CHP Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Lale Karabıyık, partisinin eğitim raporunu açıklarken, YÖK’ün güncel rakamlarından yararlanarak, bir fotoğraf koydu ortaya. 2002 yılında sayıları 22 olan Vakıf Yüksek Öğretim Kurumları’nın bugün 77’ye çıktığını, büyük bölümünün ticarethane gibi çalıştığı belirtildi. Rapora göre, yıllık eğitim ücretleri 25 bin TL ile 185 bin TL arasında değişen bu üniversiteler, AR-GE çalışmalarına yılda 39 bin lira ayırırken, reklam giderleri için 1 milyon 67 bin lira harcıyor. Yani öğrenciye müşteri gibi bakan bir yaklaşım söz konusu. Rapor, üniversiteye giriş sistemiyle bunaltılan ve mutsuz edilen gençlerden, LGS sonuçlarının eğitimdeki fırsat eşitsizliğini ortadan kaldırdığına kadar birçok başlık içeriyor.
MEB’e gelince... Eylülde okulların yüz yüze eğitim vermeye hazırlandığı dönemde, bakanlığın bağışlarla eksiklerini gidermeye çalıştığı ifade edilen raporda, bakanlığa acilen ek bütçe verilmesi gerektiği saptaması yapıldı. CHP’nin eğitimi raporunda, bakanlığın mevcut bütçesini bile kullanamadığı, tasarrufa zorlandığı öne sürülüyor.
Şimdi bu sorunlara çözüm bulması gereken yeni bir bakan var. Söz savunmanın...
BU DA ÇÖP TRAFİĞİHAYAT çok tuhaf. Bir taraftan doğal afetlerle, sel ve yangınlarla boğuşurken, “Türkiye Avrupa’nın çöplüğü değildir. Kimsenin çöpünü istemiyoruz” diye çevreci kampanyaları yapılırken, diğer taraftan plastik sanayicileri, Ticaret Bakanlığı’nın atık ithaline getirdiği yasağı engellemek için kulis yaptı.
Kulis faaliyeti sadece siyasetin konusu değil. Geçtiğimiz haftalarda Ankara’da bakanlıklar ve bürokratlar arasında ilginç bir trafik yaşandı. “Atık ithalatına getiren yasağı daraltın, yoksa üretim yapamayacağız” diyen bir grup, bakanlık bakanlık dolaştı.
Aysel Alp’in araştırmasına göre, Türkiye, yıllarca 657 bin ton plastik atık ithalatıyla AB’nin kirli ve karışık plastik atıklarını en çok ihraç ettiği ülkelerin başında yer aldı. Ticaret Bakanlığı, geçtiğimiz aylarda bazı atıkların ithalatına yasak getirdi. Ancak plastik sanayicileri, söz konusu ithal atığın geri dönüşümüyle tekstil, otomotiv, beyaz eşya, ambalaj, tarım ve inşaat gibi 30’dan fazla sektörde ham madde olarak kullanıldığına dikkat çekerek, yasağa itiraz etti.
Bundan sonra yoğun bir kulis faaliyeti başladı. Sanayiciler, “
Orman yangınları nedeniyle yoğun gündemde pek yer bulmayan bu çalışmanın ayrıntıları oldukça ilginç. Daha önce bazı başlıklarını paylaştığımız yeni taslağın, bu kez Anayasa’nın parti kapatmalarını düzenleyen 68’inci maddesinden söz edeceğiz. Öğrendiğimize göre, oluşturulan bilim kurulu tarafından bölüm bölüm masaya yatırılan taslak metinle, “Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez” hükmü yeniden kaleme alınıyor.
Çalışmada, “milli egemenliğe ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı hareket etmeleri” kapatma gerekçeleri arasından çıkartılıyor. Bunun yerine siyasi partilerin terör ve terör örgütleriyle ilişkileri kapatma gerekçesi olarak tanımlanıyor. Bu aşamada, terör nedeniyle kapatılmasına ilişkin yargı süreçlerinin tamamlanması ve kapatma karanının TBMM’nin onayına sunulması gibi ayrıntılar tartışılıyor.
Bütün bu çalışmanın bir de MHP ayağı var. MHP, AK Parti’nin kendi çalışmasının bazı maddelerini olduğu gibi kabul etmeyecek. Ortak bir çalışma aşamasına gelindiğinde bu önerilerin nereye evrildiğini birlikte göreceğiz. Bilenen tek şey, bu çalışmanın daha çok su kaldıracağı.
DOĞA, 2040’I BEKLEMEDİSIRA DIŞI iklim olaylarının “yeni normal” olacağı, yağışlar betonu aşamadığı için şehir sellerinin yaşanacağı, 2040 yılına gelindiğinde kontrolsüz yangınlar, seller ve aşırı sıcaklar yaşanacağına dair rapor, gerçek oldu. Hem de 20 yıl beklemeden.
Bülent Sarıoğlu’nun aktardığına göre, TBMM Küresel İklim Değişikliğini Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı rapor, tam da bugün yaşadıklarımızı anlatıyor. Bir kez daha dikkat çekmekte fayda var;
“2040 yılına kadar Türkiye genelinde sıcaklıklar artacak. Sıcaklık artışı, 2071-2099 arasında Güneydoğu Anadolu’da 5 dereceye, diğer bölgelerde 2 ila 3 dereceye yaklaşacak. Türkiye’nin yağış rejimi değişecek. Sonbahar yağışlarındaki azalma yüzde 30’ları bulacak. Marmara, Batı Karadeniz ve Meriç-Ergene dışında tüm havzalarda yağışlar yüzde 40 azalacak. Betonlaşmanın yoğun olduğu şehir merkezlerinde, şehir selleri artacak. 20 yıl sonra sulamada su kıtlığı çekilecek. 20 yıl boyunca, şiddeti, süresi ve frekansında tırmanış olan hava olayları ve meteorolojik afetler artacak. Kum ve toz fırtınalarının etki alanları artacak.”
Tablo vahim. Sadece yaşanacak sorunların sıralamasıyla kalınmadı. Neler yapılması gerektiği de çok net ortaya konuldu: “Su yönetimi için kanun çıkartılmalı. Atık suların yeniden kullanımı sağlanmalı. Yeraltı sularının kullanım anlayışı değişmeli. Taşkın Kanunu yenilenerek riskler azaltılmalı. Yasalar, iklim değişikliğine göre revize edilmeli.
Aşı kapsamı dışında olan yüzde 10 hariç tutulursa, toplum yüzde 5 aşı karşıtı, yüzde 45 aşıya inananlar, yüzde 40 aşı duyarsızlarından oluşuyor. Burası çok önemli. Çünkü, aşı duyarsızlığı bir süreden beri aşı karşıtlığına evrilmeye başladı.
Uzmanlar, bu yüzde 40’lık kitlenin iyi okunması gerektiğini söylüyor. Bu toplulukta, Doğu ve Güneydoğu bölgesi insanları ile aşırı muhafazakâr çoğunlukta. “Çip takıyorlar, kısırlaştırıyorlar” gibi akla ziyan iddiaların yanı sıra, yaşadıkları bölgelerde “bilgisiz yönlendiricilerin” etkisinde kalıyorlar.
Şimdi, bu kitleye ulaşmak için kullanılması gereken argümanlar tartışılıyor. Örneğin aşı kampanyasında kullanılan, yazar, çizer, oyuncu ve komedyenlerin aşıya direnç gösteren bu toplulukta karşılığı olmadığı belirtiliyor. Yani Şener Şen ve Cem Yılmaz gibi değerli oyuncu ve komedyenlerinin yardımıyla, eğitim düzeyi düşük bu kişilere ulaşılamayacağı öne sürülüyor.
Bu kişilere ancak yerel kimliklerle veya onların dilinden konuşan isimlerle ulaşılabileceği anlatılıyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ‘mele’ diye adlandırılan din adamlarının kullanılması gibi, o bölgenin sözü dinlenen, sevilen isimlerinden yardım alınması gerektiği dile getiriliyor.
Bütün bunlar için geç kalınmış gibi görense de zararın neresinden dönülürse kardır. Şimdi farklı bir yaklaşımla, kışın kapalı mekanlara girilene kadar aşı olmayanların sayısı azaltılabilir. Ondan sonrası, aşı olanların lehine pozitif ayrımcılık yapmaktır. Aşı olmayana da ‘sınırlandırılmış hayatı’ kabul etmek düşer.
CAN YAKAN YANGIN HİKÂYELERİORMAN yangınlarıyla mücadelede sessiz sedasız çalışan uzman kadronun anlattıkları, olayın boyutunu görmek açısından çok önemli. 35 yılını ormanla iç içe geçiren uzman isimlerin bakanlara verdikleri bilgiler dikkat çekici. Öncelikle şunu belirtelim, temmuz ve ağustos aylarında öngörülen sıcaklık ve düşük nem nedeniyle, güçlü orman yangınlarının beklendiği de önceden bildiriliyor.
Son toplantılarda verilen bilgiye göre, nem oranı o kadar düşük ki, 10’un altına düşmesi ormancılar açısından felaket olarak nitelendiriliyor. Bir kozalak patlaması, yanan bir hayvanın can havliyle yer değiştirmesi, yangının 2 kilometre öteye taşınmasına neden olabiliyor. Bazen helikopterlerin hava akımı bile yangını taşıyabiliyor. Müdahale edilemediği için Rusya’da iki aydan beri yanan ormanlar olduğu ve kendi kendine sönmesi için bıraktığı da aktarılıyor.
Bu bilgiler,
Tam bu noktada, bu konunun farklı bir boyutuyla ilgili Ankara kulislerinde dolaşan istihbarat bilgilerini aktarmakta yarar var. Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nın güvenliği konusunda üstleneceği rol ve ABD ile bu konuda yapılan pazarlıkların yoğunlaştığı sıralarda, İran sınırındaki hareketliliği farklı yorumlayanlar var. Devlete ulaştırılan istihbarata göre, bu hareketlilikte İran’ın payı bulunuyor. İddiaya göre İran, Türkiye’nin Kabil’de aktif rol üstlenmesini istemediği için Afganlı mültecileri sınıra taşıdı. Henüz kontrol altına alınmayan 20 nokta bulunduğu, bu noktalara mültecilerin taşındığı öne sürülüyor. Yani göç dalgası olmadığı, böyle bir durum varmış gibi İran istihbaratının yaptığı bir operasyon olduğu öne sürülüyor. Halen Türkiye-İran sınırının 200 kilometrelik bölümünde duvar çalışması yok ve coğrafya zorlu.
Hızlanan mülteci hareketliliğinin, ince bir siyasi oyun olduğuna dair yorumlar yapılıyor. Tabii bu bir oyunsa bile Afganlı mültecilerin sınıra dayandığı ve Türkiye sınırları içerisindeki geri gönderme merkezlerine alındığı gerçeğini değiştirmiyor. Suriyeli mültecilerin gelişlerinde de aynı yolun izlendiği hesaba katılırsa, iade edilemeyenlerin mülteci veya sığınmacı adı altında ülke içine geçişine izin verildiğini biliyoruz.
Suriye’den ilk mülteci akını yaşandığında Türkiye’nin bunlara bakabilme kapasitesi 100 bin olarak açıklanmıştı. “Bir fazlasına izin vermemeliyiz” diyen raporları hatırlıyoruz. Bugünkü Suriyeli mülteci rakamı 4 milyona dayandı. Sonuçta, bu bir dış politika oyunu da olsa, ortada ödenecek bir fatura var.
Yakın geçmişten örnek alınsa bari...
ANAYASALI KAMPANYA
Siyaset, önümüzdeki günlerde seçimin ne zaman yapılacağını tartışmaya devam edecek. İktidar Partisi seçimin zamanında yapılacağını söylese bile alternatif tarihlere ilişkin iddialar yazılıp-çizilecek. Hoş, hiçbir iktidar partisi, aksini planlasa bile elini açık etmez.
Buradan yola çıkarak, konuyu yeni anayasa çalışmalarına getireceğim ama farklı bir açıyla. Biliyoruz ki, yeni anayasa çalışmaları sadece Cumhurbaşkanlığı ekibinin faaliyeti olmaktan çıkarıldı. Genel merkez ve grup yönetimi, hatta duayen eski siyasiler de buna dahil edildi. Taslakta, hükümetin güvenoyu alması, bakanlara gensoru verilmesi, sözlü sorulara geri dönülmesi, parti kapatmaların zorlaştırılması gibi yeni maddeler var. Yargı bölümleri ve Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri ise henüz masaya yatırılmadı.
Plana göre, yeni anayasa metni, seçimlerde bir kampanya malzemesi yapılacak. Yani AK Parti, yeni anayasanın önemli başlıklarını, seçim kampanyası vaadi olarak halka sunacak.
Meclis’te tüm koronavirüs önlemleri alınmış olmasına karşın seçim bölgeleri, toplantılar ve kalabalık mekanlar milletvekillerini açık hedef haline getirdi. TBMM tatile girmeden önce testi pozitif çıkan ve hastalığa yakalanan milletvekili sayısı 200’ü aştı. Çoğu AK Parti milletvekili. Bu rakam, Meclis’in üçte birini oluşturuyor ve iki kez hastalığa yakalanan milletvekilleri olduğunu biliyoruz. Ancak AK Partili Ünal, üçüncü doz aşıdan sonra testi pozitif çıkan ilk milletvekili oldu. Sağlık durumu iyi olan ancak testi pozitif çıktığı için evde tecritte bulunan 67 yaşındaki milletvekilinin arayanlara, rahatsızlığı olmadığını anlattığını öğrendik.
Şimdi seçim bölgelerine ve tatile giden milletvekillerinin hastalanmamayı başarmak, seçim bölgelerinde aşı duyarsızlığına önlemek için çalışmalara katılmak gibi görevleri var. Çünkü 1 Ekim’de Meclis açıldığında yeni kurallar onları bekliyor olacak.
Aşısız seçmenin Meclis’e alınmaması da bunlardan biri.
METROSUZ KENTİN, HAYALET OYUNCAKLARI
MECLİS, başkentin tam ortasındadır ama Ankara’nın sorunlarının en az konuşulduğu yerdir. Ankara milletvekilleri, güçlü ve baskın protokol sıralamasında kendilerine pek yer bulamazlar. Son gündem dışı konuşmalardan biri, başkentin sorunlarıyla ilgiliydi.
CHP Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya, başkentin neden havaalanına kadar giden bir metrosunun olmadığından girdi, ANKAPARK’a yatırılan ve atıl duran milyonlarca dolarlık oyuncaktan çıktı. Aslında ilgisiz gibi görünen konuları kâr-zarar açısından bağladı birbirine.
Düşünün, şehrin en kıymetli yerinde 750 milyon dolar harcayarak yapılan ANKAPARK, bir yatırım garabeti. Her biri kullanma süreleri geçmiş hayali oyuncaklar, yakında hurda vasfı kazanacak elektronik cihazlar, hepsi metal yığını halinde bekliyor. Yıldırım Kaya, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin 750 milyon doların akıbetini sormak için mahkemeye gittiğini, mahkemenin şimdiye kadar ilave 111 milyon 210 bin liralık zararın saptandığını, eğlence parkının her gün 1 milyon lira zarar etmeye devam ettiğini anlattı.
“Ağlayan, çaresiz, çocuk bakan, çalışmayan” kadın imajının yaygın olduğu diziler sorunu, siyasetin de konusu oldu. TBMM Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu, geçen haftalarda televizyon kanallarının yöneticilerini dinlerken yapılan saptamalar, dizilerde güçlü, hayata her koşulda tutunan, rol model karakterlerin yeterince kullanılmadığını gösterdi.
Umut Erdem’in aktardığına göre, komisyona katılanlar bu yönde dizi ve içerikler üretilmesi konusunda hemfikir olmalarına karşın, bazı başarılı örnekler dışında pek de bir şey sunamadılar. Yapılan değerlendirmelerde, kadına ilişkin tek tipleşmelerden bağımsız, farklı kadın tercihlerini yansıtacak şekilde kadın temsilleri oluşturulmak istendiği anlatıldı. Değişik kadın profilleri oluşturulması, “göçmen kadın, beyaz yakalı kadın, evlat edinmiş kadın, üretici kadın, engelli kadın” gibi farklı örneklere yer verilmesi gerektiğine vurgu yapıldı.
Komisyonda, dizi içerikleri üretilirken, kadınların daha çok pasif, yanlışı eleştirmeyen, kolay etkilenen, entrikacı, dedikoducu tipler olarak sunulduğu, negatif kadın karakterlerine daha fazla yer verildiği de dile getirildi. Son dönemin, erkeği merkeze koyan, algı oluşturma amaçlı, ülke gerçeklerinden kopuk dizileri de eleştirilerden nasibini aldı.
Tüm anlatılanlar, olayın güçlü sponsorlar ve yüksek reytinge gelip dayandığını gösterdi.
Bağımsız ve güçlü kadın ve erkek karakterler yaratmak ise bu ikisinin arasına sıkıştı kaldı.
ÇOCUKLUKTA KALAN BAYRAM ŞİİRİTBMM’de özel günlere ilişkin konuşma yapmak adettendir. Tatilden hemen önce Kurban Bayramı nedeniyle söz alan AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç, çocukluğundan kalan şu şiirle, salondakilerin bayramını kutladı: “Gitsin tasamız, gamımız/Gönlümüze verdi sefa/ Gösterelim, biz de vefa/ Yılda gelir, iki defa/ İşte geldi, bayramımız... /Gitsin tasamız, gamımız/Sevinin ve sevindirin/Sevgiyi gönle indirin/Dostluk bahçesine girin/İşte geldi, bayramımız.../Gitsin tasamız, gamımız/Sevgi, saygı, bir sel olsun/Acılar, tatlı bal olsun/ Her günümüz seyran olsun/ İşte geldi, bayramımız...” Müsamere tadındaki bu şiir, salondakilerden alkış aldı.
Ardından kürsüye çıkan CHP Hatay Milletvekili
Müsilajın Marmara Denizi dışında var olup olmadığını araştıran ekibin, bir süre önce Göcek kıyılarında yaptığı çalışmayı bilim adamı edasıyla aktaran kaptanın, denize işemenin yararından bahsedip, amonyak ve sülfatın müsilajı önleme etkisinden söz etmesi son nokta oldu. Bunun bilimsel karşılığı varsa bile bizim halkımızın denizle kuracağı kanalizasyon ilişkisinin boyutlarını düşünmek istemiyorum.
Ancak biz biliyoruz ki; bu ürkütücü salyanın, kimyasal analizi yapıldı ve en azından zehir içermemesi bir parça nefes aldırdı. Bu arada, sadece müsilajdan nasıl kurtulunacağı değil, toplananlardan ne yapılacağına da kafa yorulduğunu öğrendik.
Bülent Sarıoğlu’nun aktardığına göre, TBMM Müsilaj Sorununu Araştırma Komisyonu’na bilgi veren Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Emin Birpınar, “Aslında müsilajın yüzde 99’u hakikaten su. Geri kalan kısmını laboratuvarda inceledik, toksik yapısı yok. En çok korktuğumuz şeylerden biri oydu. Patojenik bir yapısı yok, ağır metal de yok içinde. Dolayısıyla bunlar sevindirici tarafları” diye bilgi verdi.
Ayrıca, “Toplanan müsilajla ne yapılabilir?” diye de bakıldı. Gübre veya yakıt olabilir mi diye ayrıca incelendi. Sonuç negatif. Kalorifik değeri düşük, yüksek kükürt içeriğinden enerji üretmenin mümkün olmadığı, aşırı tuz içerdiği için de toprağa zarar vereceği görüldü.
AK Partilisi, CHP’lisi, İYİ Partilisi, HDP’lisi toptan çileden çıktı. İlgisiz, bilgisiz bürokratların tavrı üzerine Komisyon Başkanı da isyan etti.
Konuya gelince, Hacer Boyacıoğlu’nun aktardığına göre, tartışmalı torba teklifin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşmeleri sırasında, düzenlemeler hakkında ayrıntı isteyen vekiller, geçiştirildiklerini fark edince ortam gerildi. İlk olarak,ormanlara kurulacak ayrıştırma tesislerine neden ihtiyaç olduğu konusu kafa karıştırdı.Orman Genel Müdür Yardımcısı Hayati Özgür’ün yetersiz açıklamaları nedeniyle maddenin görüşülmesi ertelendi, acilen gelen Bakan Yardımcısı Fatih Metin durumu kurtarmaya çalıştı.
Vekiller, bu kez OHAL maddesinde, kamudan kaç ihraç olduğu, kaç kişinin geri döndüğü gibi konularda detay istediler. İçişleri Bakanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürü Vekili Ali Yavuz Birincioğlu’nun bilgisinin olmadığını söylemesi, ardından Bakan Yardımcısı Mehmet Ersoy’un benzer yaklaşımı uzun tartışmalara neden oldu.
En son TMSF’nin kayyım olarak atanması maddesi, bardağı taşırdı. Soruların yanıtsız kalması, üstelik de Hazine ve Maliye Bakan Yardımcısı Şakir Ercan Gül’ün tartışmaları gülerek izlemesi vekilleri çileden çıkarttı. CHP’li Kamil Okyay Sındır,“O gülme nedir? Ciddiyete davet ediyorum”tepkisini gösterirken, CHP Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu da “İnanın, şimdiye kadar bu komisyon böyle bir zulüm görmedi, hakikaten olmaz böyle” çıkışını yaptı.
Vekillere hak veren Komisyon Başkanı Cevdet Yılmaz,“Yeterli hazırlığınız yok. Kusura bakmayın ama bürokrasinin buraya hazırlıklı gelmesi lazım. Dersini çalışarak, rakamlarını toparlayarak gelmesi lazım. Benim de gözlemim bu yönde. Burada yasama faaliyeti yapıyoruz, bilgiyi vekillerimize sunmak durumundayız” dedi. Bakalım, toplu çileden çıkma bundan sonra işe yarayacak mı?
ENFEKTE EDEN DE KAÇAN DA AYNIPandemi sürecinde, toplumsal refleksler ve insan davranışları üzerine yapılan araştırmalar, bir gerçeği ortaya çıkardı. Dikkat etmeyerek toplumu enfekte edenlerle, aşıya direnen ve ilgisiz olanlar aynı kitle. Bu saptama, bilim adamları tarafından yapıldı ve 1.5 yıllık bir süreçte yapılan takip ve analizler bunu net olarak ortaya koydu. Özellikle 18-35 yaş arasında, eğitim düzeyi düşük, daha çok küçük kentlerde yaşayan, kurallara uyma konusunda zorluk çıkaran bu grup, aynı zamanda aşıya da ilgisiz. Konuştuğumuz uzmanlar da “Aşı konusundaki yavaşlama, randevu taleplerindeki azalmayla ilgili. Yaş aşağı indikçe aşıya olan uyum azalıyor. Şimdi bu kitle üzerinde çalışmak gerekir” yorumu yapıyor. Öğrendiğimize göre hükümet, şu an sokağa çıkma yasağı ve eve kapanma gibi keskin kararlar almaktan yana değil. Bunun ekonomik faturası korkutuyor. Ayrıca, sıkı denetimler ve cezalar da bir süre öncelikli tercih olmayacak. İşletmelerin daha fazla bunaltılmaması planlanıyor.
Diğer taraftan vakaların yayılma hızı ve sonbahar korkusu da ortada. Toplumsal bağışıklık beklendiği gibi yüzde 75 seviyesinde sağlanamazsa,