Paylaş
Nitekim iş bölümü yapıldı. Bazısı patates topluyor, bazısı tütün kesiyor.. Hayvanlara bakan, yemek pişiren, kuyudan su çeken, bulaşık yıkayan… Fakir ise, izliyorum!
Kuyu suyunu çekmek için pompa alınalı beri kuyunun kovası iş görmüyor. Yanından onca su geçiyor, bidonlara doluyor, kovalarla taşınıyor; suyun şırıltılı sesi, kuyunun kupkuru kalmış, kuruluğundan içinde bir de örümcek ağ yapmış, yalnız, ipte sallanan kovasının dibinde yankılanıyor. Ve kova kendi çilesini yaşıyor. Boşlukla dolu… Suyu izliyor!
Benim burada işten yana yaptığım ceviz kırıp ayıklamak oluyor ancak, hayatta kırdığım cevizleri hatırlayarak.. Gerisi dinlemek, gözlemlemek ve düşünmek. Evet, sanırım buradaki esas işim izlemek, ve hindi gibi düşünmek…
Bu durum kendimi biraz suçlu hissettiriyor doğrusu. Neyse ki Nasreddin Hoca Hazretleri’nin bir nüktesini hatırlatıyor etrafta gezinen hindi ordusu; gönlüme yem serpiyorlar. Şöyle hikayesi:
“Pazarcı tavukların tanesini 5 kuruşa satıyorken, Hoca bakmış tezgahta bir de başka garip kuş, fiyatı 50 kuruş. Merak edip sormuş; ‘Ne hikmettir ki tavuklar 5 kuruşken şu kuşun fiyatı böyle uçmuş?’ Pazarcı açıklamış; ‘Buna tuti(papağan) derler, marifeti var, konuşur!’.. Haa, demek ondan pahalı. E söz gümüşse sükut da altın olmalı!
Ve sevgili Hoca da ertesi pazar gününde bizim satıcının tam yanına açmış tezgahını. Tezgahta bir hindi, 100 kuruş imiş etiketi. Papağan satıcısı bozulmuş biraz bu işe; alt tarafı hindi, o konuşan kuşunu 50 kuruşa satıyorken bu niye böyle yüksek fiyatlı? Çıkışmış hemen; ‘Hoca, bizim kuş konuşuyor, marifetli, seninkinin ne üstün meziyeti var da istersin bu fahiş bedeli? Hoca Nasreddin’de cevap hazırmış; ‘Senin kuş konuşuyorsa bu da düşünür, kolay iş mi, daha pahalı olacak tabi ki!..”
Elbette, papağan gibi konuşmak marifetse, hindi gibi düşünmek ala olmalı. “Bir anlık tefekkür, bin yıllık (nafile) ibadetten hayırlıdır” hadisinde kastedilen tefekkür(düşünüş) kalitesini yakalayabilmek için ise insan özgür olmalı. Nefsinden(hayvani sıfatlarından) hür.. Kendini esir eden masiva kafesini kırmalı:
“Adam bir seyahat için Hind ülkesine gidecekmiş. Kafesteki papağanına şakayla karışık sormuş; ‘Senin geldiğin yere gidiyorum, akrabalarının memleketine, bir mesajın varsa diyeyim görürsem sizinkilere?’ Bizim papağan(tuti) da rica etmiş; ‘Kardeşlerime selam söyle, halimi anlat, ben burada kafesteyken onlar gönüllerince yaşamaktalar, bari seher vakitlerinde fakiri ansınlar da burada biraz gönlüm şenlensin hatırlandığımı bilmenin neşesiyle’..
Gerçekten de adam kendininkiyle aynı cins bir papağan sürüsüne denk gelmiş o uzak ülkede ve seslenerek papağanının dediğini aktarmış o tutilere. Kuşlardan biri söylenenleri duyunca titreyip pat diye düşüvermesin mi cansız yere. ’Tüh, ne ettim ben böyle’ diye üzülmüş adam ama ne çare. Ve nihayet işini bitirince dönmüş evine. Papağanı sormuş hasretle ‘acep selamım vardı mı yerine?’ Adam anlatmış başına geleni istemeye istemeye, taziyeleriyle birlikte. Olanları duyar duymaz bizim tuti de titremiş, nefesi kesilmiş ve o da cansız düşüvermiş kafesinin içine..
Adam hayretler içinde, ne yapsın, almış papağanının hareketsiz bedenini, çıkarmış kafesinden uygun bir yere gömmek niyetiyle. Ve gerekli hazırlıkları yapmak üzere papağanı bahçede bir köşeye bırakmasıyla canlanıp uçuvermiş bizim tuti. Konmuş bir dalın üzerine. Adam iyice şaşkın; ’Ey tuti, nasıl öğrendin bu hileyi de kavuştun özgürlüğüne?’ Tuti; ‘Hindistandaki o papağan hikayemi duyunca yere düşmekle bana bu haberi gönderdi, yani hal diliyle demiş oldu ki ‘eğer kurtulmak istiyorsan ölmeli!’ Dediğini uygulamakla ben de hamdolsun kavuştum hürriyetime”.. (mealen, Mesnevi’den, Hz.Mevlana C.Rumi)
“Ölmeden önce ölmek” böyle oluyormuş demek ki. Yeri gelmişken, “teşbihte hata olmaz” diyerekten, tuti hikayeleri üzerinden sükunet sahibi hal ehillerine de bir selam gönderelim:
“Adamın papağanı ölünce, yenisini almak için kuşçuya gitmiş bizimki. Bir tuti göstermişler, epey gösterişli. Fiyatı 40 kuruş, 40 kelimeye kadar konuşurmuş. ‘Fazlasına imkanım var, yok mu daha iyisi?’ Bir ötekisi 70 kuruşa, 70 kelime bilirmiş, tüyleri renkli. ‘Ya daha meziyetlisi?’ 100 kelime konuşanı 100 kuruşa, kelimeleri de yerli yerinde söylermiş beriki. Adamın bütçesi bu kadarmış da merak etmekteymiş; ‘Peki en pahalı tutiniz hangisi?’ Kuşçu dükkanın arkasına götürmüş müşteriyi, bir akça papağan göstermiş ki zayıf, gösterişsiz, boynu bükük bir tuti. Fiyatıysa diğerinin 10 misli. ‘Bu kuş pek gösterişsiz değil mi, fiyatı böyleyse demek var bir özelliği, söyleyin kaç dil, kaç kelime konuşur sizinkisi?’ Kuşçu cevaplamış; ‘Valla beyim, henüz ağzından bir kelime dahi işitmedik lakin diğer bütün tutiler ona ‘Efendi, efendi’ diye hitap etmede, belli ki onların en kıdemlisi”…
Fakirin bu güz seyahatinden izlenimlerim böyle. Anlayacağınız, papağan gibi konuşmaktan, hindi gibi düşünmekten geçme gayretindeyim öteye. Çevremden ibret almaya çalışıyorum bu halle.. Buradaki hayvanların hallerini izliyorum, ah kendimden ne çok şey buluyorum…
Derken, dönüş vakti gelip çatıyor erken. Arada olanlar oldu, yapılan hizmetler yapanın yanına kar, yapılamayanlar affa kaldı..
Nihayet köyden ayrılmadan önce, Muharrem bitiminde adıma bir kurban kesilmesi için gereken ayarlamaları yapıyorum. Buranın halkı yoksul, kurbanın eti dağıtılacak, gönüller alınacak. Bari böylece son bir hizmete olalım vesile; Allah rızası için, hem günahlarımın affı, kusurlarımın setri dileğiyle, şerler def, hayırlar fetholsun diye..
Ve bir de bu yazılar oluyor izlencelerimden sızıp da elimde kalan işte, okuyanların hoşuna gitmesi ümidiyle, naçizane hediye… Aşk olsun, selametle, Hu!
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş