Paylaş
“Mamasını tükürmek” şımarıklığını, hemen hiç birimiz hatırlamayız. Onun için, aslında Türk filmlerinin,
“kan tüküren veremli kızları”ydı hepimizi, tükürükten fanteziler kurmaya ilk yönlendiren...
Yaşı müsait olanların, mektup gönderme sevincindeki “pul bahsi” bunun hemen arkasından gelirdi. Senet üstüne yapıştırılan pullar, çok daha sonra girerdi hayatımıza. Zira, “suratına tükürsen, Yarabbi şükür diyecek” ifadesi, ancak ödenmeyen senetlerin takibi aşamasında yerleşirdi genç kulaklara.
Bu deyimlerin içinde, “Tükürük köftesi”, (teferruata girmeyelim) yine de lezzet çağrıştıran bir yakıştırmaydı... “Tükürdüğünü yalamak” kalıbı ise verdiği sözden, kendini rezil ederek dönenlere rastladıkça serpilirdi dağarcığımızda...
Buraya kadar vahim bir sorun yaşamadık. Hayatımızın bu kadar tükürüklenmesi, tam olarak ne zamana rastlıyor; işte onu pek hatırlayamıyorum? “Acaba” diyorum; “Sanat’ın içine tükürülmesi”nden önce miydi, sonra mı? “Biz bunları tükürükle boğarız” iddiası, ayağa düşünce mi böyle olduk yoksa?
İnsanlığın gelişimi, “Kaba Taş Devri, Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Bakır Devri, Tunç Devri, Demir Devri, İlkçağ, Ortaçağ, Yeniçağ, Yakınçağ...” filan diye sıralanır malum. “Altın çağ, karanlık çağlar, bilgi çağı” gibi yakıştırmalar ise fikrimce biraz daha tasnif dışı atışlardır.
Son bir haftanın gazete manşetleri, (başka bir gündem yokmuş gibi) “spor salonlarındaki tükürme” eyleminin tadını çıkarttılar. (?!) Ne hazin!
Tarihçiler, yaşadığımız günlere isim bulmakta zorlanmayacaklardır.
İnsanlık, “yüzüne tükürülecek adamlar devri”ne imza atıyor çünkü...
Paylaş