4 Temmuz 2008
ÜÇ aylara yeni girdik. Hepimize mübarek olsun. Üç aylar denilen zaman dilimi recep, şaban ve ramazan aylarını kapsar. Recep ve şaban ayları ramazanın habercisi olduğu için ayrı bir değere sahiptir. Bir anlamda hazırlık ayları sayılır. İbadet için kıvamını gözleme, dinimizin alışılagelen bir yöntemidir. Dinimiz herhangi bir meseleyi birden yasaklamaz, bir çırpıda emretmez, bilakis alıştırır, rahatlatır ve uygulanabilir hale getirir. İbadetteki zirve noktasına gelmek için ön hazırlıkların mutlaka uygun şekilde yapılmasını ister.
Namazda secde zirvedir. Ona varabilmek için kıyam (namazda ayakta duruş) ve rükuyu yaptırır, sonra secdeye vardırır. Kıyamdan doğrudan doğruya secdeye var demez. Ramazan da diğer ayların zirvesidir. Recep ve şaban ayları da bu anlamda hazırlık aylarıdır.
* * *
Peygamberimiz üç aylar hakkında mesajlar ve müjdeler vermiştir. Üç ayların ilki olan recep ayı girince Peygamberimiz şöyle buyururdu: "Allah’ım! Recep ve şabanı bize mübarek kıl! Bizi ramazana ulaştır."Üç ayların değerini yücelten en önemli özelliği de beş mübarek gecenin dördünün bu aylar içinde olmasıdır.
Recep ayının ilk cuma gecesi olan Regaip Kandili, recep ayının 27. gecesine rastlayan Miraç Gecesi, şaban ayının 15. gecesine rastlayan Berat Gecesi ve ramazanın 27. gecesinde kutladığımız Kadir Gecesi.
Peygamberimiz, şaban ayında çok oruç tutardı. Hz. Ayşe (RA), Resulullah’ın (SAV) bu aydaki orucu hakkında şu açıklamayı yapar: "Şaban ayı kadar çok oruçlu olduğu bir ay görmedim."
Regaip: Manevi durulmanın, nefis muhasebesinin, iyi işlere devam etmenin, hayattaki menfilikleri çizmenin, küsleri barıştırmanın, kardeşlik hukukunu yeniden kontrol etmenin, uzun bir koşudan sonra soluklanmanın, manevi bütçeyi denkleştirmenin, bu muhteşem káinatta ben neyim, neredeyim, bugüne kadar ne yaptım sorularına cevap vermenin zamanıdır.
Miraç (yükseliş): Güzelliklere, şefkate, affetmeye, hor ve hakir görmeme erdemine yükseliş zamanıdır.
Berat: Tümden tövbe, bütün kusur ve hatalardan Rahman’a sığınma zamanıdır.
Peygamberimizin yaptığı gibi zaman zaman oruç tutalım bu ayda. O, bu ayda o kadar çok oruç tutardı ki, sahabe hiç iftar etmeyecek sanırdı. Bazen de öylesine oruçsuz geçirirdi ki, sahabe hiç oruç tutmayacak sanırdı.
Bu gecelerde bol bol dua edelim. Zira beş gece vardır ki, o gecelerde yapılan dualar geri çevrilmez. Bunlar; recebin ilk cuma gecesi (dün gece), recebin 27. gecesi (Miraç Gecesi), şabanın 15. gecesi (Berat Gecesi), cuma geceleri ve Ramazan Bayramı gecesi. Tabii ki, dualar bu gecelere hapsedilmemeli.
Her an, her gece ve her gündüz dua için kuluna kapıyı açık tutan bir Rabbimiz var. Dua için uygun bir yürek bulun yeter ki. Niyetlerinizi temiz kılın yeter ki. Unutmayın ki, günahlarınız bulutlara varacak kadar çok olsa da Allah’ın rahmeti onları kuşatıp yok eder.
Bu günler fırsat günleridir. Bugünlerde her şeyi biraz daha sıkı tutalım. Zünnun-i Mısri’nin dediği gibi: "Recep tohum ekme, şaban sulama, ramazan ise hasat zamanıdır."
Denir ki, recep ayında Hz. Nuh gemiye bindirildi. Denir ki, bu ayda yedi gün oruç tutana cehennemin yedi kapısı kapanır. Cennetin kapıları açılır (Taberani).
Milletlerin hayatında önemli ve anlamlı zaman dilimleri vardır. Yaşadığımız günlerin böyle bir özelliğe sahip olduğuna inanıyorum. Bugünlerde birbirimizi daha çok sevelim, toleranslı, hoşgörülü olalım. Üslubumuzu dengeli ve temiz tutalım. Konuşmalarımızda ve yazılarımızda hakaret sözcüklerine yer vermeyelim. Kötü söz, ağızdan ve kalemden kolay çıkar ama zor temizlenir.
* * *
Gelin bu önemli zaman diliminde fırsatı değerlendirelim ve Hz. Peygamber’in çok önemsediği seyyidul istiğfar (bağışlanmanın zirvesi) denilen duayla Allah’a yalvaralım:
"Ya Rabbi! Sen benim Rabbimsin. Senden başka yaratıcı yoktur. Sen beni yarattın. Ben senin kulunum. Ben, sana verdiğim sözüm üzerineyim. Gücüm yettiğince senin yolundayım. Yaptığım yanlışlardan sana yönelirim. Bana olan nimetini biliyorum. Günahımdan dolayı da sana yöneliyorum. Beni affet. Senden başka affedecek yok ki."
SORALIM ÖĞRENELİM
Üç aylara girdik. Ne tür ibadetler yapalım?Ahmet ÜNAL/ANKARA
Zaman zaman oruç tutmanız, bol bol Kuran-ı Kerim okumanız ve manen ramazana hazırlanmanız gerekir. Ayrıca recep ve şaban ayındaki (temmuz ve ağustos) mübarek geceleri güzel değerlendirmeye çalışınız.
Müslüman olmak için sadece lailahe illallah (Allah birdir) demek yeterli midir?Ali KAZAN/İSTANBUL
Müslüman olmak için, Allah birdir demek yeterli değildir. Kişinin Hz. Muhammed’in (SAV) son peygamber olduğunu ve O’ndan sonra peygamber gelmeyeceğini ifade etmesi şarttır. Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden rasulullah denilmelidir.
Yolculukta kılınmayan namazlar nasıl kaza edilir?Edip SUCU/NİĞDE
Namaz, kişinin zimmetine nasıl ve ne şekilde terettüp ederse, onu o şekliyle eda veya kaza edecektir. Yolculukta iken namazı kazaya kalan kişi, evine döndükten sonra da olsa, dört rekátlı olan farzları iki rekát olarak kaza eder. Mukim iken namazı kazaya kalan kişi de, yolculukta bu namazı tam olarak kaza eder.
Namaz kılarken kıbleye yönelmenin hükmü nedir?
Abdullah TOZAR/TEKİRDAĞ
Namaz kılarken kıbleye yönelmek namazın farzlarındandır. Müslümanların kıblesi ise Kábe’dir. Kábe’yi görenlerin bizzat kendisine, görmeyenlerin ise o cihete (yöne) yönelerek namazlarını kılmaları gerekir. Bu husus Kuran-ı Kerim’de şöyle belirtilmektedir: "Ey Muhammed! Bundan böyle yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun (namazda) hep o yöne dönün." (Bakara, 2/144)
Uzaklarda Kábe’ye yöneliş, ancak takribi olarak gerçekleşebilir. Bu yönelişte esas olan, namaz kılanın cephesini Kábe istikametinden tamamen çevirmemesidir. Yalnız yüzün kıbleden çevrilmesi ise mekruh olmakla birlikte namazı bozmaz. Bununla birlikte namaz kılanın, gücü yettiği kadar kıbleye doğru bir şekilde yönelmeye çalışması dini bir görevdir.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2008
UYDURMA rivayetlerde kadın konusuna ayırdığımız iki yazıdan sonra o denli müspet dönüşümler aldım ki konuyu bütünleyecek bugünkü yazımı da kaleme almak ihtiyacı hissettim. Hiç şüphe yok ki yıllarca Müslümanları menfi açıdan etkilemiş olan uydurma rivayetlerden birisi de şudur: "Kadınlarınıza Yusuf süresini öğretmeyin. Onlara bunu okumayın. Zira bunda onlar için fitne vardır. Onlara Nur süresini öğretin..."
Şii hadisçi Kuleyni (Ö. 328) bu sözü Hz. Ali’ye dayandırır ki bu rivayetin aslı yoktur. Saygın hadis kitaplarının hiç birisinde bu rivayet yer almaz. Ne Hz. Peygamber ve ne de Hz. Ali böyle bir cümle kullanmaz.
* * *
Düşünebiliyor musunuz, Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’i indirecek ve yüce kitabın surelerinden birinin adı Yusuf suresi (12. sure) olacak ve bu sureyi kadınlara öğretmeyin denilecek. O zaman bu sure erkeklere aittir denirdi ve her şey bir çırpıda halledilirdi! Böyle bir kayıt, bu dine yapılabilecek en büyük haksızlıklardan birisidir. Olabilir mi böyle bir şey? Mümkün mü? Elbetteki hayır.
Yine bazı uydurma rivayetlerde yer alan kadınlara yazı öğretmeyin safsatası da yıllarca kafaları karıştırmıştır. Halbuki ilk dönemin büyük hadis álimlerinden Zehebi, Darekutni, İbn Adiyy ve başkaları bu rivayetlere karşı bir anlamda savaş almışlardır. (Zehebi, Telhis, 2,396; Mizan, 1.419)
Bu rivayet Hz. Peygamberin uygulamasına taban tabana zıttır. Sevgili Peygamberimiz eşi Hafsa’ya yazı öğretmesi için Şifa Hatun’a talepte bulunur ve Şifa Hatun, Hz. Hafsa’ya yazıyı öğretir. Hz. Aişe de yanında mektuplarını yazacak bir kız çocuğuna okuma yazmayı bizzat kendisi öğretir. Çok garip. Tabii ki, bir tarafta ’İlim yapmak her Müslümana (kadın ve erkek) farzdır.’ (İbn Mace, Mukaddime, 1.378) diyen bir peygamber diğer taraftan kadına yazmayı yasaklayan uydurma rivayetler. Ben bu uydurma gelenekle İslam áleminin bugünkü eksikliklerinde birebir bağlantı var demek istemiyorum ama dini anlatan ve halkla bütünleşmesi gereken ilim adamlarının doğru ve isabetli sentezlerde geciktiklerini belirtmek istiyorum.
Bizim huyumuz böyledir, ya susarız ve hataları görmezden geliriz yahut da öylesine acımasız davranırız ki sağlam ve çürük olan malzemenin tümünü çöpe atmaya yelteniriz. Ortasını, makul ve makbul olanını bulmakta zorlanırız. Maalesef bu böyle.
Bu uydurma rivayetlere neden yer verdim. Şundan dolayı: İslam alimleri tarih boyunca bu muazzam dine ve O’nun şanlı nebisine ters gelecek bütün hastalıklı anlayışları, uydurma rivayetleri tasfiye etmek için büyük gayret sarf etmişlerdir. Tabii ki zaman zaman bariyerlerle karşılaşmışlardır. Bazı kitaplarda İslam’a yöneltilen eleştirilerde kadınların aleyhine sayılabilecek uydurma rivayetleri ön plana çıkaran yorumlara şahit oluyoruz. Maalesef tenkitler yanlış ve yanlı bir zemine oturtularak rahmet dini karalanmaya çalışılmaktadır. İşte bu yazı ve benzerleri bir sağduyu çağrısıdır. Kaleme ve káğıda zulmetmekten vazgeçmeye çağrı yazısıdır.
Bütün bu menfi rivayetlere rağmen İslam tarihi, parmakla gösterilen büyük kadınlara şahit olmuştur. Onların bir kısmını bu yazımızın sonuna alalım:
Amra (Umra) (v:98), Hz. Aişe tarafından yetiştirilmiş büyük bir hadis bilginidir. Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz onun hadislerini özellikle yazdırmıştır.
Nefise bintu Hasan (v:168) İmam Şafii (v:204)’ye öğretmenlik yapacak kadar muhteşem bir kadındı. İmam Şafii’nin cenaze namazını kılmıştır.
Sekine, Ümmü Ali, Ümmü’l-Hayr Rabia, Fahrun Nisa Sühde (v:574, hat ustası ve hadis alimesi)
Zeyneb bintu Selma hakkında zamanın büyüklerinden Ebu Rafi der ki: Medine’de onun gibi büyük bir fıkıhçı görmedim.
Zeyneb bintu Abdirrahman (v:615; Zemahşeri isimli Türk kökenli tefsircinin hocası) ve daha nicesi.
* * *
İmam Malik’ten hadis rivayet eden Abide, Buhari’nin hadislerini Mekke’de rivayet eden Kerime bu anlamda unutulmayacak isimlerdir.
Şair sahabe kadınları arasında; Hz. Fatma, Hz. Şeyma, Hz. Hansa, Hz. Atike, Hz. Naciye ilk akla gelen isimlerdir.
Son olarak kitaplarımızda yer alan şu tebessüm ettirici anekdotu sunalım: Büyük alim Said bin Müseyyeb kızını talebesiyle evlendirir. Ertesi gün damat kayınpederinin fıkıh ve tefsir dersine katılmak için hazırlanır. Said’in kızı şöyle der: "Evde kal, babamın sana öğreteceği dersleri ben sana öğretirim."
İşte sahih rivayetlerdeki Müslüman kadın.
SORALIM ÖĞRENELİM
Her kaza namazı için ezan okumalı mıyım? Kamet getirmek zorunda mıyım?
Alaattin CEBE/İZMİT
Birkaç kaza namazı kılacaksanız tek ezan yeterli olur. Ama her kaza namazı için ayrı ayrı kamet getirmeniz gerekir. Ancak ezan da, kamet de namazın kabulünün şartı değildir. İhmal ederseniz namazınıza zarar vermez.
Mermerden mezar yaptırmak günah mı?
Sultan ALPDAĞ/İSTANBUL
Önemli olan mezarın dışının değil içinin görkemli olmasıdır. Mezarın içi derken ibadet ve güzel amelle doldurulmuş bir ahireti kastediyorum. Sorunuza gelince: Mermerden mezar yapmanız sakıncalı değildir. Ama mütevazı, fazla israf yapılmamış ve kime ait olduğu belli olan bir yapı tercih edilendir.
Erkeğin saç uzatması sakıncalı mıdır?
Abdulaziz BEYTEKİN/BİTLİS
Sakıncalı değil. Hz. Peygamberin saçının zaman zaman kulak memesine kadar uzadığını biliyoruz. Önemli olan size, toplumun örfüne, şartlarınıza, kişiliğinize yakışan bir görüntüde olmanızdır.
Rüyamda oğlum olacağını gördüm. İsmini şu şekilde koy diye bana söyleniyor. Rüyamın gereğini yapmak zorunda mıyım?
Nalán SERT/ADANA
Öncelikle sağlıklı bir çocuğa sahip olmanızı dilerim. Erkek veya kız, önemli olan sağlıklı olması. Şayet erkek çocuğunuz olursa uygun gördüğünüz herhangi bir ismi koyabilirsiniz. Rüyanın gereğini yapmak zorunda değilsiniz. Zira rüyalar bağlayıcı değildir. Ama rüyada gördüğünüz ismi koymanıza da bir engel yoktur. Önemli olan gönlünüzü hoş ve duru tutmanızdır.
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2008
GEÇEN haftaki yazımızda "uydurma rivayetlerdeki kadın" konusuna değinmiş ve bunu örnekleyeceğimizi yazmıştık. Bu yazımızda da sahih olmamasına, yani uydurma olmasına rağmen dinimizi karalamada malzeme olarak kullanılan bazı rivayetlere yer vereceğiz.
Bu örneklerle aslında saygıdeğer okuyucumuza bir anahtar vermek istiyoruz. O da; kadını aşağılayacak, fıtrata ve vicdana aykırı düşecek olan sözlerin merhamet önderinin ağzından çıkmayacağı gerçeğidir. Bunu örnekleyelim:
* * *
Bazı kitaplarda şu rivayet yer alır: "Uğursuzluk üç şeydedir. Evde, kadında ve atta (binek)." Bunun ravisi Hz. Ebu Hureyre (RA). İnsanlar Hz. Ayşe’ye (RA) bu rivayeti soruyorlar. Hz. Ayşe buna çok sert tepki veriyor. Ve şöyle diyor. Ebül Kasım’ı yani Hz. Muhammed’i (SAV) Kuran’la gönderen Allah’a yemin ederim ki, Hz. Muhammed (SAV) böyle söylememiştir. Ebu Hureyre yanlış biliyor. Olayın aslı şudur: Peygamberimiz bir gün şöyle buyurmuştu: İslam’dan önce cahiliye Arapları zannederlerdi ki üç şeyde uğursuzluk vardır. Bunlar; ev, kadın ve binek hayvanıdır. Ebu Hureyre sözün başını duymadı da sözün ikinci bölümünü duydu. Sadece orayı rivayet ediyor, bu doğru değildir." (Ez-Zerkesi, el-İsabe, s.114-116)
Bu açıklamadan sonra Hz. Ayşe, "Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (levh-i mahfuzda) yazılmış olmasın (Hadid, 22)" ayetini okur. Sıkıntıların uğursuzlukla değil başka şeylerle yorumlanması gerektiğini belirtir. Sonrasında İslam’ın uğursuzluk kavramını bünyesinde barındırmadığını gösteren sözler söyler.
Tabii ki buradan hareketle büyük sahabi Ebu Hureyre’yi (RA) suçlamak mümkün değildir. O sözü duyduğu kadarıyla iletmiş ama Hz. Ayşe tarafından ikaz edilince de direnmemiştir. (Bk. Juynboll, Modern Mısır’da Hadis Tartışmaları. Ank. Okulu.)
Başka bir uydurma rivayet: "Kadına itaat pişmanlıktır." Şevkani, İbn-ül Cevzi, Sehavi gibi hadis alimleri, "Bu söz uydurmadır" derler. (Aliyy’ül Kari, El-Esrarül Merfua, 226; Es-sehavi, Makasid, 277.)
Bu rivayet Ankebut Suresi’nin 8. ayetine ve Hz. Peygamber’in anneye hizmet ve itaati emreden hadislerine aykırıdır. Hz. Peygamber’in hayatındaki "danışma ve söze itibar" prensibine aykırıdır. Nitekim kadınlarla erkekler arasındaki nice problemde Hz. Peygamber kadınlardan yana karar vermiştir. Yani kim haklıysa ondan yana karar vermiş, sözün kelamın cinsiyetine değil, doğruluğuna bakmıştır.
Bir başka uydurma rivayet: "Kadın olmasaydı Allah’a hakkıyla ibadet edilirdi." rivayetidir. İbnül Cevzi, Nesai, İbn Adiyy bu söze uydurma bir rivayet derler. (El-Mevzuat, 2,255)
Uydurmadır zira Kuran’ı Kerim ibadet eden, Allah’a yakın olan kadınları onlarca ayette över. Diğer ilk kutsal metinlerin zıddına kadını günahkár saymaz, Hz. Adem’e günahı işletenin kadın değil, şeytanın vesvesesi olduğunu belirtir.
Bu örnekler çoğaltılabilir: "Kadın için iki örtü vardır; biri koca öteki mezar. Cuma vakti öyle bir an vardır ki, o anda yapılan bütün dualar kabul edilir, ancak kocası kendisine kızgın olan kadının duası hariç (İbnül Cevzi, Mevzuat 3,237)" gibi uydurma onlarca rivayetten bahsedilebilir. İbn Adiyy, İbnül Cevzi, Aliyyül Kari, İbn Arrak ve diğerleri bu tür rivayetleri şiddetle reddederler. Aslı yok derler.
Bu tür rivayetler Hz. Peygamber’e iftiradır derler. Kaldı ki zaten bu rivayetlerin hiçbiri muteber hadis kitaplarında yer almaz. Aslında bu rivayetler üzerine konuşmak bazılarının sandığı gibi modern İslam düşüncesinin, geleneksel İslam düşüncesiyle hesaplaşması değildir. Bilakis en başta kadim -eski- gelenekçi alimler bu rivayetleri reddetmişlerdir. Bu rivayetlerle hesaplaşmış, ciltlerle eser kaleme almışlardır. Müthiş bir tenkit kültürü oluşturmuşlardır.
* * *
Belki de bizler İslam áleminde ortaya çıkan birçok hurafeyi iyi etüt etmeden İslam bilginlerine veya sahih hadislere yüklenmişizdir. İslam bilginlerinden, İslam’ın asli -temel- kaynaklarından kopuk bir bakışla sorularımıza cevap vermelerini istemişiz. Peki, bu ne kadar gerçekçi olur. Veya diğer bir soruş tarzıyla, böyle bir değerlendirme halk içinde ne kadar itibar görür. Halk masa başında veya amfide oluşturulacak bir din anlayışına ne kadar onay verir.
İslam áleminde zaman zaman görülen bidat, hurafe, cehalet veya karanlığa çözüm üretecekse bu sosyolojik gerçeği unutmamak zorundayız. Orta yolu bulmalıyız. Çünkü hiçbir İslam alimi, Kuran-ı Kerim ve sahih sünnetle özetlenecek olan geleneğinden kopamaz. Kopsa itibarını zedeler, samimiyetini yitirir. Manen çöker. Yine aynı şekilde, hiçbir İslam alimi günlük gereksinimleri, gelişmeleri yok sayamaz.
Bizler bu tavrımızla sevgi ve tolerans peygamberinin etrafında oluşturulmaya çalışılan bidat ve hurafe bataklığından O’nun ve bu dinin ne kadar uzak olduğunu belirtmeye çalışıyoruz. Ve şu neticeye varabiliyoruz. Bazı kitaplara sinmiş olan ve kadını aşağılayan hiçbir rivayetin peygamberimize aidiyeti doğru değildir.
SORALIM ÖĞRENELİM
Evliyim ve ailemle her şey iyiyken bana büyü yapıldığını sanıyorum. Dengem bozulmuş olabilir mi?
Nazan H./ZONGULDAK
Maalesef birçok kişi en ufak sıkıntısının ardında büyü, sihir gibi menfi tesirler olduğunu sanır. Aslında büyü, sihir ve benzeri yoğunlaşmanın insan üzerinde böyle etkisi olmaz. Belki bir sıkıntı, daralma gibi psikolojik ama geçici haller yaşayabilir kişi. Ama bunu problem yapmamalı ve güçlü olmalıdır. Büyüye böyle güçler vehmetmeyin. Güçlü olun. Allah’a sığının. Sıkıntılarınızın başka sebepleri olabilir. Konuşup aşmaya çabalayın.
Kaynanam bana cehennem hayatı yaşatıyor. Bunu çekmeli miyim? Boşanmalı mıyım?
Rukiye AKYILDIZ/ORDU
Evlilik esaret değildir. Karşılıklı bir akit, vefa, sevgi ve anlayıştır. Eşlerimiz bizim kölemiz değil hayat arkadaşlarımızdır. Kısacası, biz neysek onlar da odur. Evlerini, babalarını bırakıp bize misafir olarak geliyorlar. Olaya böyle bakmalıyız. Kayınvalideler de olaya böyle bakmalı ve anlayışlı olmalılar. Gelinine kızı gibi bakmalıdır. Siz zulme katlanmak zorunda değilsiniz.
Mobilya mağazasında çalışıyorum. Bursa’dan aldığımız malı Ankara malı diye satıyoruz. Kul hakkı olur mu?
Murat NAZLI/NİĞDE
Peygamberimiz (SAV), bizi aldatan bizden değildir buyurmuştur. Bir seferinde pazarda tahıl satan bir satıcının çuvalına elini daldırıp yağmurdan ıslanmış olan bölümünü alıcıya göstermesini emreder. Sizin de müşteriyi kandırmanız haksız kazanç sayılır. Böyle yapmayınız.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2008
"HADİSLERDE kadın" konusu dinle ilgili olanları hayli meşgul ediyor. Akademisyeninden normal vatandaşına kadar herkes medyanın da tesiriyle konuyla şöyle veya böyle ilgili.
Peki, genel anlamda hadis kavramına doğru açıdan bakabiliyor muyuz?
Hadis adı altında önümüze konulan her rivayet sağlam mıdır?
Sahih hadis veya uydurma hadis, mütevatir ile ahadını birbirinden ayırabiliyor muyuz?
Buna geniş kitleler açısından evet diyemeyiz.
Yazının Devamını Oku 6 Haziran 2008
KARUN’un hikáyesi ilginçtir. Ders vericidir. Yüce Allah’ın bazen güç ve imkánları kötülere daha çok akıttığına örnektir. Para, güç, kudret mümini sadeleştirir, mütevazı ve alçakgönüllü kılar.
Kötüyü ise azgınlaştırır, firavunlaştırır ve zalim yapar.
Karun, hem kötü zenginin hem de çirkinleşmiş kapitalin Allah tarafından nasıl görüldüğüne örnektir.
Kuran bu hikáyeyi şöyle anlatır:
* * *
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2008
İYİ söz kalbe işler. Onarır. Yarayı kapatır. Düşmanı dost yapar. Dostu sevgili kılar. Karanlıkta bile güneşi görebilmeyi sağlar. Duymayana duyurur, görmeyeni görür yapar.
Kılıç; yaralar, öldürür.
Soğuktur.
Adı da, görüntüsü de ürkütücüdür.
Birine zafer kazandırırken ötekisini yok eder.
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2008
İSLAM’ın insana ulaşmadaki metodu "sevdirmek ve müjdelemek"tir. "Zorlaştırmak" veya "korkutmak" değil. Dini anlatanların, ilahiyatçıların despotça ve dinin tek temsilcisi gibi konuşmaları yanlıştır. Birilerine sataşmaları, şahsi yatırımcılık yapmaları, politik göndermelerde bulunmaları doğru değildir. Halkın anlayamayacağı tarzda ağdalı, ağır ve sınırı zorlayan akademik çalışmaları halka değil, özel ilmi toplantılarda gündeme almaları gerekir. 1400 senelik İslami mirastan kopmadan, modern dünyayı da iyice tanıyıp ihtiyaca göre halka gitmeleri gerekir.
Gençleri kazanacak, onları zararlı felsefelerden uzak tutacak bir yöntem seçmeleri gerekir. Kendilerini yenilemeleri, camiye gelen halkın ayağına gitmeleri şarttır. Konuşurken, yazarken; Allah için Allah’a sığınarak, takvayla, samimiyetle, hissederek, hissettirerek, hurafe ve bidatten uzak, her kesimi kuşatacak bir yol bulmaları gerekir. Sipariş fetva değil, dinin istediğini söylemeleri gerekir. Aksi takdirde gençleri satanizme, olgunları nefislerine itmiş olurlar.
* * *
Diyanet görevlileri, ilahiyat fakültelerinin öğretim üyeleri, özel olarak kendilerini yetiştirmiş olanlar, dini kaynaklara ulaşabilenler, kendi birikimlerini halka yansıtma hakkına sahipler. Bu ülkede kimseden de icazet almamalılar. Hiç kimse bu konuda tekel hakkına sahip değildir. Din de bu tekel hakkını tanımaz. Tanısaydı bu kadar mezhep çıkar mıydı? Aksi halde içtihadın kapısını kapatırsınız. Dini, kazuistik, yaşanmaz, uygulanmaz bir hayal haline getirirsiniz.
Muhteşem bir dini; kim, ne adına, hangi yetkiyle temsil eder! Hiç kimse. Bunun sınırları herkesi aşar. Adı-sanı, makamı, mevkii, ilmi, birikimi vs. ne olursa olsun hiçbir fani Kuran ve Hz. Muhammed (SAV) adına konuşamaz. Ancak ondan aldığını anlatır, o kadar. Ötesi boş sözdür, iddiadır, tutarsız ve hoş bir avuntudur. Hz. Peygamber’in (SAV) bir sefer sonrası, anlaşma-sözleşmeye "Allah ve Resulü adına imza atıyorum" diyen sahabeye, "Hayır, kendi adına anlaşmaya imza at, benim adıma değil" demesi yeterli bir ders vermiyor mu?
Hz. Peygamber (SAV), namazı uzattığı için arkadaki cemaati yormuş olan Muaz bin Cebel’i (RA) yanına çağırır ve şöyle buyurur: "Sen bu hareketinle insanları fitneye mi uğratıyorsun Muaz! İhtiyar olabilir, hasta olabilir cemaatte."
Namazlarda daha çok ayet okuyayım çizgisini, yeterli kadarınca oku çizgisine çeken bir muhteşem uyarı.
Geçenlerde gazetelere yansıyan bir röportajda en güzide kuruluşlarımızdan olan Diyanet’in bir görevlisi, "tele vaizlerden" şikáyetçi olmuştu. Televizyonlarda dini anlatmak veya sorulara cevap vermek "tele vaiz" olarak nitelenecekse bunu yıllarca Diyanet de yürüttü. Ve yürütülmeli de. Hálá da haftalık periyotlarla yürütüyor. Bizde genel tespitler yapmak, vitrine çıkmaya çalışmak hastalığı vardır. Belki, şu tarzdaki dini temsiller hatalıdır denseydi problem olmazdı.
Peki, şikáyet niye! Biz etkili olamıyoruz da başkası neden etkili oluyor diye televizyonlara çıkan hocalarımıza ve ilahiyatçılarımıza sitem etmek neden? Siz de etkili ve faydalı olun. Kavga etmeden, magazine malzeme olmadan, duruşunuzu bozmadan televizyonlarda din anlatmak tabii ki sizin de hakkınız. Hakkınız gasp edilmedi ki!
Burada şu sorunun cevabını vermeli bu tür röportajı verenler: Biz neden etkili olamıyoruz? Neden program yaptığımız televizyonlarda istenilen izlenme oranlarını yakalayamıyoruz? Veya neden programlara çağrıldığımızda hemencecik ürküyoruz, korkup siniyoruz? Çarşıda, sokakta bizi görenler neden koşup bizleri kucaklamıyorlar? Eksiğimiz nerede? Belki de bu makamları hak edemiyoruz. Düşünüp özeleştiri yapalım.
Bunu düşünmeli herkes. Sabah kuşağında program yapan bir hanımefendi, beni programına çağırdığında, "Magazin ağırlıklı programa katılamam" demiştim de şu cevabı vermişti: "Biz gelecek ilahiyatçı buluruz o halde. Siz gelmezseniz bizi başkasına mahkûm edersiniz. Din adına konuşma yetkisini temsil ettiğini zannedenler ya konuşmalılar veya oturup konuşanları dinlemeliler."
* * *
Televizyon ekranı; cami, Kuran kursu, konferans salonu değildir. Bu yerlerin her birinin kendine göre hitap üslubu ve tarzı vardır. Bunları karıştırırsanız, karışırsınız. Kenarda kalırsınız. Televizyonlara çıkan ilahiyatçı arkadaşların da; vakur, hassas, saygın, mesafeli ve ne verdiğinin veya vereceğinin farkında olması gerekir. Magazinleşmemeli, şov malzemesi olmamalı, ısmarlama fetva vermemeli, Allah ne buyuruyorsa onu iletmeli.
Dini anlatmak, her ilahiyatçının görevi ve hakkıdır. Yeter ki doğru ve faydalı konuşsun veya yazsın. Bundan rahatsız olup, eyvah tekeli kaptırdım diye hayıflanmak ilim adamına değil, şahsi yatırımcılık yapan hesap adamlarına yakışır.
SORALIM ÖĞRENELİM
Namazda aklıma dünyalık şeyler geliyor. Namazıma engel olur mu?
Ali AKIN/MANİSA
Namaz aslında kişinin Allah ile konuşması, O’na imanını, kulluğunu ifade etmesidir. Gerçek anlamda namaz kılan kişi, her türlü dünyalığı seccadenin dışında bırakmalıdır. Bununla beraber namaz esnasında bu tür şeylerin akla gelmesi namazı bozmaz. Belki manevi lezzetini azaltır.
Namazda Fatiha’dan sonra "amin" diyoruz. Bu ne demektir.
Tuğba ÇELİK/SİNOP
Amin, "Allah’ım duamızı kabul et" anlamına gelir. Bazı dilcilere göre; "Allah’ım ümidimizi boşa çıkarma" gibi anlamlar da taşır.
Beni isteyenler oluyor. Ama son anda vazgeçiyorlar. Kısmetim kapalı mı?
Nurcan GÖZCÜ/KARABÜK
Kısmetin kapalılığı veya birilerinin kısmeti kapatması söz konusu olamaz. Tabii ki evliliğin bir zamanı vardır. Zamanı gelince bütün engeller kalkar ve nasip olur. Zaman zaman görülen gecikmeler mutlaka sizin lehinizedir. Bilmediğiniz hikmetleri olabilir. Siz ümidinizi kaybetmeden en doğru kararı vermeye çabalayın.
Ölen babam için 52 mevlidini mi okutayım yoksa fakir mi doyurayım?
Fazıl KÜRKÇÜ/BİTLİS
Dinimizde 40., 52. gün mevlit okutma zorunluluğu yoktur. Böyle bir emir de bulunmamaktadır. Mevlit okutmak ise güzel bir gelenektir. Çünkü bu yolla bir araya gelinir, fakir doyurulur ve dayanışma sağlanır. Dualar yapılır. Bütün bunlara rağmen gerçek muhtaçları doyurmakla bu güzel geleneği yerine getirmiş olursunuz. Belki daha da iyisini yapmış olursunuz.
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2008
<b>-Engelli Sahabeler-</b><br>HAYAT bir nimettir. Hayatta en büyük iki nimetten birisi iman ötekisi sağlıktır.
Sağlık hiçbir şeyle satın alınamayacak kadar pahalı bir lütuftur. Birimize, size dünyanın bütün altınlarını verelim ama karşılığında iki gözünüzü alalım deseler kabul eder miyiz? Sanmıyorum. Görmedikten sonra ne yapalım ki deriz. Onun için yüce Rabbimiz:
- Allah’ın nimetlerini sayarsınız bitiremezsiniz, buyurur.
Özürlülük ise bir imtihan ve nimettir. Bir bela ve ceza değildir. Belki yüce Allah özürlülerle sağlıklı olanları imtihan ediyor. Onlara karşı görevlerimizi yerine getirip getirmediğimizi, sorumluluklarımızı test ediyor. Özürlülere ise, zor gelen bir hayatın sonrasında sıkıntılı geçirdiği her güne karşılık bir cennet hayatı lütuf ediyor. Belki özürlüler ahiret hayatına artı bir önde gireceklerdir. Kendileriyle aynı ibadeti yapan bir bedensel sağlıklıya karşılık artı birle huzura çıkacaklardır bekli de.
Engelliler bizden acıma değil, anlayış bekliyorlar. Onlara imkan tanımamızı istiyorlar. İşyerleri yeterince engelli kadrosu istihdam ediyorlar mı? Hakkını veriyorlar mı? Bütün bunları yeniden tartışalım.
Yazının Devamını Oku