Paylaş
Bu yazı yazıldığında Bursa maçı oynanmamıştı. Beşiktaş, oyuncuların dediği gibi kamçılanmış bir moralle oynayıp genellikle kendisine ters gelen bir takımı yenecek mi, yoksa pusulasız yola çıkmış gemi gibi nereye gittiğini kestiremeden bozguna mı uğrayacak, bilinmiyor.
Şöyle ya da böyle, teknik direktörün önemli bir maça iki gün kala gitmesiyle herhalde koca takımın sonu gelmiş olamaz. Tam tersine, böyle durumlar, ilk şok atlatıldıktan sonra, şöyle bir durup düşünerek yeni atılımlar yapmak için bulunmaz fırsatlardır.
Buradayken, kendisi için ‘‘dáhi’’ diyenler de oldu. Alpay bile, ‘‘Daum'dan sonra gelmiş geçmiş en iyi teknik direktördü’’ diyor.
Elbette, bu konudaki dáhilik ya da mükemmellik, teknik direktörlükten ne anladığınıza bağlı: Antrenman yöntemlerinin üstünlüğü mü? Disiplin anlayışı mı? Ciddiyet mi? Kendini işe verme özverisi mi? Maça göre takım kurmadaki beceri mi? Maçı iyi okuma ve gerekli değişikliği yapabilme yeteneği mi? Frenkçesiyle ‘‘motivasyon’’ denen yüreklendirme işindeki başarı mı? Kulüp yönetimiyle takım arasında katalizörlük rolü mü?
Öylesine önemli nitelikler ki, hepsini birden tek kişide bulmak çok zor.
Eskiden basite indirgenip ‘‘tek seçici’’ denen teknik direktörler konusunda şimdi işlenen hatalar galiba tek insandan çok şey beklemekten doğuyor. Hele o insan, ‘‘Hepsini birden benden beklemeyin; başka başka işlevler, değişik yapılış tarzları ve farklı insan tipleri gerektirir’’ diyebilecek kadar gerçekçi, alçakgönüllü ve içtenlikli değilse.
O böyle demese bile, bunun böyle olduğunu görüp başka türlü davranmak gerekmez mi? Ama, nedense olmuyor.
Yalnız Türkiye'de mi? Galiba İspanya'da da.
Toshack, İspanya Ligi'nde altıncı duruma düşen Real Madrid'e gitti. On yıl önce de oradaymış. 1997'de Deportiva de la Coruna'yı da çalıştırmış. İspanyol basını, ‘‘Her ikisinden ayrılırken futbolcular elini sıkmak bile istememişlerdi’’ diye yazıyor. Daha önceleri Real Sociedad'ı ve Lizbon'un Sporting'ini çalıştırırken de durum farklı değilmiş.
İnsan yönetmekte ve onur gözetmekte zayıf olduğu belli. Bu ne biçim dáhidir ki, teknik direktörlük için önemli niteliklerden birindeki zayıflığını bunca yıl fark etmemiş ve kendini düzeltecek akıllılığı göstermemiştir?
O öyle de, asıl sorun, bizim ondaki eksikleri giderme yolları üzerine yeterince kafa yormamış olmamız değil mi? Takımı her şeyiyle ona teslim etmek ne derece doğru olmuştur? Oyuncuları yüreklendirme işini başkaları üstlenemez miydi? Takım kurmada kendisine yardımcı olacak bir teknik kurul oluşturmak çok mu zordu?
Kulüpler de, partiler, dernekler, sendikalar gibi, ortak aklın örgütlenmesini gerektiren kuruluşlardır. Şimdi, Toshack türü ‘‘dáhilik’’ sona erdiğine göre, eldeki Fuat'lar, Kadir'ler ve Rıza'larla, onlarınkine başka akıllar da katarak, yerli aklı iyi örgütlemek ve iyi kullanmak zamanıdır.
Ama, uzun vadede bunu daha da iyi yapmanın temel koşulu, yabancılara para saçmak yerine dışa adam yollayıp nitelikli teknik direktör yetiştirmektir.
Bilinmeli ki, para akıllıca kullanılmamışsa, ithal akıl da işe yaramıyor.
Paylaş