Paylaş
Birisi İstanbul 27'inci Ağır Ceza Mahkemesinden. Bu aynı zamanda 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Hürriyet, CNN Türk, Kanal D'nin de bulunduğu Doğan Medya binasını basan askerlerle hesaplaştığımız ve Cumhuriyet gazetesinden meslektaşlarımızın yargılandığı mahkemedir, aşinayız yani.
Mahkemede aynı zamanda 1 Ocak 2017'nin ilk saatlerinde İstanbul'daki Reina gece kulübünün basılıp 39 kişinin öldürülmesi, 57 kişinin yaralanması davası da görülüyor.
İstanbul polisi tarafından sıkı takip sonucu yakalanan Özbek asıllı IŞİD militanı Abdulkadir Masharipov, kulubü basıp katliama yol açmakla suçlanıyor, davanın bir numaralı sanığı. Bir kısmı Özbek ve Uygur kökenli diğer sanıklar, IŞİD adına ona yardımcı olmakla suçlanıyor.
Onlardan birisi de Celil Çelik. Beş gün süren ve Cuma gece yarısı sonuçlanan duruşmalar sırasında "Gider Şam'da da Medine'de de savaşırım. Çünkü cihat savaşına inanıyorum" diye ifade vermiş.
İşte mahkeme, bu Celil Çelik dahil 7 sanığın tahliyesine, tutuksuz yargılanmasına karar vermiş bulunuyor. Gerekçeler, suçlama vasfının değişmesi ihtimali, kanıtların "büyük ölçüde" toplanmış bulunması, sabit adreslerinin olması ve kaçma şüphesinin bulunmaması.
Yani, "Gider savaşırım" diyen sanıkta kaçma şüphesi görmeyen mahkeme, mesela polisin her dönem gidip evinde bulabildiği Ahmet Şık'ı hala içeride tutuyor. Adalet Bakanlığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine "gazetecilikten değil, terör örgütü üyeliğinden" diye gerekçe yazıyor ama ortada yazılanlardan ve söylenenlerden başka "kanıt" yok, onlar da "büyük ölçüde" filan değil, tamamen savcının elinde zaten.
Bu söylediklerim (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti verilerine göre) halen Türkiye'de cezaevlerinde bulunan 146 gazeteci, yazar, medya çalışanının büyük çoğunluğu için geçerli.
Mesela Akın Atalay'ın, Murat Sabuncu'nun adresleri mi yok? Yaşları nedeniyle sağlık sorunları yaşayan Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Ali Bulaç'ın ne gibi kaçma şüpheleri var?
Sadece gazeteciler de değil. Mesela HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın bir yılı aşkındır hakim karşısına çıkmadan hapiste tutulmasına IŞİD şüphelilerine layık görüşüp de ona görülmeyen hangi gerekçeler mevcut?
Gelelim yargı alanından siyaset alanındaki adaletsizlik algısına.
İstanbul Esenyurt'un AK Partili belediye başkanı Necmi Kadıoğlu görevinden istifa etti. Resmi açıklama sağlık nedenleriydi ama internet medyasında onun hakkında çoğu inşaat işleriyle alakalı iddiaları hatırlatıldı daha çok.
Ve dolayısıyla AK Partide son zamanlarda istifaya zorlanan, İstanbul'da Kadir Topbaş, Ankara'da Melih Gökçek dahil belediye başkanlarının durumu hatırlandı.
Bu başkanların istifası ardından o belediyeler hallaç pamuğu gibi atılıyor. Milyonluk projeler iptal ediliyor, belediye birimleri kaldırılıyor, başındakiler değiştiriliyor. Ama neticede kamunun, yani hepimizin vergileriyle, bizlerin parasıyla yapılmış bu işlerle ilgili olarak herhangi bir AK Partili belediye başkanı hakkında, velev ki aklanması amacıyla da olsa açılmış bir soruşturma, inceleme, hatta bir idari tasarruf dahi yok. Örneğin dönemin hükümet sözcüsü Bülent Arınç'ın Melih Gökçek'in "Ankara'yı Cemaate parsel parsel satma" iddiası hala ortada. Bu örnekler "İstifa eden yargılanmaktan kurtuluyor, yediği yanına kar kalıyor" algısına yol açıyor.
AK Parti cephesinde durum böyleyken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu İstanbul Ataşehir'in CHP'li Belediye Başkanı Battal İlgezdi'yi görevden aldı. CHP'li belediyelerin de patlayan inşaat sektörüyle sorunlu ilişkileri konuşulmuyor değildi, ben de eleştiri konusu yapmıştım. Suçlu varsa cezasını çeksin ama eşit durumdakilere eşit davranılsın; yapılan çifte standarttır, adalet duygusu böyle böyle giderek zedeleniyor.
Sonra CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu kalkıp Meclis kürsüsünden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a "Ben senden cesurum. Haydi sen de kendin ve yakınların hakkında yurt içi ve yurt dışı varlıkların hakkında araştırma iste" diye meydan okuyor ve karşılığında sadece "Dahası geliyor" yanıtı alıyor.
Sonra bizler düşünüyoruz neden bütün araştırmalarda Türkiye'de halkın en büyük sorunu neden "adaletsizlik" çıkıyor diye.
Paylaş