Paylaş
Ufak bir törenle Antalya’da evlendiler. Ertesi gün çıkılacak yolculuk bir balayı için oldukça sıradışı kabul edilebilirdi. Yeni evlilere eşlik edecek arkadaşları bu seyahate “Hazretlerle Balayı” adını verdiler. Onlar bu tercihe hiç şaşırmamıştı. Zira ilk tanıştıkları dönemi anımsıyorlardı ki adamı “daha ilk buluşmalarda kızı türbelere, derviş sohbetlerine götürme hemen, gezdir tozdur biraz, kaçmasın senden” diye uyarmışlardı. Ancak nafile.. Adam öyle yaptı. Fakat kız da sanki kafadardı. Nitekim ilişkileri bugünlere vardı ve dolayısıyla balayının da bu şekilde planlanması artık normal karşılandı. Hoş, yeri geldiğinde gezip tozmayı da bilirlerdi. Hayatın bir dengesi vardı. Zaten bir denge işi değil miydi evlilik de?
Üç aylara girildi, ilk durak Akşehir. Bir derviş kardeşleri karşıladı onları, gece misafir kaldılar, hasret giderdiler. Sabah Nasreddin Hoca’nın türbesi ziyaret edildi. Kah güldüler, kah dualar edildi. Baharda Akşehir bir başka güzeldi. Gelindi sevgili Seyyid Mahmud Hayrani’nin türbe kapısına. Türbedar haberdar edilmiş, beklemekteydi. Onlara kapıyı işaret etti, hal diliyle kapının açılmadığını söylüyordu, hal diliyle çünkü dilsizdi. Herkes birer birer anahtarı denedi. Boşa dönüyordu. “Bunda bir hayır vardır” dedi adam, türbeye bir hizmeti olsun çok istemişti. Akşehirli derviş kardeş bir çilingir numarası edindi, bu saatte gelir miydi ki? Geldi. Kapı açıldı, kilit değiştirildi, Hazret kapının bir anahtarını sevenlerine vermek istemişti. Öyle sanıyorum çünkü çilingirin adı, hem de gerçek adı “Hayrani” idi. Kimsenin “bu bir tesadüftür” demeye dili gitmedi. Ola ki yolculuklarının kilidini Hayrani açmıştı.. “Dervişten hizmet, veliden himmet, Ali’den nimet Efendim”…
Konya’da hava güzeldi. Hazretler; Şems-i Tebrizi, Konevi, Mevlana ve Ateşbaz-ı Veli.. Selamlar, sevgiler, herkes için dualar edildi. Bir şey var ki bizimkileri bir kez daha düşündürmüştü; Bazı türbelere girişte ayakkabılara galoş geçirilmesi ne kadar geleneğe uygundu? Doğrusu müze konsepti oraların maneviyatını yansıtmaya çok elverişli değildi. Hele Ateşbaz-ı Veli Hazretleri’nin türbesinin yanına yapılan tuvalet; türbedar orada toprağın altında yatanlar olduğunu haber vermişti. Dinlenmedi. Ve tuvalete girenler yerin altından gelen seslerden rahatsız olageldi.. Nitekim kapatmışlar şimdi tuvaleti, mescide dönüştürülecekmiş. Hayırlısı.. Bizim seyyahların böyle durumlarda yaptığı; gözlerini sırlamak ve Hazretler’in maneviyatını hissetmeye odaklanmak oluyordu. Keza Yaradana edilen duaların böylesi makamlarda daha derinden hissedilir olması bir vakıadır, dostlarının yüzü suyu hürmetine…
Aksaray yol üzerinde sürprizliydi. “Yusuf Hakiki Baba”nın türbe kapısında güler yüzlü biri yerleri süpürüyordu; “Siz türbedar mısınız?”, “Evet”, “Türbeyi görebilir miyiz?”, “Beni görmek türbeyi görmek demek zaten”, gülüşmeler.., “Hanımlar girsin içeri, sen de al şunları, etrafı süpürüver bakalım”, adam hemen hamle etti süpürgeye hoş bir gülümsemeyle, “yok, yok, şaka, buyrun böyle”; herhalde bu sınav böyle geçilmişti.. Hakiki Baba, Somuncu Baba’nın oğlu, orası da evleriydi, Hacı Bayram-ı Veli’den tamamlamıştı seyr-i sülukunu. Huzuru pek feyizliydi. Türbedarla sohbet de tatlıydı, konusu dünya gurbetinden gerçek vatana, beka yurduna dönme yolculuğuydu. Durumlarına uygundu. Cafer Efendi onları misafir etmek istedi lakin daha alınacak menzil vardı. Duasıyla yetinildi, bir dahaki sefere sözleşildi.. Sonra da civardaki Külhani Ali Baba türbesi ve Pir Ali Sultan türbelerinde niyaza duruldu. Bakımsızlıklarından anlaşıldı ki bu makamların pek ziyaretçisi yoktu. Ne yazık o halklara ki nice lütuftan faydalanmayı bilmezler, aslında evliyaullah nezdinde ihmal ettikleri kendi maneviyatlarıdır… Allah vefalıları sever!
Dağ yollarından geçmiştiler Konya ovasına, bahar dalları her yer. Kıskanmışlar belli ağaçlar gelini ki cömertçe sunuyorlardı güzelliklerini, lakin ne etseler bizimkini geçemezlerdi. Derken, aşıklardan deyişler dinleye dinleye Nevşehir’e gelindi, Hacı Bektaş’a varıldığında gece idi. Grip virüsü gelinden damata geçmişti. Belki de kefaretti.. Yorgundular, hemen yattılar. Keşke bu coğrafyada daha yaraşıklı konaklama mekanları olsa… Ve Sabah; huzur-u Hacı Bektaş-ı Veli, babacan ve samimiydi. Ancak artık orası da müzevi, semahlar karşıki binada yapılıyormuş, turistler için. Hareket yoktu, halbuki yeni Nevruz idi. Çeşmesinin suyuyla şifalandılar lakin. Karşılığında ilahiler dinlettiler ona. Böylece vedalaştılar Hünkarla.. Giderken baktılar ve de; mürşidi Lokman Parende’nin asasından yeşeren 800 yıllık kara dut ağacı canlı mı diye. Rivayet şöyle ki; o ağaç kurumadan din düşmeyecekmiş burada yere. Uç veriyor bahar dallarından…
İnişte peri bacaları, sağda solda yolu süsler. Neşelerine diyecek yok şimdi. Kızılırmak böyle geçildi. Elma ağaçları, köyler, ovalar, Anadolu ne güzel bir yerdi. Toroslar’dan Çukurova; Adana yolunda Pozantı-Soğukpınar’da bir mola ve vakit kaybetmeden Tarsus’a.. Ashab-ı Kehf mağarası orada, Kuran’da da geçer ve topraklarımızda bulunan böyle bir yer, ne düzgün bir ışıklandırma, ne seslendirme var ki mesela Kehf Suresi dinletilebilirdi bir yerinde. Ve içi beton yer yer; neyse ki mekan sabırlı.. Gece regaip kandili, yatsı için Tarsus’a varmalı. Vardılar. Danyal Peygamber’in mekanı camekan içi, pek hoştu. Gelin, Hazreti bir genç enerjisinde hissetti, ne de olsa o bir fetaydı.. Aslanların süt verdiği, remil ilmi ve rüya tabiri piri, cezbesi dayanılmaz bir kokuyla zuhura gelmişti. İşareti bilindi. Ancak Regaip Kandili’ni idrak etmek “Hz.Bilal Habeşi” caminde nasip oldu. Hazretin orada makamı vardı, ufak sırlar saklıydı. Çocuklar ne güzel oynuyordu. Şeker dağıttılar, yediler hep birlikte, güzel seslilerle..
İskenderun’dan Hatay yolu üzeri grup genişledi, yeni gelenlerle şenlendi. Ve gelinciklerle karşıladı onları Beyazıd-i Bistami makamı. Vakit cuma öğlen namazı.. Kalabalık bir rüzgar, bari duaları Allah’a ulaştırsalar; “Gayret bizden, takdir Allah’tan”. Olundu yine yola revan.. Bahar mevsimi Hatay’ın ipeksi sıcağı, “yediğiniz içtiğiniz size kalsın, gördüklerini anlat” derler ya, görgüsüzlük yapmayalım biz de; Nihayet geldiler “Habib-i Neccar Hazretleri”nin makamına, burası bir mağara, köşede bir süpürge, damat aldı eline, varsa gelinin günahlarını süpürmeye, gelin de damadınkileri.. Taş döşek alınlarında iz yaptı, kafanın arkasında “Ya Vedud”un “Vav”ı vardı. Yolculuğun bu kısmı böylece tamamlanmıştı.. Çiftin hayat yolculuğu ise yeni başlamıştı. Ola ki bu yolculuk gibi aynı hedefe odaklı, dostlarla birlikte, hayırla, bereketle, şükür içinde, kolaylıkla, güzellikle… Varacağı yere kadar; aşk olsundu! Hu
Paylaş