Paylaş
Değerli okuyucular, samimi geri bildirimlerinde, “Hislerimize tercüman oldun” diye yüreklendirdiler beni. Üstelik “Ödemişli”, yalnız değildi ve “huzursuz edilen kendi halindekiler”den sadece biriydi. Hâl böyle olunca, uzun yıllar önce yazılmış ve sonradan öyküleştirdiğim bir makaleden alıntıladığım bazı bölümleri de, (yeniden kurgulayarak) aşağıda, Ege’nin dört bir yanındaki bütün zeytin ağaçlarına armağan edeyim istedim, onlara bir “güzelleme” olarak... (*)
“... Olea Sativa hakkındaki hüküm açıklandığında birbirine girdi salon. Kamuoyunu aylardır meşgul eden bu önemli davanın sonunda, sanığın ‘kökünün kurutulması’ suretiyle ölüme mahkûm edildiğini duyanlar gözyaşlarına mani olamadılar...
Savunmasına, ‘Tarihe damgasını vurmuş bitkilerin başında gelir zeytin’ diye başlamıştı. ‘Sofraya gelene kadar her zevkin ve tercihin nazına oynadığım yetmedi mi?’ diye sormuştu ardından. ‘Kâh iğneyle deldiler, kâh taşla ezdiler beni bu salona getirilene kadar. Tuzlu sularda beklettiler, bazen ağırlıkların altında buruşturdular yüzümü, bazen de türlü baharatların tütsülediği lezzetlerle harmanladılar. Ege’de ‘zeytinyağlı’ denilen damak çeşnisi benim sayemde yaratıldı. ‘Gurmeler’in ‘şâheser’ dedikleri arasında koskoca bir mutfağa benim adımı verdiklerini inkâr edebilir misiniz?’ demiş ve soluklanmıştı biraz. / ‘Bir gün, daha olmadan topladılar beni. Acılığımı gidermek için bir süre kireç suyunda dinlendirdiler. Sonra da tat vermek üzere ‘limon ve rezene katılmış salamura’ içinde muhafaza edip ‘yeşil zeytin’i yaratmayı başardı meraklısı’ diye de bitirmişti. Karar açıklandıktan sonra...
‘Yapraklı dalı, barışın simgesi sayıldı tarih boyunca; haksızlık ediyorsunuz!’ - diye bir ses yükseldi ön sıradan. Bir başkası karıştı söze, - ‘Sadece yaprağından nice ilaçlar üretildi, ayıptır beyler! Söylencelerde bitkilerin dilinden anlayan ve ölümsüzlüğün ilacını arayan Lokman Hekim’in ‘kaybolan reçetesi’yle can buldu, tanelerinden çıkarılan yağın gizemi böylece yaşatıldı. Nuh Peygamber, tufanın bittiğini nasıl anladı sanıyorsunuz? Güvercinin ayağındaki çamursa, ağzındaki de zeytin dalıydı / Zeytin yaşamın ta kendisidir; ümittir, başlangıçtır. Ne demek, ‘kökünün kurutulmasına?’ Kıymetini anlamadılar, aslında estetiği yok etmeye çalışıyorlar.”
Bar taburesindeki adam elindeki gazeteye şöyle bir göz gezdirdikten sonra, ‘Bir martini kokteyl lütfen’ dedi. Tedirgindi biraz. ‘Haberi gördün mü?’ diye sordu; ‘Dün sabaha karşı kökünü kurutmuşlar zeytinin / Barmen usulca bir ‘yeşil zeytin’ bırakıverdi kadehin içine ve fısıldadı: ‘Son şanslı sizsiniz.’ / ‘Peki, neden tek zeytin konur kadehe?’ diye üsteledi adam. Barmen şöyle karşılık verdi: ‘Dışarıdan baktığınızda aynı görünen ‘benzer’ler arasında öyleleri vardır ki, onlar kendini toplumun aydınlanmasına adamıştır. Aslında dogmalara tek başına kafa tutabilen, açıktan açığa direnen kahramanlardır onlar. Yeşil zeytini de işte bu yüzden hiç sevmediler.’
Müşteri az önce yandaki taburenin üzerine bıraktığı gazetenin bir gün sonraki manşetini henüz bilmiyordu. ‘Yeşil zeytin’in son isteğini açıklıyoruz’ diyordu ertesi günün manşeti; ‘ - Son dakikalarımı bir martini kadehinde geçirmek istiyorum - demiş.’ / ‘Bak seeen’ diyerek, keyifle karışık, ama hayret dolu bir ruh haliyle söylendi: ‘Demek ki dün...’ ; ‘Demek ki, o son şanslı kişi...’ Gazeteyi bırakacağına birkaç sayfa daha çevirseydi bir köşe yazarının makalesinde şunları yazdığını da okuyacaktı:
‘Hemşehrimiz İzmirli Homeros bir gün Ege kıyılarını gezerken yorulup bir zeytin ağacının gölgesine oturmuş. Zeytin ağacı hemen tanımış Homeros’u ve şöyle fısıldamış kulağına: - Herkese aitim ve kimseye ait değilim, sen gelmeden önce buradaydım ve sen gittikten sonra da burada olacağım. -”
(*) Öykünün tamamını “meraklısı için” sosyal medyada yayınlayacağım...
Paylaş