Başkan Trump’ın Charlottesville’de geçen hafta sonu bir kişinin öldüğü eylemlerle ilgili olarak sadece aşırı sağcı grupları değil onlara karşı gösteri yapan grupları da suçlaması tansiyonu daha da yükseltti.
Trump’ın ‘iki taraf da kabahatli’ minvalindeki sözleri ırkçı tarafları sevindirirken, rakip Demokratlar’dan kendi partisine iş dünyasından Hollywood’a kadar geniş bir yelpazede tepki çekti.
AMERİKALI, AMERİKALIYA SALDIRIYOR
WASHINGTON yönetimi dünyanın öte yanında terör örgütü DEAŞ ile mücadeleye soyunurken, başkent Washington’a 2.5 saat uzaklıktaki Charlottesville’de aracını alan bir ırkçı, tıpkı DEAŞ taktiğiyle göstericilerin üzerine aracını sürüyor.
Washington-Pyongyang ekseninde giderek dozu artan bu retorik dünyayı tehlikeli bir savaşla karşı karşıya bırakır mı?
Baştan söyleyelim, şimdilik gidişat karşılıklı tehdit söylemleri düzeyinde.
Ancak kaygı verici olan tehditlerin düzeyinin tırmanıyor olması. Bu gerilimli ortamda kontrol dışı gelişmeler işin seyrini beklenmedik bir şekilde değiştirebilir.
KRİZ NASIL BAŞLADI
1953 yılında Kore Savaşı’nda ateşkes sağlandı, ama taraflar arasında soğuk savaş hep sürdü. Son gerginlik ise Kuzey Kore’nin 33 yaşındaki lideri Kim Jong-un füze deneylerine hız vermesiyle tırmandı.
Kuzey Kore’nin 4 Temmuz ve 28 Temmuz’da yaptığı iki kıtalararası füze denemesi bardağı taşıran damlalar oldu. Çünkü ilkinde Kuzey Kore 6.700 km, ikincisinde ise 8 bin km menzile ulaşmıştı. Bu Pyongyang’ın ABD’ye füze yollayabileceği anlamına geliyordu.
ABD’NİN TEPKİSİ NE OLDU
ABD, BM Güvenlik Konseyi’nden Rusya ve İran’ın yanı sıra Kuzey Kore için ağır bir yaptırım kararı çıkarttı. Tüm kömür, deniz ürünü, demir ve demir cevheri, kurşun ve kurşun cevheri ihracatı yasaklandı.
İsrail, Mescid-i Aksa’da 14 Temmuz’dan bu yana aldığı güvenlik önlemlerini kaldırmış ve Filistinli cemaat Harem-i Şerif’e girmeye başlamıştı ki, dün yeni çatışmalar çıktı. Bir kez daha burada bir uzlaşmaya varmanın ve buna sadık kalmanın ne kadar zor olduğunu gördük...
HAREM-İ ŞERİF
- İslamiyet’in üçüncü kutsal mekanı ve ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa, Doğu Kudüs’te Harem-i Şerif kompleksinin içinde yer alıyor.
- Yahudiler, Harem-i Şerif’in Romalılar zamanında yıkılan Hz. Süleyman Tapınağı’nın üzerinde yer aldığına inanıyor. Yahudilere göre, Harem-i Şerif’in hemen batı tarafında bulunan ‘Ağlama Duvarı’ o tapınaktan geriye kalan son duvar. Bu nedenle Yahudiler de Mescid-i Aksa’nın yer aldığı Harem-i Şerif’ten hak iddia ediyor.
- Anlaşmalara göre Yahudilerin Mescid-i Aksa ve altın kubbeli Kubbet-üs Sahra’nın bulunduğu Harem-i Şerif diye anılan avluya girmesi serbest, ancak burada ibadet etmeleri yasak.
- 1967’den beri Doğu Kudüs, Batı Şeria ile birlikte İsrail’in işgali altında. El Aksa ise anlaşmayla Ürdün’ün himayesine bırakılmış durumda, günlük yönetim ise Kudüs İslami Vakıflar Dairesi’nde. Giriş-çıkışı da Filistinliler kontrol ediyordu.
DEDEKTÖRLERİ NİYE İSTEMEDİLER
- 14 Temmuz’da ise üç Filistinlinin İsrail güvenlik güçlerine saldırmasıyla bu statüko tehlikeye girdi. Harem-i Şerif’te devam eden çatışmada üç Filistinli ile iki İsrailli güvenlik görevlisi öldü. İsrail, o gün Mescid-i Aksa’da cuma namazı kılınmasına izin vermezken, kutsal mekanı iki gün ibadete kapadı, pazar günü açtığında ise kapıya metal dedektörler koyduğu anlaşıldı.
Ancak bu defaki tansiyon, öncekilerden daha ciddi ve sonuçları daha keskin olacağa benziyor.
ALMANYA ve Türkiye, tarihsel işbirliği bir yana, Almanya’da yaşayan 3 milyonu aşan Türkiye kökenli nedeniyle dünya üzerinde ender rastlanan iki ülke grubunu oluşturuyor. Ancak son dönemde ilişkilerde bir türlü normalleşme yakalanamıyor.
Alman komedyenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik hakaret şiiri, Alman Parlamentosu’nun Ermeni soykırımı tasarısını kabul etmesi, Alman vekillere İncirlik’teki askerlerine ziyaret izni çıkmaması, Türk yetkililere anayasa referandumu öncesinde Almanya’da etkinlik yapma onayı verilmemesi, Nazi benzetmeleri, etkinlik yasağının Temmuz başında Hamburg’da yapılan G-20 zirvesinde Erdoğan için de sürdürülmesi şeklinde gerilim yükselmeye devam etti.
Nitekim orada da ABD’nin desteklediği terör örgütü PKK’nın uzantısı YPG’nin ana unsur olduğu SDG, Rakka’nın tarihi surlarının ABD tarafından bombalanmasının ardından kentin eski mahallelerine sızdı.
Ancak son birkaç gün içinde yaşanan gelişmeler ve açıklamalar şunu gösteriyor; Suriye’de savaş bitmekten henüz çok uzak; bir yandan da yerel, bölgesel ve küresel güçler DEAŞ sonrası Suriye’nin paylaşımı için bilek güreşine tutuşmuş durumda.
YPG’YE VERİLEN SİLAHLAR
TÜRKİYE, geleneksel olarak bir Arap şehri olduğu gerekçesiyle Rakka’ya yönelik operasyonun Ankara’nın desteklediği Suriye unsurlarıyla yapılması için çok bastırdı; YPG’ye silah verilmesine şidddetle karşı çıktı. Ancak DEAŞ’ın 2014 yılında Kobani’yi işgal etmesinden bu yana YPG ile yakınlaşma sürecine giren ABD, bu operasyonu SDG ile sürdürme kararından vazgeçmedi.
ABD Savunma Bakanı Mattis, Rakka’dan sonra da SDG ile işbirliği yapabileceklerini, duruma göre silahların alınıp başka teçhizatın verilebileceğini söylüyor.
ABD’nin bu tutumunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki akşam France 24 kanalında “Kimse kimseyi aldatmasın. Bu silahlar PYD’ye verilmiştir ve onlarda kalacaktır” diyerek değerlendirdi. Ayrıca Erdoğan, “Eğer YPG’den (Türkiye’ye) tehdit gelirse askerimiz, ÖSO ile her türlü operasyona hazırdır” da dedi.
AFRİN TARTIŞMASI
CUMHURBAŞKANI Erdoğan
Taraflardan gelen karşılıklı açıklamalar da tansiyonun yakın zamanda düşeceğine dair işaret vermiyor.
Krizin çözümündeki arabuluculardan biri olan Türkiye ise Arap ülkelerinin Katar’daki askeri varlığının sona erdirilmesi talebiyle bir anda kendini gerilimin aktörlerinden biri olarak buldu.
SÜNNİ EKSENİNDE BÖLÜNME
SURİYE’de içsavaş patlak verdiğinde dünya çok taraflı bir vekalet savaşıyla karşı karşıya kalmıştı. Bir yanda Şii nüfuzunu arttırmaya çalışan İran, öte yanda Sünni ağırlığını korumaya çalışan S. Arabistan, Katar gibi ülkelerin desteklediği Sünni ekseni. Şii eksenine yakın Rusya ve Sünnilerle hareket eden ABD...
2- Krizin zamanlaması dikkat çekiciydi. Tam da ABD Başkanı Trump’ın Suudi Arabistan’a yaptığı ve Arap ülke liderleriyle bir araya geldiği ziyaret sonrasına denk geldi. Trump da ziyareti sırasında Arap liderlere radikal ideolojinin finansmanını sorduğunda kendisine ‘Katar’ı gösterdiğini’ söyleyip ‘ziyaretin işe yaradığını’ belirtti. Ancak ABD Dışişleri ve Pentagon’un dengeleyici açıklamaları dikkat çekiciydi.
3- Çünkü ABD için Katar önemli bir ortak. ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük üslerinden biri Katar’ın başkenti Doha’nın 20 km uzaklıktaki El Ubeyd üssü. Ortak Hava Operasyonları Karargâhı burada. Irak, Suriye, Afganistan ve diğer 17 ülkedeki hava operasyonları komutası ve kontrolü buradan sağlanıyor. En az 10 bin asker ve 120 uçak kapasiteli.
4- Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Bahreyn başta olmak üzere dokuz ülke Katar’a yaptırım kararı aldı. Ve Katar’ı terörü finanse etmek, içişlerine karışmakla suçlayıp Müslüman Kardeşleri (İhvan) de aralarında sayarak El Kaide bağlantılı gruplar ve DEAŞ’a destek vermekle itham ediyorlar. Ayrıca Sünni Araplar, Şii ekseninin başı olan İran ile ilişkilerde de Katar’dan Araplarla ortak hareket etmesini talep ediyor.
5- Coğrafi açıdan Katar, Körfez’deki bir burun üzerinde kurulu bir Emirlik. Tek kara bağlantısı Suudi Arabistan ile. Körfez’in karşısında ise İran yer alıyor. Ayrıca Katar ile İran, dünyanın en büyük doğalgaz rezervine sahip Güney Pars sahasının ortağı. 2015 yılında kalkan yaptırımların ardından İran, Güney Pars’taki doğalgaz yatırımlarına hız verdi. Doğalgazda İran ile rakip olan Katar, Güney Pars’ta ise bir yandan da işbirliği arayışında.
6- Katar, işte bu doğalgaz zenginliğini siyasi nüfuz sağlamak için kullanmakla itham ediliyor. Arap baharı başladığında Katar’ın Libya, Tunus ve Mısır’da muhalif grupları desteklediği, mali ve silah yardımı yaptığı konuşulmuştu. Keza Suriye’de... Mısır’da Mübarek’in devrildiği isyan sonrasında Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi’yi destekleyen Katar, 2013 yılında Abdülfettah el Sisi liderliğindeki askeri müdahaleye karşı çıkan kanatta yer aldı. Buna karşılık Müslüman Kardeşler hareketini monarşilerine karşı bir tehdit olarak algılayan Suudi Arabistan ve ortakları Sisi müdahalesine destek çıkmıştı.
7- Arap ülkeleri Katar ile barışmak için şartlar öne sürüyor. Propaganda amaçlı kullanıldığını iddia ettikleri El Cezire’nin yayınlarının gözden geçirilmesini, İran ile mesafe konulmasını, Müslüman Kardeşler’in yanı sıra Hamas ile de işbirliğinin sona erdirilmesini talep ediyorlar. El Kaide ve DEAŞ’a desteğin kesilmesini de istiyorlar.
8- 2014 yılında da Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, Katar’ı içişlerine karışmak ve terör örgütü saydıkları Müslüman Kardeşler’e destek vermekle suçlayarak büyükelçilerini çekmişlerdi. Katar’ın İhvan liderlerini ülkeden yollaması ve o dönem bölgede yaşanan gelişmeler tarafları ‘Riyad uzlaşması’na sevk etmişti. Katar Emiri, dönemin Suudi Kralı Abdullah’ı yaş itibarıyla büyük olduğu için alnından öpmüş, kriz tatlıya bağlanmıştı.
9- Son kriz, öncekinden katbekat daha büyük. Her gün yeni yaptırımlar ekleniyor. Doha bir yandan
İklim değişiklikleri, mevsimlerin kayması ve mevsim anormallikleri. Ve konuyla yakından alakalı olan ABD Başkanı Donald Trump’ın aldığı dünkü Paris İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı.
Trump, seçim kampanyası döneminde ‘küresel ısınmayı’ bir ‘kandırmaca’ olarak nitelemiş ve eğer seçilirse selefi Obama’nın ABD adına onay verdiği Paris İklim Anlaşması’ndan çekileceğini vadetmişti. Geçen hafta İtalya’nın Taormina kentinde 7 zengin ülkenin liderleri bir araya geldiğinde Trump’ı bu vaadinden vazgeçirmeye çalıştılar. Ancak anlaşılan o ki, başarılı olamadılar.
SURİYE, NİKARAGUA İLE AYNI LİGTE
PARİS İklim Anlaşması, uzun müzakerelerin ardından 2015 yılının sonunda kabul edildi. Sanayi devi ABD’den fakir Kongo Cumhuriyeti’ne zengin Almanya’dan savaş ülkesi Afganistan’a kadar 196 ülke, küresel ısınmaya, dolayısıyla iklim değişikliğine neden olan sera gazlarının (karbondioksit, metan ve ozon gibi gazlar) salınımlarını azaltma ya da sınırlama sözü verdiler. Anlaşma ile küresel ortalama sıcaklık artış limitinin yüzyılın sonuna kadar 1.5 ila 2 derece arasında sınırlandırılması hedefleniyordu. Ülkeler, ekonomilerini dönüştürerek kendi gaz salınımlarını azaltma taahhüdü altına girdiler. Dünyada sadece iki ülke bu anlaşmaya katılmadı. Yedi yıldır savaşın sürdüğü Suriye ve anlaşmayı yeterli bulmayan Nikaragua. Çin’den sonra en çok çevreye zararlı gaz üreten ABD ise bu anlaşmaya taraf oldu.
TRUMP’IN GEREKÇELERİ
ANLAŞMA yeni dönemde fosil yakıt tüketiminin, dolayısıyla sera gazlarının azaltılmasını öngörürken, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeyi hedefliyordu. Trump’a ve ona yakın sanayi çevrelerine göre kömür, petrol gibi yakıtlardan vazgeçerek üretim yapmak Amerikan ekonomisine trilyonlarca dolarlık ek maliyet yüklediği gibi diğer ülkelerle rekabet anlamında ABD’nin geriye düşmesine yol açacaktı. İş kaybına neden olarak da Trump’ın vaatlerinin en üstünde yer alan “Önce Amerika” hedefini tehlikeye sokabilirdi.
Trump, G-7 ile pazarlık yaparken kömür madencileri, kömürden enerji üreten şirket yöneticileri, enerji lobisi ve muhafazakâr Cumhuriyetçi Parti’nin bazı isimleri ‘vaadinden dönme’ diye baskıyı sürdürdü. Anlaşmaya devam baskıları da yoğundu. Mesela Apple şirketinin CEO’su Tim Cook, bunun iş dünyası, ekonomi ve çevre açısından olumsuz mesaj vereceğini söyledi. Bazı siyasi yorumcular, ABD’nin daha önceki bir taahhüdünden geri dönmesinin uluslararası siyasetteki güvenilirliğini de tehlikeye atacağı uyarısında bulundu.
IVANKA’DAN YOĞUN BASKI