Mümtaz Sosyal: Sonunculuk ve birincilik

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

AVRUPA Birliği'nin ‘‘genişleme komiseri’’ Günther Verheugen, Lahey'deki hukuk toplantısının yemek konuşmasında sözcüklerini özenle seçerek, ‘‘AB Konseyi, Helsinki'de altı aday ülkeyle daha müzakerelere başlama ve Türkiye'ye de resmi aday statüsü tanıma kararı almıştı’’ diyor.

Bulgarlar, Rumenler, Slovaklar ve Baltık ülkelerinden gelenler ne demek istediğini anlıyorlar; acaba Türkiye anlıyor mu? Anladı mı?

Helsinki kararının ve şimdiye kadarki uygulanışının ortaya koyduğu gerçek açıktır: Öbür oniki adayla koşullar tamamlanmadan ‘‘katılma müzakereleri’’ başladı; Türkiye ise, ‘‘resmi aday’’ statüsünden çıkıp ‘‘katılmayı görüşen’’ ülke durumuna geçebilmek için bazı koşulları yerine getirmek zorunda.

Yalnız Ege ve Kıbrıs konusunda değil, Kopenhag ölçütleri bakımından da.

Yani, öbürleri için antlaşmanın imzalanmasına kadar müzakereler sürerken tamamlanacağı düşünülen koşullar Türkiye için önkoşul sayılmıştır. Belirli bir duraksama, kendi içine ve Türkiye'ye güvensizlik, hatta isteksizlik anlamına gelen bu önkoşulun ne kadar zaman gerektireceğini tahmin çok güç.

Dışişleri Bakanı, ‘‘Elinizi çabuk tutun; yoksa üyeliğinize karşı çıkan sağ kanat hızla zemin kazanıyor’’ korkutmacasının etkisiyle ‘‘2001 sonu’’ demiş.

İyimserlik, mutlaka iyilik getirmez. Bazen yersiz sabırsızlanma, bazen de safça bir çaresizlik belirtisidir.

Açıkça belli ki, adaylar arasında AB'ce birtakım ayırımlar yapılmış. İlk grupta Polonya ve Çeklerle Macarlar var. Arkadan, öbür Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri geliyor. Çok küçük oluşundan ve isteksizliğinden başka belli başlı sorunu olmayan Malta dışında, Kıbrıs ile Türkiye sorunlu ülkeler.

Kıbrıs, üyelik için can atıyor; ama, ekonomisi sorunsuz olduğu halde, en azından bir süre için ‘‘çözümsüzlük’’ sorunu var.

Türkiye'nin durumu bambaşka: Hem önkoşullar söz konusu, hem de sorunlar.

Sorunların bir bölümü, demokratikleşme, insan hakları gibi, Avrupa üyeliği olsa da olmasa da zaten çözülmesi gereken sorunlar. Ama, sorunların bir başka bölümü ile Ege ve Kıbrıs koşulları var ki, bunlar üzerinde biraz durup düşünmek ve gerçekçilikle yanıtlamak üzere bazı soruları kendi kendimize sormak gerek: Örneğin, Ege ve Kıbrıs ile azınlıkların korunması ve Güneydoğu sorunlarının AB'ce istenen biçimde çözülmesine, yürütmeyi düzenleme ve yasama, hatta yargı yetkilerinin sınırsız biçimde AB'ye devrine razı mıyız?

Bunlar öyle sorular ki, açık yüreklilikle yanıtlandırınca ‘‘hayır’’ denecekse, ya Avrupa macerasına hiç heveslenmemek ya da AB ile dişe diş ve uzun soluklu sert bir müzakere süresine girmek gerekir. Avrupa'nın şantajına kanmak ve üyelikte on üç adayın sonuncusu olmayalım diye acele etmek, gereksiz ödünleri verivermek sonucunu doğurur. Çiller döneminin Türkiyesi, tam üye sayılmadan Gümrük Birliği'ni göze alabilen birinci ülke oldu da ne oldu?

Çıkarını iyi korumak uğruna sonunculuğa kalmak, safalak heveskárlığın getireceği birincilikten elbet iyidir.

Yazarın Tüm Yazıları