22 Kasım 2007
Annelerin bebeklerini beslerken uygulayacağı temel kurallar, ileriki yaşamında bebeğe avantajlar kazandırıyor. Sağlıklı beslenme konusunda kafası karışık anneler, bebekler için hazırlanan yemek tarifleri kitaplarından yararlanabilir.
Kuzenim Müjde bu yıl anne oldu. Bebeği İdil Duru henüz 7 aylık. Doğduğunda boyu, kilosu yerindeydi. Ama geçenlerde İdil Duru’yu gördüğümüzde çok şaşırdık. Neredeyse bir lokmacık kalmıştı. "Müjde, bu çocuk niye bu kadar zayıf, yemek yemiyor mu?" diye sorduk, bin ah işittik. İdil Duru, yemek yeme konusunda annesini çileden çıkarıyormuş. Ağzına bir lokma olsun ne et ne sebze ne de meyve giriyormuş. Makarna ya da pilav dışında önüne gelen yemeği reddediyormuş.
"Müjdeciğim bu iş böyle olmaz. Çocuğun fiziksel gelişimi beyinsel gelişimini de etkiler. Ne yap et, bu çocuğu sağlıklı beslenmeye alıştır. Alması gereken gıdaları vermezsen sonunda hem sen hem de o üzülür" diye nasihat ettim. "Peki, ne yapayım abla?" diye sordu.
"Prof. Dr. Hilal Mocan, yemek konusunda sorunu olan çocuklar için çözümü önce anne-babada arıyor. Çocuğun inadını kır. 24 saat bir şey yemezse ölmez. Sebze yemeğini, çorbanı yap, önüne koy. Yemezse abur cubur verme. Mutlaka acıkır, verdiğini yer. Sakın yumuşama" dedim.
Bu konuşmayı yapmamızın üzerinden neredeyse 24 saat geçmişti ki, telefon çaldı. Müjde neredeyse ağlar vaziyette "Abla, dünden beri ağzına bir lokma koymadı. Hiçbir şey yemedi. Sürekli ağlıyor. Ne yapayım?" diye sordu. İdil Duru bayağı inatçı çıkmıştı. Şaşırdım. Kuzenime "En iyisi sen kendi bildiğin gibi yap" diyebildim.
İLK 8 AY ÖNEMLİ
Amsterdam’da konuştuğumda beslenme uzmanları, 8 aya kadar çocuğa beslenme alışkanlığının kazandırılması gerektiğini, 8 aydan sonra bu alışkanlığı kazandırmada annelerin zorlanacağını vurgulamışlardı. Müjde bu konuda ne yazık ki İdil Duru karşısında yenilgi bayrağını çoktan göndere çekmişti.
Özellikle 18. ayını dolduran bebekler kendi fikirlerini sunmaya, kendi damak tatlarına göre seçim yapmaya başlıyor. Şeker, tuz ve zararlı yiyecek/içeceklerle tanışmayan bebekler, ileriki dönemlerde de yemek tercihlerini sağlıklı gıdalardan yana kullanıyor. Çocuğu iyi tanıyıp ona göre yeme alışkanlığı kazandırmak hem anne hem de çocuk açısından yarar sağlıyor. Yeni anne olanlar çoğunlukla bebeklerine hangi tariflerle yemek hazırlayacaklarını bilmiyorlar. Bebek yemekleri konusunda son dönemde farklı kitaplar çıktı. Bu kitapların en sonuncusunu, ’Gelecek İçin Beslenmek’ vizyonu ile bebek beslenmesinde yeni bir dönem başlatan Milupa çıkardı.
Milupa Beslenme Uzmanları tarafından, yemek profesyonellerinden oluşan Mutfaktayız ekibinin desteğiyle hazırlanan kitapta toplam 32 tarif bulunuyor. Kahvaltıdan meyveli karışımlara; çorbalardan gece öğünlerine birçok tarifin yer aldığı kitapla annelere, bebekleri için özel, sağlıklı ve farklı lezzetler yaratabilme fırsatı sunuluyor.
GELECEKLERİNİ ETKİLİYOR
Erken yaşta alınan gıdalar ileriki yaşlarda sağlığı ve hastalık riskini etkiliyor. Bebeklerin doğumdan önceki zamandan itibaren 3 yaşına kadar geçen sürede nasıl beslendiği; obezite ve kalp hastalığı riskinden bağışıklık sistemlerine, ilerideki beyin fonksiyonlarının ne kadar iyi olacağına kadar etki ediyor.
Lezzetli ve sağlıklı olduğu kadar pratik tarifler de içeren Milupa Bebek Yemekleri Kitabı, 25 YTL ve üzerinde Milupa alışverişi yapan annelere hediye ediliyor. Kitap aynı zamanda www.milupa.com.tr adresindeki ’Gelecek İçin Beslenmek’ testini başarıyla tamamlayan annelerin kazanabileceği ödüllerden biri... Bu kitabı kuzenim Müjde’ye hediye edeceğim. Sonuçta zararın neresinden dönerse kárdır.
Çocukların gözünden Türkiye
Çocukların, çevrelerini ve ülkelerini nasıl algıladıkları konusunda fikir sahibi olmak amacıyla yola çıkan NTVMSNBC, sosyal sorumluluk projelerinden biri olan ’Çocukların Gözünden Türkiye’ fotoğraflarını sanal ortamda sergilemeye başladı. NTVMSNBC’nin Milli Eğitim Bakanlığı’nın işbirliği, Kodak Türkiye’nin katkıları ile hayata geçirdiği proje kapsamında; Bursa, Ankara, Trabzon, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van ve İstanbul olmak üzere 8 ilden 512 yetenekli çocuğun çektiği ve sergilenmeye değer görülen ’Türkiye fotoğrafları’, www.ntvmsnbc.com/cocuklaringozunden web adresinde görülebilir. Sitede çocukların mektup ve eğitim videolarına da yer veriliyor.
Çocuklar oyun oynasın
Terörün yoğun olduğu illerde, erken yaşta kaygı ve stres ile mücadele etmek zorunda kalan çocuklara, Şeker Portakalı Anaokulu öğrenci ve velilerinin başlattığı kampanya destek olacak. Anaokulu’nun başlattığı ’Çocuklar Oyun Oynasın’ kampanyası, Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteği ile Diyarbakır Silvan Anaokulu bünyesindeki çocuklara oyuncak ve kırtasiye malzemesi tedarik edilmesini amaçlıyor. Kampanya sayesinde Güneydoğu’daki çocukların, oyuncak ve kırtasiye malzemeleri ile oynamaları ve yaratıcılıklarını ortaya koymaları hedefleniyor.
Yazının Devamını Oku 15 Kasım 2007
Bir çocuğun annesinden ayrılırken yaşadığı kaygı doğaldır. Ama çok iyi imkánlar verilmesine rağmen yaşadığı bir şehirden başka bir yere gidemeyen kişinin kaygısı doğal değildir. Uykusunun arasında attığı çığlık hem beni hem kendisini korkuttu. Kábus görmüş. Tanımadığı birileri babasının gözü önünde onu kaçırmaya kalkmış, o da bağıramamış. Ertesi akşam uyumak istemedi. Kötü rüyalar görmek istemiyormuş. Dua edersek, kötü rüyaları kendimizden uzaklaştıracağımıza ikna ettim. Nehir’i uyuttuktan sonra da kábus görmesin diye bu kez ben dua ettim. Sabah uyandığında "Dualar işe yaradı mı?" diye sordum. Yaramış. O günden beri aksatmadan uyumadan önce dua ediyor.
Geçen hafta Atatürk Haftası’nda okulla birlikte Avcılar’daki Atatürk evine gideceklerdi. Nehir de gitmeyi çok istiyordu. Çantasını hazırladı. Yatmadan önce geziye gitmek istediğini ama trafik kazası geçirmekten korktuğu için tereddüt yaşadığını söyledi. "Yaralanırsam, bir yerim kanarsa kabul ederim ama ya ölürsem diye korkuyorum" dedi. Bu yaşta ölümü düşünmesinden, kızımın hem kaygılı olmasından hem de korkmasından endişelendim.
Bir psikiyatra danıştım. Çocuklarda kaygı ve korkunun olabileceğini ama bunun takıntıya dönüşmesi durumunda destek alınması gerektiğini söyledi. Ben kaygı düzeyi yüksek bir anne olarak kaygımı kızıma da bulaştırdığımı düşünüyorum. Sonuçta çocukluk yılları insan hayatının en hızlı gelişim yılları. Bu yıllarda çocuk çevresini tanımaya, çevresindeki ilişkileri kendince anlamaya, olaylara karşı bakış açısı kazanmaya ve olayları yorumlamaya çalışıyor. Bu gelişim süreci içinde çevresel koşullara göre kaygı düzeyi de şekillenmeye başlıyor. Kaygı duygusu anne-babanın, öğretmenlerin ve arkadaşların davranışlarına göre artıp, azalıyor.
Korku ile kaygı farklıdır
Peki, kaygı nedir? Kaygı, iç ve dış dünyadan kaynaklanan bir tehlike olasılığı ya da tehdit karşısında yaşanan bir duygudur. Kişi kendisini alarm durumunda ve sanki bir şey olacakmış gibi bir duygu içinde hisseder.
"Küçük bir kız çocuğunun ölmekten, kendisine bir şey olmasından korkmasının nedeni ne olabilir?" diye düşünebilirsiniz. Ama yaşadığımız dünyaya bir bakın. Her akşam ekranda ağlayan analar, ağlayan çocuklar ve trafik kazası bilançolarıyla karşılaşıyorlar. Nehir, Ankara’da patlayan bombadan sonra alışveriş merkezine bile gitmek istemiyor. Haberler bile kaygıyı artırıyor.
Ama kaygı ile korkuyu genellikle birbirine karıştırıyoruz. Aralarında önemli fark var. Korku, bilinçli olarak tanınan, belirli bir tehlike karşısında ortaya çıkan heyecansal bir tepki. Kaygı ise kişi tarafından bilinmeyen, belli olmayan, objesiz tehlikelere karşı verilen heyecansal bir tepkidir. Korkuda tehdit dışarıdandır. Kaygı daha genel bir durumdur, daha uzun sürelidir.
Yaşa göre değişir
Nehir bazen benim seyahate gitmeme karşı çıkar. Bacağıma sarılır "Lütfen gitme, ya uçak düşerse" diye ağlar. Bir çocuğun annesinden ayrılmaya bağlı gösterdiği ayrılma kaygısı doğaldır. Ama çok iyi imkánlar verilmesine rağmen yaşadığı bir şehirden başka yere gidemeyen kişinin kaygısı doğal değildir.
Yaş, kaygıyı etkileyen önemli bir faktör olarak önümüze çıkıyor. Çocuğun kaygıları, içinde bulunduğu yaşın özelliklerine göre farklılık gösteriyor. İlk yıllarda anneye bağımlı olan çocuğun en büyük kaygısı annesinden ayrılmasıdır. Bizim evde bu kaygı hálá sürüyor. 3-4 yaşındaki kızların babalarının sevgisini, erkek çocukların da annelerinin sevgisini kazanma kaygısı, ilkokul yıllarında arkadaş edinememe, derslerde başarılı olamama kaygısı, ergenlik yıllarında ise bir grubun üyesi olma, karşı cinse hoş görünme ve bedenindeki değişikliklere karşı duyulan kaygılar, normal kaygılar arasında görülüyor. Kaygı bulaşıcı bir duygu olduğundan, çocuğa çevresindeki kaygılı insanlardan özdeşim kurma yoluyla geçebiliyor. Tecrübeyle sabittir. Aman dikkat!
Kaygılı çocuk için ne yapmalı
Çocuk doğduğu andan itibaren güven duygusu içinde yetiştirilmeye çalışılmalıdır.
Çocuk, anne-baba ve öğretmeni tarafından iyi bir şekilde tanınmalı, yaşıtlarıyla karşılaştırılıp, yapabileceğinin üstünde bir performans için zorlanmamalıdır.
Çocuk yeni kardeşinin doğumu, yeni eve taşınma, okula başlama veya yeni bir okula geçiş yapma gibi yeni durumlara hazırlanmalıdır. Açıklamalar kaygıyı azaltacaktır.
Kaygı düzeyi yüksek olan çocuklar belirlenmeli ve hem bu çocuklar hem de aileleri rehberlik hizmetinden yararlanmalıdır. Bu çocukların ilerideki davranışları ve başarı durumları incelenmelidir.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2007
Bir aileyi tamamlamanın, aile olabilmenin yolunun çocuk sahibi olmaktan geçtiğine inanan ancak tedaviye ihtiyaç duyanlar için bir kitap hazırlandı: Beni Leylek Getirmedi. Tüp bebek tedavisi görenler için kaynak özelliği taşıyan kitapta meşakkatli süreç tüm ayrıntılarıyla anlatılıyor. Her çocuk nasıl dünyaya geldiğini merak eder. Kimine göre işin başlangıç noktası önemlidir, kimine göre gözünü dünyaya açış anı... Şimdiki çocukların çoğu "Bebek nasıl yapılır?" sorusunun yanıtını aşağı yukarı biliyor. Ama yakın zamana kadar çocuklara "Seni leylekler getirdi" hikáyesini anlatan anne-babaların sayısı hiç de az değildi. Leylek tarafından getirilen (!) çocukların çoğunluğu dünyaya gelişinde herhangi bir müdahaleye gereksinim duymayanlardır.
Ancak doğa bazı kadın ve erkeklere aynı şansı ne yazık ki tanımıyor. Bebek sahibi olmak için yıllarca bekleyen, hocalardan, muskalardan umudunu kesip nihayet tüp bebek yöntemiyle çocuğunu kucağına alanların sayısı azımsanmayacak kadar çok. Yakın bir arkadaşım emekli olmayı bekledi ve 45 yaşında tüp bebek yöntemiyle anne oldu. Tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olmak isteyenlerin kafaları karışıktır. Bir aileyi tamamlamanın, aile olabilmenin yolunun çocuk sahibi olmaktan geçtiğine inanan ve tedaviye ihtiyaç duyanlar için kaynak bir kitap hazırlandı.
10 bin bebekte emeği var
Tüp bebek konusunda hem Türkiye’de hem de dünyada en başarılılar arasında yer alan Prof. Dr. Mustafa Bahçeci, Dr. Aytun Aktan’la birlikte aileleri bilgilendirmek, kafalardaki soru işaretlerini kaldırmak için "Beni Leylek Getirmedi" kitabını yazdı. Kitabın geliriyle ihtiyacı olan çiftelere ücretsiz tüp bebek tedavisi yapılacak.
Henüz dört aylık hamileyken "Koca kafalı bir kızınız" olacak müjdesini veren, o dönem iki yaşında olan oğlu için "Bu güzel kıza talibiz" diyerek Nehir’e "ultrason kertmesi" yapan Prof. Dr. Mustafa Bahçeci’nin 10 bin tüp bebeğin dünyaya gelmesinde emeği var.
Yakın çevremden de biliyorum tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olmanın en zor aşaması, sonucun çıkacağı döneme kadar geçen bekleme süreci. Sadece o süreçte yaşanan stres bile düşüğe neden olabiliyor. Aynı dönemde tedaviye başlayanlar "kader arkadaşlığı" yapıyorlar. "Kötü haberi" alan kadın ise yeni bir mucizenin peşinden yeniden koşup koşmayacağının kararını veriyor. Böyle bir haberi alan bir anne adayı duygularını şu sözlerle dile getiriyor:
"Başka bir şehir ve başka bir evde geçen koskoca bir ayın ardından elimiz boş evimize dönmüştük. İlk tüp bebek denememizdi. Öğretmen olduğum için yaz tatilini beklemiştik. İstanbul’da bir hafta boyunca tedavi ve bekleme sürecini geçirdik. Sonuç olumsuzdu. Yedi saatlik yol boyunca eşimle hiç konuşmadık. Kapımızdan içeri girer girmez birbirimize sarıldık ve dakikalarca ağladık. O an anladım ki esasında ihtiyacımız olan şey bu kucaklaşmaymış. Birbirimize ’Bunu beraber aşacağız’ dedik."
Yaşadıklarım film gibiydi
Bu örnekte olduğu gibi tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olmak sabır, kararlılık ve maddi olanak istiyor. Bu kararlılığa sahip başka bir annenin yaşadıkları ise bu sözleri doğruluyor:
"Yorgun ve stresli bir yıldı. İki tüp bebek denemesinin ardından yazı kendimize ayırmaya karar verdik. Koşuşturma, iğneler, hareketsizlik kendimi kötü hissettiriyordu. Tatile çıktık, yogaya başladım. Üç ay sonra yeni bir denemeye hazırdık. Cilt altı iğnelerine başladıktan birkaç gün sonra doktorumla randevulaştık. Ultrason muayenesinden sonra kan verdim. Hamileydim. Bunca koşuşturmaca sırasında şaşkındım. On gün sonra bebeğimin kalp seslerini duyduğum anı hiçbir zaman unutmayacağım. Rahat bir dokuz ay sonrasında kızımı doğurdum. Geriye bakınca yaşadıklarım bir film gibi geliyor. Aklımda sadece mutlu son var. Üzüntü ve mutsuzluk sanki hiç yaşanmamış gibi."
Kısırlıklığı kader olarak kabullenmeyenlerin bu uzun yolculuğunda şans onlardan yana olsun. Allah, gerçekten çok isteyenleri çocuk sahibi yapsın.
Ücretsiz tüp bebek
Umut Tüp Bebek Merkezi’nin eğitim amaçlı düzenlediği "Sağlık Sohbetleri" 9 Kasım Cuma günü saat 11.00-13.00 arasında Barış Manço Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek.
Kadıköy Belediyesi işbirliğinde düzenlenen "Bebeğiniz Olmuyorsa!" konulu toplantı, halka açık ve ücretsiz yapılıyor. Katılanlar arasında, kura sonucu yapılacak çekilişte bir çift ücretsiz "tüp bebek tedavi hakkı" kazanacak. Tüm katılımcılar Umut Tüp Bebek Merkezi’nde ücretsiz muayene olabilecekler.
Toplantıda, Op. Dr. Enver Kurt, "Çocuğunuz olmuyorsa! Nedenleri, tedavi yöntemleri"ni, Psikolog Yasemin Abız da "Çocuk sahibi olamamanın psikolojik yönü ve başa çıkma yöntemleri" konusunu anlatacak.
Umut Tüp Bebek Merkezi Ücretsiz Danışma Hattı 0800 261 11 61
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2007
Felsefe, çocuğa reçete vermek değildir. Herkesin kendi eleştirisini yapmasına izin vermek demektir. Yetişkin ve öğretmenler genellikle çocukların sorularını cevaplar, ama çocuğun kendi doğrusunu bulmasına yardımcı olmazlar. Zehir soru sormayı seven, merak eden bir çocuktur. Yaşamı ve dünyanın işleyişini anlamaya çalışır. Kızımın sorgulama ihtiyacına cevap veren, çocuklar için yazılmış felsefe kitaplarından daha önce sizlere bahsetmiştim.
Tüm dünyada 2 milyondan fazla çocuğa ulaşan "Çıtır Çıtır Felsefe" kitaplarının yazarı Brigitte Labbe ile tanıştım. 26. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’nın konukları arasında yer alan Brigitte Labbe, uzun yıllar iletişim sektöründe çalışmış, kızının "neden, niçin" sorularıyla 38 yaşında yeniden üniversiteye dönmüş ve Michel Puech’ün Sorbonne Üniversitesi’nde verdiği felsefe derslerini izlemiş.
Yazara "Felsefe erdemli yaşamamızı, başkalarının göremediklerini görmemizi, insan olmamızı sağlar. Bu değerleri küçük yaştan itibaren vermenin gerekli olduğu gerçeğinden mi yola çıktınız?" diye sordum. Labbe "Kızım ’Niçin ölüyoruz, hayat neden var?’ gibi sorular soruyordu. Bu benim cevabını üniversite yıllarında bulduğum sorulardı. Kızım bu soruları sorduğunda 8 yaşındaydı. İçimdeki felsefe zevkini paylaşmayı kızımla birlikte yeniden istedim" yanıtını verdi.
Resimli felsefe kitapları
Brigitte Labbe’ye göre çocuklar çok küçük yaştan itibaren hayatı sorguluyorlar. Bir çocuğun büyükannesi, büyükbabası için "Kimdir?" demesi bile bir felsefe sorusu. "Çıtır Çıtır Felsefe" dizisi 4 yaş üzerindekiler için. 4 yaş altında çocukları olanlar "Bize yok mu?" diye merak ediyorlarsa, onlar için Kanada’da resimlerle felsefe kitapları mevcutmuş.
Felsefe, hayatın ta kendisi... Sonuçta her çocuğun bir kırmızı balığı vardır. Çocuklar balıkları öldüğünde klozete atıp sifonu çekmezler. Balığın yaşayan bir varlık olduğunu bilir ve yaşamına saygı duyarlar. Ya da kedileri, köpekleri öldüğünde onların merasimle gömülmesini isterler. Bu onların hayata ve yaşama duydukları saygıyı küçük yaştan itibaren edindiklerinin bir göstergesidir.
Brigette Labbe "Dünyanın her yerinde çocuklar bu kitaplardan etkileniyorsa, hayatı anlama konusunda aynı kaygıları mı taşıyorlar?" soruma ise şu yanıtı verdi: "Afrika’da sefalet içinde yaşayan çocuklar, Fransa’dakilerden daha fazla felsefe yapıyor. Zorlu bir yaşam çocukların daha erken yaşta hayatı sorgulamasına neden oluyor. Zengin ya da fakir çocuklar hep aynı soruları soruyorlar. Fakir çocuklar sokaklara terk ediliyor, zengin çocukları da bakıcılarına... Sonuçta ikisi de terk edilmiş oluyor."
Labbe’ye göre "Ne kadar az şey bilirsen, hayatta o kadar mutlu olursun" sözü bir klişeden ibaret. Oysa çocuklar ne kadar az bilirlerse, o kadar az özgür olurlar. Bilgi, insanı özgür kılar. Bu nedenle bilginin azlığı mutlulukla ilgili değil özgürlükle ilgili bir problemdir. Pastanede önünüze beş farklı pasta geldiğinde hangisini seçersiniz? Eğer pastaların hepsini tanıyorsanız istediğiniz, sevdiğiniz pastayı tabağınıza alırsınız. Ancak ne olduklarını bilmezseniz belki de hoşunuza gitmeyecek olanı yemek durumunda kalırsınız. Yazar Labbe "Genellikle dini liderler özgürlükleri kısıtlama taraftarı oldukları için daha az bilinmesi teorisini desteklerler" görüşünü savunuyor.
Öğüt mü, rehberlik mi
Çocuklara öğüt vermek mi yoksa yol göstermek mi onlara ışık tutar? Brigitte Labbe’nin bu soruya yanıtı şöyle: "Felsefe konularını bir alet kutusu gibi düşünün. Çocuklar bu kutuyu alsınlar, işe yarayanları zamanı geldiğinde kullansınlar. Felsefe, çocuğa reçete vermek değildir. Herkesin kendi eleştirisini yapmasına izin vermek demektir. Yetişkin ve öğretmenler çocukların sorularını cevaplar, ama çocuğun kendi doğrusunu bulmasına yardımcı olmazlar. Net cevaplar, kapanan kapılar gibidir. Biz yetişkinler genellikle kendimizi memnun etmek için net yanıtlar veririz. Çocuklar sorularla dünyayı öğrenmeye çalışırlar."
Peki, çocukların çevrelerinde olup bitenleri umursamaları, gelecekte onları daha sorumlu bireyler haline getirir mi? Yaptıkları seçimlerin sonuçlarını görmeleri, çocukların düşünmesini sağlar. Günlük olaylar üzerine düşünen çocuklar, gelecekte daha sorumlu bireyler olurlar. Özgürlük olmazsa mutluluk da olmaz. Sabit fikirleri, kalıpları takip eden çocuk, sürünün bir parçasıdır. Sonuçta düşünen çocuk kendi değer yargılarını kazanır, bu da ahlákına yansır. Düşündüğünde özgüven kazanır, sorunlar karşısında dik durur.
Anne-babalar olarak galiba aynı şeyleri temenni ediyoruz. "Düşünsün, sorgulasın, sorunlar karşısında dik durabilsin." Ne diyelim, kocaman bir amin...
Monopoly’de yeni bir çağ başlıyor
Dünyada ve Türkiye’de en çok satılan kutu oyunu Monopoly’nin yeni versiyonu Monopoly Elektronik Bankacılık, Amerika ve Avrupa’dan sonra Türkiye’de de satışa sunuldu. Monopoly Elektronik Bankacılık’taki en büyük yenilik, para transferinin artık banka kartlarıyla yapılması. Para ödemek ya da almak için tek yapılması gereken, oyunun başında verilen banka kartını elektronik üniteye yerleştirip aktarmak ve istenilen tutarı girmek... Oyundaki yenilikler bununla da sınırlı değil; oyun alanındaki bazı semtler de yenileriyle değiştirildi. Ayrıca oyun alanındaki tüm hanelere o semtle özdeşleşmiş bir yapı ya da manzarayı gösteren birer resim eklendi.
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2007
Ebeveynin ölüm haberi karşısında bir çocuk ne yapar? Durumu yok saymayı mı tercih eder yoksa kendinden geçercesine ağlayarak mı tepki verir? Çocukların tepkileri nasıl olursa olsun, buna saygı duymak ve kendi yasını yaşamasına izin vermek gerekir.
ayram öncesiydi... Ölümün ne olduğunu bile anlayamayacak yaştaydılar. Gözyaşları birbirine karışan 2 yaşındaki Zeliha ile 3 yaşındaki Güneş’in o hali bayram sevincinin üzerine kara bir bulut gibi çöktü. Onların acısı acımız oldu. Bir hayırsever (!) bayramlık alıp, etiketleri üzerindeki ayakkabıları kameraların önünde çocuklara giydirdi. Sonra da kameralara nasıl bir hayırsever olduğunu anlattı. O kara bulut biraz daha karardı.
Bayramdan hemen sonraydı... Zeliha ve Güneş yine gazete sayfalarındaydı. Onlara sahip çıkılmıştı! O güne kadar görmedikleri giysilerin, ayakkabıların, oyuncak bebeklerin sahibi olmuşlardı. Mutluydular herhalde... Ama babaları yoktu... Yoksunluk çektikleri her şey önlerine getirilmişti. Babaları gitmişti ama özlemini çektikleri her şey önlerine getirilmişti. Sonuçta onlar çocuktu... Acaba güzel giysiler, renkli oyuncaklar babalarının acısını unutturmuş muydu?
Biz neden böyleyiz? Neden insanlarımızı ya açlıktan ya da tokluktan öldürüyoruz? Neden bir türlü orta yolu bulamıyoruz? Neden yaraya parayla pansuman yapmaya çalışıyoruz?
Ben bu duyguyu iyi bilirim. O acıyı yaşayanların yerinde olmak isteyenlerin sayısı öyle çoktur ki!
Onun yerinde olsam
Yıllar önceydi... Gazi olayları ülke gündemini sarsıyordu. Gözünü budaktan esirgemeyen bir muhabir olarak olayların tam orta yerindeydim. O günlerde İstanbul’un caddelerini bir fotoğraf süslemişti. Bir polis kucağında küçük bir kız çocuğunu olaylardan korumaya çalışıyordu. Emniyetin billboardlarda kullandığı fotoğrafta yer alan küçük kızı buldum. İstanbul’un içinde dehşet verici bir yoksulluk içinde yaşıyordu.
Ailesi bir kuru soğana, ekmeğe bile muhtaçtı. Milliyet gazetesi olarak aileye elimizden gelen yardımı yapmaya çalıştık. Arabadan yardım poşetlerini indirirken mahalleli etrafımı sardı. Hepsi yoksuldu. Sadece o yardım paketleri onların evine girsin diye o küçük kız çocuğunun yaşadığı dehşeti kendi çocuklarına yaşatmaya hazırdılar.
Maalesef ortasını bulamıyoruz. Aynı şeyleri evde yaşamıyor muyum? Nehir’in işine ne gelirse, o tarafta yer alıyor. Benim yurtdışı seyahatlerime baştan karşı çıkıyor ama dönüşte gelecek hediyelere de ağzının suları akıyor. İki ayrı uçta gidip geliyor. Ne yardan, ne serden vazgeçiyor.
Yaraları sarmak
Bu gelgitleri yaşayan sadece çocuklar mı? Ayrılık acısını başka birinin kollarında unutmaya çalışan yetişkinlerin sayısı az mı sanıyorsunuz? Acının üzerini örtmek zordur. Hele çocuk için... Ebeveynin ölüm haberi karşısında bir çocuk ne yapar? Durumu yok saymayı mı tercih eder yoksa kendinden geçercesine ağlayarak mı tepki verir? Şehidimizin iki küçük emaneti çok ağladı. Akrabaları onları susturmaya çalıştı. Çocukların tepkileri nasıl olursa olsun, buna saygı duymak ve kendi yasını yaşamasına izin vermek gerekir.
Babalarını kaybeden Zeliha ve Güney uzun bir süreliğine annesini de kaybetmiş gibi yaşamak durumunda kalabilir. Çünkü hayatta kalan annenin kendi yasını yaşamak ve yeni duruma alışması için zamana ihtiyacı var. Böyle bir durumda çevrenin desteği çok önemli. İşte o çevre biziz... Yani tüm Türkiye... Anne baba olmayı öğreniyoruz. Adları ne olursa olsun terörle mücadele kahramanlarının geride bıraktığı emanetlerin yoksunluk çekmelerinin önüne geçelim, ama acılarını paramızla değil sevgimizle iyileştirelim. İşte o zaman yaralı çocuklar kalmamış olacak.
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2007
Ergen çocuğunuz için eve geliş saati, alkol alımı kontrolü gibi gerekli kuralları öne çıkarmak istiyorsanız; saç, küpe gibi konularda esnek olun! Sinem sık sık kriz geçirip, bağırıp çağırdığı, annesine saldırdığı ve hakaret ettiği, arkadaş ilişkilerinin bozulduğu gerekçesi ile getirilmişti. Ayrıca internetten insanlarla tanışıyor, uygun olmayan kişilerle ilişki kurmaya çalışıyordu. On beş yaşındaydı ve ailesi ile ilişkileri çok bozuktu. Aile tutumları hakkında konuşulduğu zaman annesinin bir yandan koruyan bir anne olduğu, bir yandan da arkadaş olmaya çalıştığı fark edildi. Baba ise sadece bağırıyordu. Anne zaman zaman babaya karşı Sinemle suç ortaklığı yapıyor ama bazen de Sinem’i babasına şikáyet ediyordu.
O zaman Sinem saldırganlaşıyordu. Sinem annesinin nelere kızdığı, nelere kızmadığı konusunda bir fikri olmadığını, bu nedenle kendisinin öfkelendiğini söylüyordu. Çünkü anne bazı önemsiz konularda, örneğin "Kedi yemeğini yedi mi" gibi bir tartışmada aşırı kuralcı olmaya çalışıyor, Sinemle tartışıyordu. Ama Sinem tanımadığı bir erkekle buluşacağını söylediğinde sınır koymak yerine, yalvarmaya başlıyor, gecikirse babasına söylemekle tehdit ediyordu. Ailenin tutum değiştirmesi, anne-babanın ortak ve kararlı, tutarlı davranışları sorunu büyük ölçüde çözdü.
Çocuk büyütmek zor iş
Günümüzde aile-ergen çatışmasının klasikleşen bir örneğini Çocuk-Ergen Psikiyatrı Prof. Dr. Bengi Semerci’nin yeni kitabı "Ergen Ruh Sağlığı"dan alıntı yaptım. Çocuk büyütmek zor iş ama ergenle yaşamak daha zor! Çocuğu ergenlik döneminde olan arkadaşlarıma "Hayat nasıl gidiyor?" diye sorduğumda bin ah işitiyorum. Kimse hayatından memnun değil. Ne aile, ne ergen... Sonunda orta yol bulunuyor ama zorlu bir çatışma süreci de yaşanıyor. Sanıyorum ailelerin en zorlandıkları konu, büyüyen çocuğa göre kurallar üzerinde nasıl oynama yapacaklarıyla ilgili tereddütleri oluyor.
Prof. Dr. Bengi Semerci "kurallar" konusunu kitabında bir bölüm yapmış. Prof. Dr. Semerci "Aileler genellikle kurallar koymak ister. Kural konulmasının nedenleri vardır. Çünkü herkes aklına estiği gibi davranınca aile düzeninde sorunlar çıkar. Bu nedenle ailelerin bireyin uyması ve kabul etmesi beklenen ve işlerin düzenli gitmesini sağlayan kurallar vardır. Oysa ergenler dönemsel özellikleri nedeniyle kurallara uymakta zorlanırlar. Bunu ergene çok iyi anlatmak gerekir" diyor.
Kesin ve net olun
Ergenlik dönemindeki çocuklara ailesinin onun güvende olması, endişelendikleri, sorumlu hissettikleri ve evde düzen sağlamaya çalıştıkları için kurallar koymaya çalıştığı iyi anlatılmalı. Prof. Dr. Bengi Semerci’ye göre ailenin aşırı kurallı olması kaygılı olduklarını gösterir. Bunun sonucunda çocuklar kendilerine güvenen ve doğru karar verebilen birer erişkin olamazlar ki bu durum ailelerin istemediği bir sonuçtur. Aileler kendi uyamadıkları kurallara uymak için ergeni zorladıklarında sorun çıkar. Aile alkollü araç kullanırken, yalan söylerken, onlardan bunları yapmamalarını beklemek gerçekçi değildir.
Unutmayın, "Ama biz büyüğüz" savunması bu tür durumlarda ve ergen için geçerli olmaz. Prof. Dr. Bengi Semerci ailelere "Çocuğunuz için eve geliş saati, alkol alımı kontrolü gibi gerekli kuralları öne çıkarmak istiyorsanız, saç, küpe gibi konularda esnek olun. Ve en önemlisi yaşa göre kuralları yeniden gözden geçirerek düzenleyin. Kurallarınız az sayıda ama kesin ve net olsun. Çocuğunuza hareket alanı bırakın" uyarısını yapıyor.
Saygıyı kaybetmeyin
Semerci bu noktada ayrıca önemli bir uyarı daha yapıyor: "İstemediği bir yere gitmesini isterken aynı zamanda ne giymesi gerektiğine de karar vermek yerine, giyiminde onu serbest bırakabilirsiniz. Bozulan kurallar aileler tarafından hemen fark edilip eleştirilirken, uyulan kurallar için övgü genellikle esirgenir. Oysa olumlu pekiştirmeler, ergeni dikkatli olmaya sevk eder. En iyi verilecek ceza bazı ayrıcalıkların kaldırılmasıdır. Ergen için de bu yöntem uygundur ama dikkat edilmesi gereken şey saygıyı kaybetmemektir." Semerci’nin "Ergen Ruh Sağlığı" kitabını elimden bırakamadım. Ne de olsa üç dört yıl sonra başvuracağım ciddi bir kaynak olacak.
Bu noktalara dikkat
Sınır koyulması gerekir. Ama bunun anlamı ergenin her denileni yapması değildir.
Sınırlamalar kabul edilebilir ve geçerli olmalıdır.
Önemsiz konularda tartışmadan kaçınmak gerekir.
Aşırı derecede ısrarcı ve baskıcı olmamak gerekir.
Düşünceleri değiştirmekten korkmamak gerekir.
Anne-babanın olanaklar ölçüsünde benzer davranmaları gerekir. Farklı düşündüklerinde bunu kendi aralarında görüşmelidirler.
Diğer eşe karşı ergenle işbirliği yapmak sorun yaratabilir.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2007
Kıpır kıpır teknoloji ile erken yaşta tanışan çocuklarımıza hareketsiz duran kitapları sevdirmek eskisi kadar kolay değil. Ama imkansız da değil! Doğum gününe gittiğim için başucu kitabımdan okuyamadım. Özür dilerim öğretmenim." Nehir ödev defterine işte bu notu düşmüştü. Ateş’in doğum günü partisi nedeniyle başucu kitabını okumaya fırsatı olmadı, o da öğretmeninden özür diledi.
Oysa ödev kağıdının altındaki "Başucu kitabımdan bugün .... sayfa okudum" bölümüne bir rakam yazabilir, benim de imzamı atabilirdi. Nehir imzamı rahatlıkla taklit edebiliyor. Geçen yıl tatilde kaldığımız otelin barından benim imzamı taklit ederek frozen almıştı. Yani tecrübeyle sabittir. Ama bunların hiçbirine tevessül etmemiş. Başucu kitabı okuma sorumluluğunun farkında olarak öğretmeninden özür dilemiş.
Başucu kitabı okuma uygulaması çocuklara kitap okuma alışkanlığını küçük yaşta kazandırmak için yapılıyor. Aile bu uygulamayı denetlesin diye mutlaka her gün imzasıyla okunan sayfa sayısına onay veriyor.
Kendi adıma bu uygulamadan memnunum. Nehir’e olumlu etkisi oldu. Ama Nehir’i odasına gönderip sessiz sedasız okumasına müsaade etmiyorum. Kızım yüksek sesle okuyor, ben dinliyorum. Bazen mutfakta işim olduğunda Nehir sesini yükseltip bana duyurmaya çalışıyor. Kardeşimle öğrencilik yıllarımızda aynısını yapardık. Elimizde kitap, annemizi o odadan bu odaya takip ederdik. Çocuklara model olmak çok önemli. Siz kitabı elinize almayan bir ebeveynseniz, çocuğunuza zorla kitap okutturamazsınız. Görecek, benimseyecek ki yapacak...
Geçenlerde elime çok güzel kitaplar geçti. Nehir de bayıldı. Hatta bir akşam üç kitabı birden okudu. Kendi yaşına uygun, dikkat çekici resimlerle süslenmiş, mesaj veren kitaplardı. Her kitaptan sonra kitabın hikayesini benimle paylaştı.
Kızımın ilgisini çeken bu kitaplar Redhouse Kidz markasıyla yayınlanıyor. Kitaplar Türkçe, İngilizce ve çift dilli olarak basılmış. Ayrıca birkaçı da İspanyol Kültür Bakanlığı’ndan ödüllü. İlginç olansa her kitabın üzerinde "Çocuklara kitabı sevdirmenin yollarının" anlatıldığı bantlar var.
Bu bilgi notlarını Davranış Bilimleri Enstitüsü’nün Çocuk ve Genç Danışmanlık Merkezi psikologları hazırlamış. Psikologlar "Hepimiz çocukların kitap okumasını istiyoruz. Kıpır kıpır teknoloji ile erken yaşta tanışan çocuklarımıza hareketsiz duran kitapları sevdirmek eskisi kadar kolay değil. Ama biz yine de kitabı çocuklara sevdirmek ve seçim konusunda bilinçli davranmak isteyen anne-babalara ipucu vererek yardımcı olmak istiyoruz" diyorlar.
Öneriler arasında bir şey dikkatimi çekti. Çoğumuz genellikle iyilerin olduğu kitapları seçeriz. Uzmanlara göre "iyi"yi göstermenin yanı sıra "kötü"den de kaçınmayan, toplumun "iyi"lerinin aşırı derecede vurgulanmadığı, öğretici, ders verici olma dozunun kaçırılmadığı hikayelerle çocuğa kendi doğrularını seçme hakkı tanınmış oluyor.
Bir kitap kurdu yaratmak istiyorsanız, uzmanlara ve seçimlerde dikkat edeceğiniz noktalara kulak vermenizi öneririm.
YAŞ GRUPLARINA GÖRE KİTAP SEÇİMİ
0-3 yaş çocuğuna
Tanıdık nesnelerin olduğu
Parlak renkli, bol resimli
Kısa ama ahenkli cümlelerden oluşan
Az kelimeli ve bunlara ait resimleri olan
Kaliteli malzemeden yapılmış, yıpranmayacak
Ellerinin boyutuna uygun kitaplar seçebilirsiniz.
3-5 yaş çocuğuna
Masallar, bildik hikayeler içeren
Tanıdık durumların anlatıldığı, hayata dair
Çocuğun sınıflandıracağı nesneleri içeren
İyi resmedilmiş
Hayal gücünü harekete geçiren
Ayrıntılı resimleri olan kitapları seçebilirsiniz.
5-8 yaş çocuğuna
Güçlü hikayeleri ve güçlü karakterleri olan
Sadece iyi-doğru değil, kötü-yanlış karakterleri de içeren
İçinde yabancı ve bilinmedik kelimeler olmayan
Gerçek hikayelerden alıntılar içeren
Ayrıntılı resimleri olan
Fazla uzun olmayan ve küçük yazılarla yazılmamış
İlgi alanına giren konuları içeren kitaplar seçebilirsiniz.
8-12 yaş çocuğuna
Çocuğun karakterine uygun
Sadece mesaj kaygısı taşımayan, çocuğu düşündüren
Kendisinin seçeceği kitaplar alabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2007
Ülkemizin gençleri kendi geleceklerini kendileri belirleyemiyor. Öğrencinin hangi liseye gideceği ailesi ve sınav puanı tarafından belirleniyor. Elimde ilginç bir araştırmanın sonuçları var. Lise ve üniversite öğrencileriyle yapılan bu araştırmanın mesajını doğru okumanızı öneririm. Çünkü önümüzdeki 10 yıl bu gençlere emanet. En önemlisi ise bu resme bakarak eksiklikleri görmek, yeni nesli buna göre yetiştirmek. Genç kesimin profilinin çıkarıldığını araştırmayı Renkli Ufuklar Projesi’ni hayata geçiren Visa Europe ile üye 23 Türk bankası yaptı. Amaç, çocukların gelecek seçeneklerini çoğaltmak, onları gelecek yolculuğunda güçlü kılmak ve Renkli Ufuklar Projesi’nin ileriye dönük etkilerini ölçmek.
"Renkli Ufuklar" Projesi, TEGV (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) ve TOG (Toplum Gönüllüleri Vakfı) aracılığı ile ilköğretim çağındaki çocukların temel eğitimine katkıda bulunuyor, hayatın sunduğu fırsatları değerlendirebilmeleri için yeni olanaklar sağlıyor.
Araştırma yüz yüze anket tekniği kullanılarak 15-20 yaş arası toplam 800 öğrenciyle gerçekleştirilmiş. Bu öğrencilerin 500’ü lise, 300’ü üniversite öğrencisi. 7 bölgede 11 şehir (İstanbul, Bursa, İzmir, Adana, Antalya, Samsun, Zonguldak, Ankara, Konya, Erzurum, Diyarbakır) gezilmiş.
Öğrencilerin öğrenme, düşünme, karar alma, kendini tanıma ve geleceğini planlama alanlarındaki tutum ve becerilerini daha iyi anlamayı hedefleyen araştırmada her anne babanın merak ettiği sorulara yanıt aranmış:
Sonuçlara göre lise öğrencileri meslek ve lise seçiminde anne-babalarının etkili olduğunu söylerken üniversiteliler bu kararı kendilerinin verdiğini söylüyor. Bir karar alırken üniversite öğrencileri lise öğrencilerinden çok daha fazla oranda şartlar tarafından sürüklendiğini ve çok daha az oranda bağımsız hissettiğini belirtiyor. Galiba yaş büyüdükçe hayatın gerçekleri daha kolay kabul ediliyor.
Anne-babalar etkili
Ülkemizin gençleri kendi geleceklerini kendilerini belirleyemiyor. Öğrencinin hangi liseye gideceği ailesi ve sınav puanı tarafından belirleniyor. Lisesiler meslek seçimi, dışarıda gidilecek yer konusunda anne babanın kararına uyarken, üniversiteliler üniversite, meslek ve gidilecek yer konusunda kendileri karar veriyor.
Gelecekte yapılmak istenen meslekte aileler hálá çok etkili. İlk sıralara baktığımızda, öğretmenlik, mühendislik gibi iş güvencesi sağlayacağına inanılan ve çevrelerinde saygı gören mesleklerin tercih edildiği görülüyor. Meslek seçiminde fiziksel ihtiyaçlar ön planda.
Kariyer olanakları hakkında çalışma yapmış liseli ve üniversiteli gençler mesleğin getireceği gelire daha az önem veriyor. "Yetenek ve becerilere uygunluk" meslek seçimi kriterleri arasında "gelir"den çok daha düşük oranda. Sabit gelir kaygısı nedeniyle yetenekli çocukları kaybediyoruz.
İş seçerken önem verilen kriterlerin başında kariyerinde yükselmek geliyor. "Kariyerinde yükselmek" hem liseli hem üniversiteli gençler arasında en önemli hedef.
Emek-ücret bilinci ise korkulacak düzeyde değil. "Aylık ücret çalışan insanın bir kuruma yaptığı katkının karşılığıdır; miktarını bu ilişki belirler" ifadesine rehberlik hizmeti almış liseli ve üniversiteli gençlerin neredeyse yarısı katılıyor.
Büyüdükçe inanç azalıyor
Üniversiteye geçişle anlatılanların doğruluğuna inanç azalıyor. Bir konuyu araştırma isteği üniversitede artış göstermiyor. Üniversiteliler sorulara kesin cevap verilmemesinden liseliler kadar rahatsız. Gençler çelişkiye düştüklerinde çevrelerindeki otorite kaynaklarına öncelikli olarak sığınıyor. Bu eğilim lise öğrencilerinde daha yaygın. Liseliler anne-baba ve öğretmeni başvuru kaynağı olarak görüyor. Gençlerin Internet kullanımı Google’da buldukları ilk sitelere girmekten ibaret.
Bu araştırmanın belki de en önemli sonucu gençlerin gelecekle ilgili düşüncelerinin yer aldığı bölüm. Liselilerin yüzde 78’i "Gelecekten ümitliyim" derken yüzde 19’u kararsız, yüzde 3’ü ise kötümser. İyimserlik oranı üniversitelilerde yüzde 83’e çıkıyor. Diğer sorulara bakınca bu sonuç çelişkili gibi. Ama hayata bakınca o da çelişkili değil mi?
Ülkede yaşananlara rağmen bu gençler kendi geleceklerinden bu kadar ümitliyse bizim onlar için yapmamız gereken çok şey var. Kısacası, hayatımızda ümitsizliğe yer yok!
Düzeltme ve özür: Geçen hafta "Saç kesimi ve boya bedava" bölümünde Tony&Guy Akademi’nin telefonunu yanlış yazmışım. Doğrusu (0212) 244 02 8089 olacak. Düzeltir, özür dilerim.
Hangi sorulara yanıt arandı
Gençlerin karar alırken etkilendikleri odaklar hangileri?
Lise ve üniversite seçimleri nasıl gerçekleşiyor?
Gelecekte yapmayı arzuladıkları meslekler hangileri?
Meslek seçerken hangi kriterler kullanılıyor?
Bilgi edinmek için kullandıkları kaynaklar hangileri?
Çelişen bilgiler karşısında tutumlar ve izledikleri yol ne?
Interneti hangi düzeyde ve nasıl kullanıyorlar?
Akıl yürütme becerileri ne düzeyde?
Erkekleri ne kadar iyi tanıyorsunuz
"Mutlu bir beraberlik yürütelim" düşüncesiyle, erkekleri anlamak için elimizden geleni yapıyoruz. Bazılarımız bu konuda oldukça da başarılı... Peki ya siz erkeklerin dilinden anlıyor musunuz? Seninle dergisinde yer alan bu testi çözerek, soruya net bir cevap verebilirsiniz.
1Eve geliyorsunuz ve eşiniz gürültülü bir müzik eşliğinde gitar çalıyormuş gibi yapıyor. Bu davranışını nasıl yorumlarsınız?
a) "Herhalde kurtlarını dökmeye çalışıyor" derim
b) "İşyerinde bir başarı elde etmiş, onu kutluyor" derim
c) "Eski bir CD bulmuş ve gençliğini hatırlamış" derim
2Bir erkek başının çok ağrıdığından yakınıyorsa...
a) Biraz bakım ve ilgi istiyordur
b) Kendini gerçekten iyi hissetmiyordur
c) Biraz rahat bırakılmak istiyordur
3Sizce ilk randevuda bir kadını, bir erkek için çekici hale getiren nedir?
a) Bir yandan hayranlık, diğer yandan erişilmezlik duygusu uyandırması
b) Dostça ve karmaşık olmayan bir kişiliğe sahip olması
c) Korunmaya muhtaç olması
4Eşinizin takımı halı saha maçını kaybetti ve hakeme söylenip duruyor. Ne yaparsınız?
a) Yenilgileri kabullenmeyi öğrenmesi gerektiğini söylerim
b) Sakinleştirmek için ona katılıyormuş gibi yaparım
c) "Her şeye rağmen benim için en büyük sensin" derim
5Eşinizin gömleğini ütülerken bir anda eşiniz geliyor ve yaptığınız işi göklere çıkarıyor. Ne düşünürsünüz?
a) Vicdan azabı hissettiği için bunu övgüyle kapatmaya çalışıyor
b) Bundan sonra da gömleklerini ütülememi garantilemek istiyor
c) Yaptığım işin kıymetini bildiğini göstermeye çalışıyor
6Kavga sırasında siz bağırmaya başlıyorsunuz. O ise kendinizi kaybetmemeniz konusunda sizi uyarıyor. Bu davranışıyla...
a) Benim duygularımı hiç mi hiç anlamadığını bir kez daha göstermiş oluyor
b) Beni daha fazla tahrik etmeye çalışıyor
c) Bu meseleyi sakin bir şekilde halletmeye çalıştığını gösteriyor
6-9 puan arası
Yanlış yol
Erkeklerin sizin gibi düşünmediğini artık kabul edin. Onların da sizin gibi düşündüğünü zannettiğiniz için onları bir türlü anlayamıyorsunuz. Erkekleri biraz daha anlamaya çalışmanızın vakti geldi.
10-14 puan arası
Dengeyi oturtmuşsunuz
Her zaman erkeklerin ne düşündüklerini anlamasanız bile, dillerini öyle zamanlarda anlıyorsunuz ki, bir anda hayranlıklarını kazanıyorsunuz. Bu halinizle onların gözünde müthiş birisiniz.
15-18 puan arası
Şanslı gruptansınız
Erkeklerin dilini anlama ayrıcalığına sahip azınlıktan birisiniz. "Kadın-erkek beyni birbirinden farklı çalışır" gibi konulara takılmak yerine, espri anlayışınızla erkeklerle iyi zaman geçirmenin yollarını bulabiliyorsunuz.
DEĞERLENDİRME
ABC
1321
2123
3213
4132
5121
6321
Yazının Devamını Oku