Depresyon, çocuklar arasında bile konuşulur halde. Çünkü depresyonun yaygınlık tesiri var ve yaşamın bir parçası haline geldi. Klinik olarak bir anlık depresif halini depresyon olarak tanımlamıyoruz. Bir kişinin bu depresif ruh hali, üç günden fazla sürerse uzman yardımı alınabilir ama 15 günden fazla sürmesi halinde çok ciddi klinik yardım alınması gerekiyor. Bu ruh halinin iki hafta içerisinde düzelmemesi beyin kimyasında kalıcı değişiklikler olmaya başladığı anlamına geliyor.
Küresel artış dikkat çekiyor
Depresyon vakalarında dünya genelinde ciddi bir artış gözlemleniyor. Şizofreni görülme oranı dünyanın farklı ülkelerinde aynı olmasına rağmen depresyonda durum öyle değil. Depresyonun toplumlarda görülme sıklığının değişebilen özelliği var. Depresyonun çok alt grupları da var. Klinik olarak rastladığımız majör depresyon olarak bilinen klinik depresyonda bütün toplumlarda karşılaşılma oranı yüzde 17 civarında. Yani yüzde 15 ile yüzde 20 arasında değişiyor. Uzamış depresyon ve depresyona yakalanma riski küresel bir artış gösteriyor.
Yeti yitimine neden oluyor, verimlilik düşüyor
Dünya genelinde depresyonun önlenmesi ve tedavisine ilişkin ciddi tedbirler alınıyor. Depresyonun yeti yitimine sebep olması nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından kanser ve kalp krizi gibi hayati tehlike içeren hastalıklarla beraber birinci plana çıkarıldı. Çünkü depresyona yakalanan bir kimse aylarca çalışamaz hale geliyor. Yeti yitimi oluyor, kişinin verimliliği düşüyor. Bu nedenle depresyon tedavisi ve önlenmesine ilişkin ciddi tedbirler alınırken; dünya genelinde özellikle intiharların önlenmesine ilişkin önemli çalışmalar yürütülüyor. Bu konudaki çalışmaların sayısı artırılıyor.
Klinik depresyonun yüzde 10’u intiharla sonuçlanıyor
Hastane olarak JCI (Joint Commission International) Akreditasyonuna sahibiz. Bu kalite sistemi kapsamında son birkaç yıldır intihar sorgulama zorunluluğu getirildi. Her gelen hastaya intihar düşüncesi olup olmadığı soruluyor çünkü klinik depresyonun yüzde 10’u intiharla sonuçlanıyor. Bu az bir oran değil. Bir toplumda depresyon yaygınlığı yüzde 20 civarında. Bunların da yüzde 10’unda intihar etkisi var. Her depresyon vakasının yaklaşık yüzde 60 civarında bir intihar eğilimi vardır diyebiliriz.
Depresyon beyinde bozulmalara yol açıyor
Zaman yönetimi için bahsedilen önem, öncelik, anlam-amaç piramitleri, bir tür dikkat yönetimi anlamına geliyor. Kişi,“En önemli konuya en fazla zaman ayıracağım”, “En öncelikli konuya öncelikle karar vereceğim”, “Karar verirken muhakkak anlam ve amaçları göz önüne alacağım” bilinciyle bu üç noktaya dikkat ederse bu üç piramidi de kullanmış olur. Zaman yönetiminde asıl iş, dikkati yönetebilmek ve dikkat sıralaması yapabilmektir.
Biz farkında olmadan dikkatimizi yönetiyorlar…
Dijital platformlar günümüzde adeta ikna laboratuvarı gibi çalışıyor. İkna laboratuvarında, kişinin öncelikleri değiştirilmeye çalışılır. Şimdi bizim de dijital alandaki ayak izlerimizden önceliklerimiz, nelerle ilgilendiğimiz, ne izleyip ne dinlediğimiz takip ediliyor. Anahtar kelimeler belirlenip önümüze çıkarılıyor. Biz farkında olmadan dikkatimizi yönetiyorlar. Anahtar kelimelerle insanları adeta esir alıp yönetiyorlar. Bunun farkına varan insan yönetilmez. Bunun için de zamanı iyi yönetebilmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Sabırsızlık ve acelecilik bilgeliğin düşmanıdır
Bilge için zaman, büyülü bir kavramdır. Neden büyülü bir kavramdır? Zamanı iyi yönetmek demek; nerede hızlanman, nerede yavaşlaman gerektiğini bilmek demektir. Sabırsızlık ve acelecilik bilgeliğin en büyük düşmanıdır. Bununla ilgili Sokrates’in bir bilgelik dersi vardır: Kıbrıs Kralı Nikokreon’un sofrasında Sokrates, hiç konuşmadan oturur dururmuş. Neden böyle sessizce oturduğunu soracak olmuşlar. Şöyle demiş filozof: ‘Burası benim söyleyeceklerimin yeri değil; burada söylenmesi gerekenleri de ben bilmiyorum, o yüzden susuyorum.’
Nasıl yaptığın önemlidir
“Bilgelik Psikolojisi” isimli kitap serimde bir insanın karar verme sürecinde etkili olan önemli belirleyicilere dikkat çekmiştim. Bir insan karar verirken ‘Bu benim için ne kadar önemli?’ ve ‘Benim için ne kadar öncelikli?’ sorularını kendine sormalıdır. Mecellenin temel kurallarından biridir: Usul esasa mukaddemdir. Usul esastan öncedir, öncelik piramidinde. İdare Mahkemesi’nin kararları için 60 günlük itiraz süresi vardır. Altmış birinci gün gidersen, günü kaçırdığın için hakkını arayamazsın. Usulden kaybedersin davayı. Onun için usul, yani nasıl yaptığın, ne yaptığın kadar önemlidir.
Mutluluk için maddi değerlerin değil, anlam peşinde koşan bir insan gerçekten mutluluğu yakalıyor. Gerçek mutluluk kavramının ise çocukluk döneminden başlayarak öğretilmesi gerekiyor. Gerçek bir anlama erişmek için zeki, çalışkan, başarılı olmak yetmiyor; iyi ve doğru insan olmak gerekiyor.
İnsan yaşamı boyunca karşısına çıkan engellere rağmen mutluluk arayışından vazgeçmiyor. Mutluluk zekâ, çalışkanlık, başarılı olmak, iyi ve doğru davranmak şeklinde sıralayacağımız 5 parametreden oluşuyor.
Vicdani bir iç ses oluşturabilen kimse mutluluğu yakalar
Erdemli bir hayat süren kimse, hayata daha anlamlı bakacaktır. Zekâ, çalışkanlık, başarılı olmak, iyi ve doğru davranmak. Bu beş parametre içerisinde denge kurabilen insan, zihinsel bir jüri oluşturabilir. Vicdani normlar, vicdani bir iç ses oluşturabilen kimse mutluluğu yakalamış olur. Bu, ölümün dahi değiştiremeyeceği bir mutluluktur. İşte Sokrates buna örnektir. İdam kararı veriliyor, idama giderken karısı, ‘Haksız yere idam edileceksin’ diyor. Sokrates’in cevabı: ‘Haklı yere mi idam edilecektim?’ Onun yaşam amacı erdemli bir hayattı. ‘Ölümden niye korkmuyorsun?’ diye sormuşlar. ‘Hayatının her gününü, hayatının son günü gibi yaşayan bir kimse niye ölümden korksun?’ diyor. İşte bu müthiş bir anlam. Ölümün değiştiremeyeceği bir anlamı bulmuş Sokrates.
Gerçek mutluluk kavramının ise çocukluk döneminden itibaren doğru şekilde anlatılması gerekiyor. Gerçek mutluluk için zeki, çalışkan ve başarılı olmak yetmiyor. Biz bu üç parametreye göre çocuk büyütüyoruz. Bunların yanına eklememiz gereken dördüncü ve beşinci parametreler lazım. Çocuğa iyilik ve kötülük kavramlarını, iyicil, kötücül duyguları ve değerleri, doğruyu, yanlışı öğretmemiz lazım. Çocuğun, ‘Bu yaptığım doğru mu, yanlış mı?’ diye kendini etik değerlerle sorgular olması lazım. Hem insani değerlerle hem de yüksek değerlerle düşünecek. Böyle yetişen bir çocuk ruhen mutlu olur. Mutluluk peşinde değil, anlam peşinde koşan bir varlık haline gelir.
Gerçek anlama erişmek için ne gerekiyor?
Gerçek kişilik güç, para, hakimiyet elde edildikten sonra ortaya çıkıyor. Yokluktaki imtihanı kazanan insan varlıktaki imtihanı kaybedebiliyor. Hayat bir imtihan. Yaşam felsefesi açısından ‘doğru-yanlış’, ‘iyi-kötü’yü çıkar ölçüsüne indirgeyen kapitalist ahlaktır. Bu ahlakta olan kişi, dindar bile olsa kapitalist bir ahlaka sahiptir. O halde gerçek bir anlama erişmek için zeki, çalışkan, başarılı olmak yetmiyor; iyi ve doğru insan olmak gerekiyor.
Hayatımızın artık bir parçası haline gelen akıllı cihazların akıllı kullanımı büyük önem taşıyor. Sadece çocukları ve gençleri etkilediğini düşündüğümüz teknoloji, her yaştan kişi için önemli bir tehdit unsuru olarak karşımıza çıkıyor.
Yeni dijital teknolojilerin problemli kullanımı bir müddet devam ettiği zaman dijital bağımlılığa dönüşebiliyor. Bağımlılığa dönüşmeden önce uzun yıllar problemli, sorunlu ve hatalı kullanım yani kötüye kullanım söz konusu oluyor. Bunun arkasından bağımlılık haline geliyor.
Beklenmeyen ödül, beyni en çok uyarıyor
Teknolojik cihazlar özellikle iletişim kurmada büyük kolaylıklar sağlıyor. Özellikle insan ilişkilerine çok hız kazandırıyor. Kişi kendi güvenli ortamında ama çok güvensiz bir şekilde her türlü bilgiye ulaşabiliyor. Bu teknolojiler merak ve hayret duygusuna hitap ediyor. İnsandaki merak ve hayret duygusu da ödül ve ceza sistemi ile ilgili. İnsanın beyninde ödül uyandıran şey, beklenen ödüller değil, beklenmeyen ödüller. Beklenmeyen ödüller beyni en çok uyarıyor. Beklenen ödüller beklenmeyenler kadar haz vermiyor.
Bağımlılık, ödül yetmezliği sendromu olarak adlandırılıyor
Yeni teknolojiler ve dijital medya da insan beyninin bu özelliğini çok yoğun şekilde kullanıyor. Daha önceleri haftada bir kez sinemaya gidildiğinde bir veya iki defa yaşanabilecek bu durum şimdi her gün hatta her an oluyor. Akıllı telefonu açıyorsun ve istediğin her an her yerde beynine ödül veriyorsun. Bunların hepsi davranışsal bağımlılıktır. Beynin ödül ve ceza sistemi bozuluyor. Bağımlılıklara genel olarak artık ödül yetmezliği sendromu deniyor yani beyin ödüle doymuyor. Böyle durumlarda uyuşturucu da aynı şeyi yapıyor, bilgisayar oyunları da aynı şeyi yapıyor, filmler de aynı etkiyi yapıyor.
Teknoloji mi bizi kullanacak yoksa biz mi teknolojiyi kullanacağız?
Bireyin teknolojiyi yönetmesi gerekiyor. Teknoloji kişiyi yönetirse kişinin hayatı mahvoluyor. Kişide zaman yönetimi diye bir şey kalmıyor ama kişi teknolojiyi yönetirse ona hâkim oluyor. Burada önemli soru şu: Teknoloji mi bizi kullanacak, yoksa biz mi teknolojiyi kullanacağız? Şu anda kötüye kullanım ve bağımlı olan kişilerde teknoloji bu insanları kullanıyor yani teknoloji özne, bağımlı olan insanlar nesne. O yüzden biz öznesi olmaya çalışacağız, nesnesi değil. Yönetilen değil, yöneten olacağız.
Daha önce “sevgi yuvası” diye tarif edilen eve şimdi “güven yuvası” diyoruz. Çünkü güvenin oluşması için herkesin kendini oraya ait hissetmesi lazım. Ait hissetmezse ortam gergin olur. Kimi evlerde kapıdan girerken akşam sendromu yaşanır. Akşam sendromunda erkek kapıdan girer girmez eşi hemen söylenmeye başlar, şikayet eder. Akşam sendromu dediğimiz durumda iki taraf da gergindir. Böyle durumlarda iki tarafın da yapacağı çok basit bir şey var: Sevgi dolu bir bakış, bir tebessüm, birkaç tane güzel söz ve sıcak bir dokunuş. Bu kadar basit aslında…
Dünyada ve ülkemizde her gün şiddetle ilgili olayların yaşandığına şahit oluyoruz. Şiddetin olmadığı bir dünya, insanın biyolojik ve psikolojik doğasına aykırı olması nedeniyle mümkün görünmüyor. İnsanda iki temel dürtü var. Biri cinsellik diğeri de saldırganlık dürtüleri. Dürtüyü kontrol etmeyi öğrenmesi, insanın medenileşmesi ile ilgili bir durum.
Hak arama ve çözmede şiddete başvurulmamalı
Medenileşme seviyesi arttıkça bu dürtüleri kontrol etme becerileri de artıyor. Gelişmemiş ve gelişmiş topluluğa dair en büyük özellik, cinsel dürtü kontrolü ya da saldırganlık dürtü kontrolünü sağlamayla ilgili oluyor. Hak arama ve sorun çözmede şiddet yerine sözel olarak kendini ifade etmek ve hakkını aramayı başarmak mümkün oluyor. Cinsel dürtüler de kontrol altına alınması gereken, cinsellik adabına göre yaşanması gereken durumlar. Fakat insanlığın gidişinde her iki konuda da maalesef azalma yerine artışlar gözlemleniyor.
Şiddetin arttığın yerde medenilikten bahsedilemez
Modernleşmenin artmasına karşın medenileşme buna paralel artmıyor. Şiddetin arttığı bir yerde medenilikten bahsedilemez. Yani insan modernleşebiliyor fakat hiç medeni olmuyor. Kadın hakları, kadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunda da malesef benzer durum söz konusu. Çocuğa yönelik şiddetle ilgili birçok yasa 1960’tan sonra çıktı ama birçok önlemler de ondan sonra alındı.
Yasalara rağmen suçlarda artış yaşanıyor
İyiliği anlayabilmek için kötülük ve iyilik arasındaki sınırı da iyi bilmek gerekiyor. İyilik ve kötülük kavramı, aynı zamanda termodinamiğin ikinci yasası olan entropi yasasına benziyor. Entropi yasasına göre evren, düzenden düzensizliğe doğru gidiyor. Evren gittikçe soğuyor. Evren gittikçe soğuduğu için bu gidişle evrende ısı ölümü olacak. Evren devamlı ısıyla ısıtılıyor. Yörüngemiz güneşle, samanyolu ve yıldızlarla ısıtılıyor. Isıtılmadığı zaman soğutuluyor, o nedenle devamlı ısıtılması gerekiyor. Aydınlık ve karanlık da aynı şekilde. Aydınlık olmadığında karanlık, sıcaklık yok ise soğukluk diyoruz. Aynı şekilde iyilik olmadığı zaman kötülük diyoruz. Aslında kötülük diye bir şey yok. İyiliğin olmaması var. Karanlık diye bir şey yok aydınlığın olmaması var. Soğuk diye bir şey yok, sıcağın olmaması diye bir şey var. İyiliğin devamlı aktif ve eylem halinde olması gerekiyor. İyilik yapılmadığı zaman kötülük kendiliğinden yayılıyor. İyilik olmadığında kötülük direkt aktive oluyor.
Modernizm iyilik kavramını değiştirdi ve iyilik kavramını iki çıkmaza indirgedi: ‘Senin hoşuna gitmiyorsa kötü, gidiyorsa iyidir. Menfaatine uygunsa iyidir, menfaatine uygun değilse kötüdür.’ Bize modernizmin öğrettiği şey şu an budur. Batı kültürünün bize öğrettiği iyilik ve kötülük kavramı buna indirgendi. Adalet yok, rekabete teşvik ediyor. Bunu rekabet olsun, güçlü olanın dediği olsun ve üretim artsın diye teşvik etti. Teşvik edince üretim arttı fakat insanlar mutsuz oldu.
Sessiz iyilik çok önem arz ediyor
Artık bencil ve Batı merkezli bir dünyaya doğru gidiyor. İyilik, kötülük ve ahlak kavramını da buna indirgemiş oldu. Önümüzdeki yıllarda ciddi bir ahlaki karmaşa yaşanabilir. Çünkü iyilik ve kötülük kavramını modernizm ile değiştirdik. İnsanlarda hesap verilebilirlik azaldı. ‘Bir insan neden iyilik yapsın ki?’ sorusu sorulabiliyor. Dünya maalesef o yöne doğru gidiyor. Bu durum hazcılığın ön plana çıkması, iyilik ve kötülük kavramının değişmesi ile ilgili bir durum. İyilik ve kötülük kavramı bu bağlamda değişiyor. Bu yüzden sessiz iyilik çok önem arz ediyor.
Sessiz iyilikte görünmeyen iyilik var
Sessiz iyilik, iyiliğin en kaliteli ve en üst makamıdır. Sessiz iyilikte kişinin görünmeyen iyiliği vardır. İyilik yapanın belli olmadığı, iyilik yapılanın da bilmediği bir sistemdir. Tek taraflı değil, çift taraflı bir şeydir ve bu ideal olandır. Bizim kültürümüzde sadaka taşları olmuş, vatandaş oraya gidip birtakım şeyler bırakmışlar ve ihtiyacı olan oradan gidip ihtiyacı kadar almış. Hala Anadolu’da yaşıyordur. Kimisi bakkal defterini alıyor hesap kapatılıyor ama kimin tarafından kapatıldığı belli değil. Kime iyilik yaptığı da belli değil. Bu çift yönlü iyiliktir ve tam sessiz iyiliktir.
Evliliklerin üç dönemi vardır. İlk dönem romantizm aşamasıdır. Bu dönemde iki taraf da birbirine aşıktır. Özellikle nişanlılık, evlilik öncesi dönemde çiftler birbirlerine zaman ayırır, gözlerinin içine bakarlar, birbirlerini müthiş rahatlatırlar. Sürekli birbirlerini düşünürler.
Evliliğe hep yatırım yapılmalı
Evlendikten bir süre sonra bu duygular yavaş yavaş değişime uğrayabilir. Erkek kendini işine veriyor. Kadın ise çocuklar dünyaya gelince kendini çocuklarına veriyor. Birbirlerine yaptıkları yatırım azalıyor. Sevgi azalmıyor ama ilgi azalıyor. Yatırım azalıyor. Yatırım azalınca evlilik soğumaya başlıyor. Evlilik mangaldaki ateşe benziyor. Ateşi çok kurcalarsanız yanar, ilgilenmezseniz soğur gider.
Evliliklerde soğuma yaşandığında evliliğin ikinci dönemi başlar. İkinci aşamada güç çatışmaları ve ego savaşları yaşanabilir. ‘Beni sevmiyorsun. Artık bana zaman ayırmıyorsun’ şeklinde şikâyetler ortaya atılabiliyor. Böyle durumlarda karşı taraf ‘Eşim işime ilgimi kıskanıyor’ diye düşünüyor.
Aşk evliliğin sebebi değil, sonucudur
Evliliğin üçüncü dönemi ise bağlılık dönemidir. Bazı kişiler burada deneme yanılma yöntemini kullanıyor. Ömür boyu aşk o zaman ortaya çıkıyor. Ömür boyu aşk için şu lazım: ‘Aşk evliliğin sebebidir’ diye söyleniyor, hayır. Aşk evliliğin sebebi değil, sonucudur. İyi iş birliği varsa, sevgi ve iyi iş birliği varsa eşittir ömür boyu aşk oluyor. İyi iş birliği yoksa aşk olmuyor. Onun için evlilikte sihirli kelime sevgi değil, sihirli kelime güven de değil, iş birliğidir. Sevgi artı iş birliği eşittir, güven oluşuyor. Güven oluştuğu zaman da ömür boyu aşk başlıyor. Onun için biz evliliğe güven alanı diyoruz. Güven oluşması için sevgiyle iş birliğinin birlikte olması lazım.
Sevgi dili hep kullanılmalıdır
Özellikle kıskançlık konusundaki sorunların çözümünde sevgi dilini kullanılmasını tavsiye ediyoruz. Hediyeleşmek sevgi dilidir. Takdir, övgü, onay sözleri sevgi dilidir. Fedakârlık sevgi dilidir. Shakespeare’in Hamlet’inde vardır. Eşim beni seviyor mu diye soruyorlar. Ortaçağ’da yazılan eserde ‘Eşinin senin için yaptığı fedakarlıklara bak. Sevip sevmediğini anlamak istiyorsan’ deniyor diyor. Fedakârlık yapıyorsa o zaten seviyor demektir. Uykusundan, rahatından, istirahatinden fedakârlık yapıyorsa seviyordur. Mesela bir diğer sevgi dili de hizmet davranışıdır. Hasta olduğunda ilgilenmek, bir ihtiyacı olduğu zaman fark edip hemen ilgilenmek.
Her yerde olduğu gibi, ailede de taraflar hata yapabilir, kusurları olabilir. Önemli olan çiftlerin birbirini kırmadan eleştiride bulunup birbirlerinin eksiklerini paylaşmalarıdır. Böylece sorunlar büyümeden çözülür.
Tek yönlü eleştiri evdeki herkesi olumsuz etkiler
Evliliklerde anne ve babanın sürekli olarak birbirlerinden yakınmaları tüm ailedeki ilişkileri ve dengeleri etkileyebilecek, özellikle tek taraflı yöneltilen eleştiri anne ve babanın ilişkisinde yaralara neden olabilecektir. Örneğin anne sürekli yakınır ve hep babayı şikâyet eder. Kimi yakınmacı kişilikler vardır. Bu kişiler her şeyden şikayetçidir. Bu kişileri cennete koysan burası niye güzel değil diye şikâyet eder. Bu durum evdeki huzuru, aile bireyleri arasındaki ilişkileri ve iletişimi de olumsuz etkiler.
Sürekli şikâyet ve eleştirinin nedeni gizli kibir olabilir
Sürekli negatif eleştiride bulunan ve durmadan şikayet eden kişilerde gizli kibir bulunur. Bu kişiler sürekli olarak her şeyden şikayet eder. Görünüşte mütevazıdırlar. Beyefendi ve hanımefendi görünürler fakat ne zaman ağızlarından bir laf çıksa hep iğneler, eleştirir. Hiç olumlu tarafı görmez. Bu kişilerde aslında gizli kibir vardır. Bu gizli kibir şöyledir: Ego, ben iyi bir insanım, mükemmelim, herkes eksik deyip başkalarının eksikliğini söyleyerek kendilerini rahatlatırlar. Karşı tarafı eleştirip devalüe ederler. Küçültmeye çalışıp onun üzerinde kontrol sağlarlar.
Hatalar ve kusurlar uygun şekilde eleştirilebilir
Bu tip eleştiride bulunan kişiler aynı zamanda egosu yüksek kişilerdir. Bu kişilere hatalı davranışların uygun şekilde mutlaka söylenmesi gerekir. Bu kişiler yakınmacı özellikleri dolayısıyla aynı zamanda ego tatmini de sağlıyor. Kişi şikâyet ettiği zaman kendini değerli hissediyor, şikâyet etmediği zaman kendini değerli hissetmiyorsa o kimse şikayet edecek bir şey bulur. Böyle davranan kişiyi o şikayetiyle yüzleştirmek gerekir. Tabii bunu yaparken özellikle çocuklar anne ve babalarını kırmadan incitmeden bunu yapmalı…