Paylaş
Katar krizi, Suudi Arabistan’ın başını çektiği Arap koalisyonunun dün 59 isimlik bir kara liste yayınlamasıyla bir başka boyuta tırmandı.
Çünkü bir anlamda Suudi Arabistan ve onun peşinden giden ülkelerin dillerinin altındaki bakla çıkmaya başladı.
Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) 5 Haziran sabahı Katar’a verdikleri ültimatom ve ilan ettikleri yaptırımların hatırlanacağı gibi üç temel gerekçesi vardı:
- Katar İran’la flört etmeye son verecek, Yemen’de ikili oynamayı bırakacaktı,
- Terör örgütlerine destek olmaya son verecekti,
- Başta Mısır olmak üzere bölgedeki diğer ülkelerin işlerine karışmaya son verecekti.
İlk günlerde konunun İran boyutu öne çıktı. Ama kısa sürede o boyut Suudi Arabistan ve İran arasındaki ezeli rekabete eklemlendi. Suudi Arabistan’ın kendi öncülüğünde kurulan Yemen koalisyonundan Katar’ı çıkarmasıyla da o boyuttaki tırmanma durmaya yüz tuttu.
Katar Emiri Thamim al-Thani’nin kendisini Beyaz Saray’a, barıştırma adına adeta rakiplerine yem yapmaya çağıran davetini reddetmesi ardından gelen 59 kişilik kara liste ise, Suudi Arabistan ve destekçilerini en az İran, en az Suriye’de El Kaide bağlantılı örgütlenmeler kadar rahatsız edenin ne olduğunu gösteriyor.
Bu rahatsızlık Müslüman Kardeşlerin varlığından, Katar gibi doğal gaz zengini bir ülkenin imkânlarıyla korunup kollanmasından durulan rahatsızlıktır.
Zaten o üç maddenin ikincisindeki gizli öznelerden birisi de (IŞİD ve EL Kaide ile birlikte) İhvandır. Keza Üçüncü madde ile kast edilen de İhvan’ın Mısır’daki faaliyetlerine Katar üzerinden verilen destektir ki El Cezire televizyon yayınları, Riyad ve Kahire gözünde buna dahildir.
O 59 kişilik liste içinde en çok öne çıkan isim Yusuf el-Karadavi’nin varlığı bile tek başına buna işaret sayılabilir.
İhvan’ın 90 yaşındaki ideoloğu olan, İhvan’ı 1928’de kuran Hasan el-Banna ile şahsen tanışıp yanında çalışmış kuşağın son temsilcilerinden olan Karadavi, Katar’da yaşıyor.
El Cezire televizyonundaki “Şeriat ve Hayat” programının, önemli bir kısmı Mısır ve Suudi Arabistan’da olmak üzere 60 milyon düzenli izleyicisi olduğu tahmin ediliyor.
İhvan, katı Sünni Şeriatını öngören bir İslamcı hareket. Bununla birlikte izleyicilerine silahlı mücadeleyi değil, demokratik kurumlar aracılığıyla mücadeleyi telkin ediyor, Kuran emirlerini demokratik yöntemlerle toplum hayatına hâkim kılmayı amaçlıyor.
Katı ve merkezi bir örgütlenmesi yok. Değişik ülkelerde, birbirinden farklı özellikler gösteriyor. Örneğin Tunus’ta Muhammed al-Gannuşi önderliğindeki En Nahda hareketi laik sistemle uyum içinde yaşama noktasına gelmişken, Filistin’deki Hamas hareketi pek çok ülke tarafından terörizmin sınırında görülüyor. (Hamas lideri Halid Meşal’in de Katar’da yaşadığı biliniyor.)
Karadavi dahil bazı İhvan önde gelenlerinin el-Kaide benzeri örgütler tarafından yapılan terör eylemlerini övdüklerinin görülmesine karşın, (en azından İkinci Dünya Savaşından bu yana) onlar adına üstlenilmiş bir terör eyleminin bulunmaması, özellikle ABD’deki “terör örgütü ilan etme” tartışmasını etkiliyor. Amerikalı düşünce kuruluşları bunun yapılması halinde Amerika’daki demokratik hayata katılan milyonlarca Müslümanın yeraltına itileceğinden de endişe ediyor.
Aslında son tartışmalar ABD Başkanı Donald Trump’ın iş başına gelir gelmez, Müslüman Kardeşleri de IŞİD ve El Kaide gibi bir terör örgütü olarak saymasıyla başladı. Suudi Arabistan, sadece 110 milyar dolarlık silah anlaşmasına değil, bu beyana da güvenerek Katar üzerinde yeniden baskı kurmaya başladı.
Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Trump’ın İhvan’ı IŞİD ve El Kaide ile bir tutmasına tepki gösterdi ve onu bir terör örgütü olarak değil, ideolojik bir hareket olarak gördüğünü söyledi.
Aslında ABD İhvan’ı hali hazırda terör örgütü olarak görmüyor, oysa Rusya görüyor. Hatta 2003’te İhvanı (Kuzey Kafkaslarda İslam devleti kurma çalışmaları nedeniyle) terör örgütü ilan eden ilk ülke Rusya. (Bu arada Rusya’nın PKK’yı terör örgütü saymadığını da not etmiş olalım.)
İhvan, öteden beri –resmen tanınmadığı halde- Mısır ve Suriye’de en etkili muhalif güç olarak biliniyor. Suriye’de 1982’de İhvan’ın önayak olduğu protesto hareketlerini bastırmak adına Hafız Esad’ın Hama ve Humus’ta birkaç gün içinde (değişen tahminlere göre) 20 ila 40 bin kişiyi öldürttüğü kayıtlarda var.
Zaten 2012’de Mısır’da İhvanın desteklediği Muhammed Mursi’nin işbaşına gelmesiyle Suriye’deki ayaklanmanın belkemiğini oluşturan İhvan yükselişe geçmişti. Ancak Mursi’nin 2013’te genelkurmay başkanı Abdülfettah Sisi’nin Suud-destekli darbesiyle devrilmesi ile Mısır’da İhvan ağır bir darbe aldı, Suriye’de ise darmadağın oldu. İhvan tabanındaki özellikle genç unsurlar El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra, IŞİD ve diğer cihatçı örgütlere katıldı, onları büyüttüler.
Suudi Arabistan ve Arap yarımadasındaki krallıkların, şeyhlik ve emirliklerin kötü örnek olacak diye kızdığı şey, aslında Mısır’da birilerinin seçimle işbaşına gelmiş olmasıydı. Yarın bir gün, kendi halkları da seçim isteyebilirdi. Üstelik seçimi kazananın Müslüman Kardeşler gibi onların Müslümanlığını da sorgulayan cihatçı anlayışta olması, kendi halkları arasında doğabilecek tepkiyi artırabilirdi.
Mısır darbesinin de, Katar krizinin de önemli bir nedeni, varlığıyla –Araplar dışındaki Müslüman dünyada o kadar etkili olmasa da- Arap ülkelerini birbirinden ayrı düşüren, yönetimlerle halklar arasındaki uçurumu büyüten işte bu Müslüman Kardeşler oldu.
Yanlış anlaşılmasın, İhvan silahlı mücadeleyi, terörizmi öngörmese de, seçimle işbaşına gelip kendi Sünni anlayışını topluma hakim kılmayı amaçlayan bir hareket. Aynı şekilde her seçimle işbaşına gelen hareketin toplumuna daha çok iç barış, daha çok refah ve adalet getireceği gibi bir anlayışım da yok.
Ama varlığıyla Arapları, Müslümanları ayıran bu Kardeşliğin, öyle kara listelerle, yaptırımlarla yok edilemeyeceği de ortada.
Bir yanlışı başka bir yanlışla düzeltmeye çalışmak anlayışı devam ettikçe bu tür ihtilafların sona ermesini beklemek de saflık olur.
Paylaş