Paylaş
Kapatma davasındaki savunmasını elli sayfalık bir metinle dün Anayasa Mahkemesi'ne sunan Fazilet Partisi'nin sonuca ilişkin olarak şimdiden belli ettiği tutum gerçekten çok ilginç. Parti, umudunu, Anayasa Mahkemesi'nden çok, Strasbourg'daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bağlamış gibi.
Oysa, Ankara'daki mahkemenin nasıl bir karar vereceği hiç belli değil.
‘‘Anayasa Mahkemesi hep siyasal etkenleri de göz önünde tutarak karar verir; o bakımdan pek güvenemiyoruz’’ demek midir bu inanç kayması?
Fazilet Partisi açıkça böyle demese bile, başka davalar dolayısıyla zaman zaman ortaya atılan bu iddia üzerinde biraz durmak gerekiyor.
Daha doğrusu, şöyle sormak daha pratik olabilir: ‘‘Bir an için iddianın doğru olduğunu ve Anayasa Mahkemesi'nin siyasal düşüncelerle karar verdiğini kabul etsek bile, uluslararası ya da devletler-üstü denen mahkemelerin siyasal amaçlı kararlar vermeyeceklerinden ne kadar emin olabiliriz?’’
Çok kişide şok etkisi yaratan bir sorudur bu. Hiç kimse ünlü hukukçuların yer aldığı kurullara böyle bir tutum yakıştırmak istemez. Çünkü böyle mekanizmalar, ulusal düzeyde en yüksek mahkemelerin bile yaratabileceği hukuksuzluğu düzeltmek ya da yapılmış haksızlığı bir ölçüde onarmak amacıyla kurulmuştur. Oralarda hukukun ve yalnızca hukukun egemen olacağına, temel hak ve hukuk ilkeleri dışında başka hiçbir düşüncenin, özellikle de siyasal amaçların akıllardan bile geçmeyeceğine inanmak insanlara güven verir. Kararlara devletlerin uymaları da aynı güvenden kaynaklanmaktadır.
Ama, kişisel ya da özel durumların uluslararası politikaya ya da ideolojik yaklaşımlara değindiği noktalarda bu yüce yargı mercilerinin asla siyasal amaçlı bir tutum takınmadıklarını ve takınmayacaklarını söylemek zordur.
Türkiye, Avrupa'daki bu mekanizmanın özellikle Kıbrıs konusunda yapılmış devlet başvurularında ya da Güneydoğu'daki yargılamalara ilişkin kişisel başvurularda zaman zaman siyasal önyargılarla ya da etkilerle tartışmalı kararlara vardığını ileri süregelmiş, fakat hükümlere uymaktan ve gerekli tazminatları ödemekten de geri kalmamıştır.
Ama, son bir karar var ki, bu konuda bardağı taşırmıştır: Bölünmüş Kıbrıs'ta Girne'deki arsasına gidemeyen bayan Loizidou'ya ilişkin olarak Türkiye aleyhine verilen 18 Aralık 1998 tarihli karar ve ona dayanarak 28 Temmuz 1999'da hükme bağlanan yaklaşık 600 bin dolarlık tazminat. Yalnız sonuca varırken kullanılan çok hatalı muhakeme tarzı bakımından değil, uygulanması olanaksız bir emsal oluşturarak çözüm konusunda Türkiye'yi köşeye sıkıştırma niyeti açısından da buram buram siyaset kokan bir karar.
Fazilet Partisi'nin böyle bir mahkemeye Türkiye'deki Anayasa Mahkemesi'nden daha fazla güvenebilmesi çok şaşırtıcıdır. Ankara'daki kararın Strasbourg'a gitmesi, üzerinde hak kavramına güvenerek sağlam hesap yapılabilecek bir olasılık değil, Türkiye'ye ve İslam'a bakış açılarına bağlı olarak her iki yönde de tecelli edebilecek sonu belirsiz bir siyasal kumardır.
Paylaş