Paylaş
GÜN 19 Mayıs dolayısıyla yeniden gündeme gelen ‘‘Bandırma’’, artık sadece kitaplarda anılan, silik fotoğraflarda hayal meyal seçilen ya da abartılı ‘‘lüks transatlantik’’ yalanına kolayca konu edilebilen bir vapur olmaktan çıktı. Şimdi, olabildiğince aslına ve boyutlarına uygun yapılmış kopyasıyla, neredeyse canlıymış gibi, Samsun'daki Doğu Parkı'nın kıyıya yakın bir köşesinde duruyor. Hiç kuşkusuz, bir önceki valinin Mülkiyeli eşi Olcay Aksoy, önayak olduğu bu girişim için yıllar yılı hep minnetle anılacak.
Ne yazık ki, bugünün Bandırma'sı, belki canlıymış ‘‘gibi’’, ama tam ‘‘canlandırılmış’’ değil. Canlandırılması için yüzer durumda olması gerekirdi. Yüzmeyen gemi, canlı sayılmaz.
Tıpkısının aynısını ‘‘yüzer’’ durumda yeniden yapmak, herhalde, daha da pahalı ve zor olurdu. Belki kalın sac kullanmak, makine konmayacağına göre değişik denge ve safra hesapları yapmak gerekecekti.
Olanaklar elverseydi de, keşke yapılabilseydi.
Glasgow yakınlarındaki McIntyre tezgáhlarından 1878'de Trocadero adıyla denize indirilmiş yaşlı bir vapuru, ‘‘Kymi’’ ve ‘‘Panderma’’ maceralarından sonra ‘‘Bandırma’’ adıyla Mustafa Kemal'i Samsun'a götürdüğü için olduğu gibi yaşatmak da elbet pahalı ve zor bir iş olacaktı. Ama, hiçbir şey, sonradan çok daha fazla masraf ve çabayla telafi edilmek istenen bir kadirbilmezliğin pişmanlığı kadar ağır eziklik veremez insana.
Gemi, 1925'te hurdacılara parçalattırılmak yerine, biraz onarım ve boya parasıyla canlı tutulabilseydi, o kadarcık bir gider yüzünden Türkiye Cumhuriyeti batar mıydı? Bugün, müzeye çevrilmiş küçük salonu ve gladoralarıyla Samsun limanının bir köşesinde yüzüyor olsaydı fena mı olurdu?
Su kesiminin altını ve zehirli kırmızısını gösteren haliyle cansızlığı belli olan bir Bandırma, başka bakımlardan da düşündürücüdür.
‘‘Karaya vurmuş gibi’’ duran, Mustafa Kemal'in devrimci ve bağımsızlıkçı felsefesi midir yoksa? Hareketsiz demir külçe, bugünlerin durağanlaşmış, dış güdüme teslim olmuş, tepkisizliğe düşmüş Türkiye'sini mi gösteriyor?
Aydan aya, haftadan haftaya, hatta günden güne yaşanan itilip kakılmaları, ‘‘bir avuç dolar’’ uğruna küçük düşüşleri gördükçe bunları düşünmeden durmak zordur. Şuna bakın: Sıkboğaz edilerek çıkarttırılmış yasaların ardından, şimdi de Türk Telekom yönetim kurulunun değiştirilmesine sıra gelmiştir. ‘‘Niçin?’’ diye sorduğunuzda, Derviş ve onun gibi düşünenlerce verilen yanıt gerçekten yüz kızartıcıdır: ‘‘Yeni borcun şimdilik üçbuçuk milyar dolarını gönderecek olan IMF öyle istiyor da ondan!’’
Dış çevreler, Dünya Bankası'nca yollanan kişiyi dördüncü ortak olarak bakan yaptırdıktan sonra, kamu şirketi yönetimlerinin değiştirilmesini de istemeye başlamışlarsa, daha nelerin istenebileceğinden korkmak gerekir: Gidiş, bakanların, hükümetlerin de değiştirilmesiyle kalmaz, Kemalist Cumhuriyet'in değiştirilmesine bile sıra gelebilir.
Küçülüşün sonu yoktur.
Paylaş