
Araştırmaya katılan vatandaşların büyük çoğunluğu ülkemize turist olan gelen yabancılara testin zorunlu olması gerektiğini düşünüyor. Katılımcıların yüzde 82’si ‘Kesinlikle test yapılmalı’ diyor. Yüzde 14 ise vaka sayısı Türkiye’den fazla olan ülkelerin turistlerine test yapılması gerektiğini dile getiriyor.
LOKANTA VE KAFELER AÇIK KALSIN DİYENLER
Araştırma ortaya koydu ki; vatandaş, dışarıdan taşıma olmadığı sürece sorunun içerde daha kolay yönetilebileceğine inanıyor. Çünkü araştırmaya katılanların büyük çoğunluğu denetim ve kontrol olduğu sürece lokanta ve kafelerin açık olmasını doğru buluyor. Bu oran yüzde 64’e ulaşıyor. Sokağa çıkma yasağının tamamen kaldırılmasına isteyenlerle, karşı çıkanlar neredeyse eşit.
Araştırma, her 4 kişiden 1’inin aşı olmak konusunda kararsız olduğunu da ortaya koydu. Bu da genel olarak aşı seyrindeki tabloyla örtüşüyor.
Artık, ‘mesajını ver, beğen ve paylaş’ anlayışının yetersiz olduğu, özellikle siyasiler için yapılan yorumların, iyi analiz edilmesi gerektiği biliniyor. Öğrendik ki; AK Parti’de bir süre önce kurulan Bilim ve İletişim Teknolojileri Başkanlığı, buradaki açığı fark etmiş. Sosyal medyada propaganda yapmanın değil, bu mecralara gelen tepki ve şikâyetleri iyi analiz etmenin gerektiğine kafa yorulmaya başlanmış. Partinin son MYK toplantısında yapılan sunumda mesajlara yapılan yorumlara tepki vermek yerine, sosyolojik olarak nasıl sonuç çıkarmak gerektiği anlatılmış.
Buna, “doğru duygu analizi” adı veriliyor. Yani parti, iletişim dili, sosyal medya kullanımı, bunlara yanıt yazan vatandaşların duygu analizlerinin doğru yapılması gibi konularda çalışma yapacak. Önce vatandaşın önceliklerini öğrenmek için veri toplanacak, bu veriler analiz edilecek ve ardından, politika geliştirilecek. Gelen eleştiri ve tepkileri toptan reddetmek yerine, doğru analiz ederek, hızla ilgililerine ulaştırmak konusunda, yeni önerilerin ortaya konulduğunu biliyoruz. Bu yeni çalışma, sadece parti yöneticilerinin değil, milletvekillerinin sosyal hesaplarını da kapsıyor. Bu, yanlış paylaşımlardan hızla vazgeçmek, sorun olan alana hızla müdahale etmek gibi sonuçlar doğuracak. Anlaşılan parti, sosyal medyayı, daha profesyonel bir yaklaşımla ele almayı amaçlıyor. Umarız bu mantıklı çalışma, eski alışkanlıklara yenik düşmez.
HERGELE MEYDANI’NIN RUHLARITARİHİ Ulus Hergele Meydanı’nda yapılan yenileme çalışmaları sırasında vinçlere takılan kemikler, geçtiğimiz mart ayında büyük bir tartışmanın başlamasına neden oldu. Ankara Kalesi, Tarihi İş Bankası ve Ziraat Bankası Binası, Eski Meclis binasından sonra bölgenin diğer önemli yeri olan Hergele Meydanı’na vurulan kazma, burada eskiden Ermeni ve Katolik Mezarlığı ve bir de şapel bulunduğu iddialarını gündeme getirdi. Umut Erdem’in aktardığına göre, CHP ve HDP milletvekillerinin soru önergesi ile TBMM gündemine taşıdığı bu konu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın mesaisine neden oldu. Ortaya çıktı ki; Ankara Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, tarihi Ulus Hergele Meydanı bölgesinin eski tarihi dokusuna kavuşturulması amacıyla yapılan çalışmalarda bulunan kemikleri, alandaki mezarlık hüviyetinin bozulduğu gerekçesiyle başka bir yere defnetti. Ve tabii, defin işlemleri yapıldıktan sonra da inşaat çalışmalarına devam edildi.
Bakan Murat Kurum’un verdiği bilgiye göre, kemik kalıntıları Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nce incelendi. Alınan kararla, alanın mezarlık hüviyetinin kaybolduğu, söz konusu alanda şapel izlerine rastlanmadığı, taşınmaz kütüklerinde mezarlık varlığına ilişkin bilgi bulunmadığı ifade edildi. Sonuç olarak, Ankara’nın tarihi ruhları, sessiz sedasız başka bir yere defnedildi. Tarihi bölgedeki bu kemiklerin defin alanının özel olarak seçildiğini ve ilerde yapılacak çalışmalarda kullanılabileceğini umuyoruz. Bakanlığın yanıtında buna ilişkin ipucu olmasa da...