Vali mi, Veliyullah mı?

Haberin Devamı

PAZARTESİ günkü “Batan Geminin Valisi” başlıklı yazıma, okuyucu dostlardan aldığım geri-bildirimler, toplumun ciddi biçimde gerildiğini ve mizaha duyulan ihtiyacın giderek (ve hızla) arttığını doğruluyor. Sokaktaki adam ciddiye aldığında kolay kolay kaldıramayacağı çarpıklıkları hafifletebilmek ve tahammül gücünü artırmak için “gülümseme” silahını kullanıyor. Oysa, ilk bakışta, “suya sabuna dokunmuyor” gibi görünen ve hep birlikte sürüklendiğimiz bu “mecburi istikamet”, yıpranan, yıpratılan, içi boşaltılan kavram ve kamu kurumlarının itibar yitirmesi yolundaki dönüşü zor erozyonu da besliyor ister istemez... Tam bir kısırdöngü...
Sözlüklerde “Bir ilde devleti temsil eden en yetkili yönetim görevlisi” diye tanımlansa da, velâyet kökünden gelen Arapça bir kelime olan vali, “koruyucu, muhafız, yakın biri, vasî” karşılıklarıyla da bilinir. Dahası, İslâm geleneğinde ruhani anlamıyla vali, (Waliullah / WaliAllah, Veliyyullah) “Allah dostu – Ermiş kimse” demektir. Bu insanların sufi camiasına mensup olup, Allah’la özel bir ilişkiye sahip bulundukları düşünülür. Ama asıl işin kötüsü, sıkıntı, sözcüğün bu çok anlamlı dokusunda değil. Sıkıntı, yurt sathındaki son uygulamalara bakınca, Cumhuriyet’in valisi olan bazılarının, “Allah ile özel bir ilişkiye sahip oldukları”na gerçekten inanıyor olduklarını gözlemlemek galiba... Durup dururken nereden geliyorsa bunlar aklıma?

Haberin Devamı


Seçilmişler farklı mı sanki?

SON yağmurlardan sonra, yerel yönetimlerin diğer bacağı belediyeler yine “Tencere dibin ıslak / seninki benden ıslak” siyasetiyle gündemde; yazıklar olsun! Bütün hafta, Ankara, İstanbul ve İzmir arasında, “Ben kötüysem (de), sen benden betersin” rekabetiyle geçti. Ama, “karşılaştırmalı sel haberleri”, (sosyal medyadaki yansımasıyla) “Bunları hâlâ seçmeye devam ettiğimize göre, bu yağmurun adı - Ahmak Islatan - olmalı” raddesine ulaştı çok şükür.
Aynı gazetelerin başka sayfalarında ise, “Japonya’da 1992’de başlatılan ve yapımı 2009’un ilk yarısında tamamlanan ve Tokyo’da yağış ve tayfun zamanlarında yaşanabilecek sel felaketlerinin önüne geçmeyi hedefleyen proje” yer alıyordu. Anlatılanlara göre, “G-Cans” projesi, şehir altında devasa tüneller ve depolardan oluşan sistemlerden meydana geliyordu. 1.5 milyar Euro’ya mal olan bu taşkın kontrol projesi, Tokyo’nun kuzeyinde Saitama bölgesine kurulmuştu. Sistem, 32 metre çapında ve 65 metre yüksekliğinde 5 dehliz şaftının, yerin 50 metre altında giden 6.5 km’lik tünellerle birbirine bağlanmasıyla oluşuyordu. G-Cans’in “yeraltı tapınağı” adı verilen ana yağmur suyu deposu 177 m uzunluğunda, 78 m genişliğinde ve 25 m yüksekliğindeydi. Depoda her biri 500 ton gelen 59 kolon bulunuyordu. Bu kolonlar 10 MW gücünde bir pompaya bağlı olarak saniyede 200 ton suyu Edogawa nehrine deşarj edebilecek kapasitedeydi. Kanallar içinde toplam 44 milyon litre su hareket ediyordu. Bu sisteme 14 bin türbin ile enerji sağlanıyor ve her türbin bir Boeing 737 motoru kadar enerji kullanıyordu.” (Meraklısı için) http://www.youtube.com/watch?v=YunkDHs-8YA
Şimdi sıkı durun! Japonlar bu yatırımı, “200 yılda bir yaşanabilecek olası bir afeti önlemek için” yapmışlar; iyi mi? Galiba bize yine “Mor Menekşe Partisi” müzikalinden bir şarkı mırıldanmak kalıyor: “Partinin adında olan fikrinde yok demektir / Neden? / Çünkü sen, ben bizim oğlan / Mevcut malzeme böyle - Çare canlı siyasetçi / İthal etmek mi söyle?”

Yazarın Tüm Yazıları