Paylaş
YAHYA Kemal’in “Ankara’nın en çok nesini seversiniz?” sorusuna, “İstanbul’a dönüşünü” dediğini herkes bilir. Hattâ, bazı İzmirli dostların da, bu lâfa öykünerek, “Alsancak’ın en güzel tarafı Karşıyaka’ya bakması” yakıştırmasına kulak misafiri olmuşluğumuz çoktur.
Bu yazıyı, “seferî” halimle yazıyorum; İzmir Şeker Fabrikası’nın misafirhanesinden... Vakit gece yarısını çoktan geçti. Ancak oturabildim bilgisayarımın başına. Ve sordum kendi kendime, “İzmir’in en çok nesini seviyorsun?” Yanıtım çok içten ve samimiydi: “Eskişehir ile karşılaştırılmasını...”
Hele yerel seçimlere ramak kalmışken Eskişehir’e gelince, bu ihtiyaç ister istemez nüksediyor. Bir tarafta, “Balmumu Müzesi”nin kapısında, bırakın azalmayı hiç bitmeyen kuyruk, Fenerbahçe’yi deviren ES-ES’in kente verdiği heyecan, sadece 2 üniversiteyle, neredeyse 24 saat yaşayan kıpır kıpır, cıvıl cıvıl genç bir kent... Bütün bunları, mevcut iktidarın, İzmir’de olduğu gibi, “nefes aldırmayan koyu gölgesi”ne rağmen başaran bir Orta Anadolu kenti...
Diğer yanda, sürekli olarak genel bütçeden aldığı payın, (katkısına oranla) güdüklüğüne ağlaşan, her gün kent kimliği için başka bir “şehir efsanesi”nin peşine düşen, kendisini 3 ayda bir Barselona ile karşılaştırıp huzur bulan, “kendine hayranlık takıntısı”nı bir türlü aşamayan; hattâ giderek tabulaştıran, aksini düşünenleri, “beğenmeyen çekip gitsin” diye dışlayan, buna karşılık, yerel seçimin nabzını öncelikle “hemşehri dernekleriyle flört ederek” tutan, her toplantıda, her dernekte, her vakıfta, her projede, her platformda, her kurumda, her sivil toplum örgütünde, soldan saysan hepsi hepsi, “20-25 tane soyadının ufkuna teslim olmuş” ve bununla yetinen, değerinin, potansiyelinin farkında olmayan ve “7000 yıllık uçan halıya, ters binmeye devam etmekte ısrarlı”, memleketin en batısındaki, bir başka kent... Gel de karşılaştırma!
Kendini bil İzmirli
BENCE, “İzmir”in orta yerine, meselâ Gündoğdu Meydanı’na, Spartalı Khilon’un ünlü sözünü (başına küçük bir ilâve yaparak) yazmalıyız.
Çok büyük harflerle... Uzaklardan görülebilecek kadar büyük; “İzmirli, kendini bil, kendini tanı...”
Hemşehrilerimizin kolaylıkla okuyabileceği bir yere, tam göz ufkuna, önünden geçerken, kafasını bile kaldırmadan görebileceği büyüklükte nakşetmeliyiz.
Başta, bunları yazdığım ve bunu önerdiğim için bana kızanlar, söylenerek, reddederek, söverek ve yumurta atmak için, koştura koştura yazının yanına geldiklerinde, büyük yazının hemen altında, çok küçük yazılmış, ancak 30 santimetreden okunabilecek başka bir yazıyla, Çiçero’nun büyük yazılmış cümleye ilişkin açıklama ve yorumuyla burun buruna gelmeliler:
“İnsana ‘kendini bil’ denilmesi, ona yalnız haddini bildirmek ve gururunu kırmak için değil; ona, değerini de hatırlatmak içindir...”
Paylaş