Paylaş
Asya'nın bütün büyük kentlerinde olduğu gibi, Yeni Delhi'de de insanın dikkatini çeken ilk görüntü, yollardaki insan kalabalıklarıdır. Sabahın erken saatleri olmasına karşın, bu kez de öyle.
Bir farkla: Caddelerdeki araba sayısı, daha öncelere göre hemen fark edilecek kadar artmış: insanların giyimleri de eskisinden daha düzgün. Hemen belli oluyor: Hindistan, nüfus artış hızıyla refah artış hızı arasındaki yarışta refahtan yana hayli mesafe almışa benzer.
Yine de, nüfus sorunu sorunların başında geliyor.
Nasıl gelmesin ki, 1947'de bağımsızlık ilan edildiği zaman 300 milyon küsurlarda gezinen nüfus şimdi bir milyarı aşmıştır.
Bir milyar insan.
Dile dolay. Bir milyar 300 milyon nüfuslu Çin'den sonra, dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi. Yirmi beş eyaletten biri olan Uttar Pradesh'in nüfusu, tek başına tam 160 milyon. Orası eyaletten bağımsız devlete dönüşse, dünyanın en kalabalık beşinci devleti olacak.
Düşünün ki, her dakika 30 kişi artan bir nüfus.
Saatte 1.815, ayda 1 milyon 300 bin, yılda 15 milyon 700 bin.
Yani, her yıl neredeyse bütün Avustralya kıtasının nüfusu kadar çoğalıyor.
Yıllık artış, yüzde 3.1'den 1.7'ye çekildiği halde durum bu. Çekilmeseydi ne olacaktı kimbilir.
Hükümet, geçen gün, nüfus artış hızını biraz daha aşağı çekebilmek için 16 yeni önlemi karara bağlamış.
Sağlık Bakanı N.T. Shanmugham'ın açıkladığına göre, günlük kazançları bir dolar karşılığını geçmeyen yoksul çiftler, eğer, yasal yaş olan 21 yaşında evlenmiş olup da hálá iki çocuktan fazla yapmamışlarsa, ödül olarak devlet yardımına hak kazanacaklar. İki çocuktan sonra kısırlaştırma ameliyatı geçirenlere sosyal sigorta aylığı bağlanacak. Hindistan, 1952'den beri, doğum kontrolü politikasının bir parçası olarak gönüllü kısırlaştırma programı uygulayan ilk ülke.
Bu çeşit önlemler sayesinde, doğum yaşları arasındaki her kadın başına başlangıçta 6 olan çocuk doğurma sayısı şimdi ortalama 3.5'e düşürülmüş. Yeni önlemlerle bu sayının 2010 yılında 2'ye düşürülmesi ve 2045'te nüfus artışının büsbütün durdurulması amaçlanmakta.
Eski başbakanlardan I.K. Gujral, ‘‘Bunlar iyi de, asıl çare, eğitim düzeyinin yükseltilmesi ve sanayi toplumunun yaratılmasıdır’’ diyor.
Unutmamalı ki, bu güçlüklere karşın, Hint devletinin önemli başarısı, böylesine karışık, dil ve inanç bakımından böylesine renkli bir muazzam nüfusu, yarım yüzyılı aşkın süredir büyük patlamalara yol açmadan demokratik bir rejimde yaşatabilmiş olmasıdır.
Bu açıdan bakıldığında, ‘‘dünyanın en büyük demokrasisi’’ sözü daha da anlam kazanmış olmuyor mu?
Paylaş