Paylaş
KOS’ta bir Suriyeli çocuğa mikrofon uzatılıyor. Şöyle diyor:
“Türkiye’de yaşamaktansa yolda ölmek daha iyi.”
Nasıl ölmek istemeyeceği sorulduğunda pek çok insan “Boğularak” der.
Bu çocuk, kendisi için en kötü ölüm şeklinin Türkiye’de yaşamak olduğunu söylüyor.
*
Kıyıya vuran çocuk fotoğrafını bu cümleyle birlikte okumalıyız.
Her gün yüzlerce insanı ölümü göze alarak çıktıkları bir yolculuğa itecek ne yaptık biz?
Ya da ne yapmadık?
Önce toplum olarak kendimizle yüzleşelim istiyorum.
Bu savaşı başlatanlara ve körükleyenlere kızalım elbette.
Ama bir kısmımızın da bu kızgınlığı baştan beri neden bitap haldeki insanlara yönlendirdiğini sorgulayalım.
Cansız bedeni kıyıya vurmuş Aylan’ın fotoğrafı hepimizi darmaduman etti.
Peki o zaman, Kos’taki o çocuk neden “Türkiye’de kalmaktansa ölmek daha iyi” dedi?
*
Bazıları bu insanlara ‘it kopuk sürüsü, hırsız, yüzsüz, küstah, şımarık’ dedi. Dilenenleri belediye toplasın istedi. “Vergimle niye besliyorum?” diye sordu. “Ülkelerinde kalıp savaşsınlar” diyen bile oldu.
Mendil satan Suriyeli çocuğu bir esnafın dövmesine hep bir ağızdan tepki gösterdik ama yolda durup Suriyeli bir çocuğun başını okşadık mı hiç?
*
Geçtiğimiz yıl Almanya’da halkın yüzde 48’i ülke kapılarının daha fazla mülteciye açılmasını istedi. Irkçıların tepkilerini bir yana koyarsak halkın içinde hüsnükabul kültürünü yaymaya çalışan örgütlü bir kesim var.
Irkçıların mültecilere yönelik saldırılarını eylemlerle protesto ediyor, “Nazileri kovun, mülteciler kalsın” yazılı pankartlar açıyorlar.
11 bin İzlandalı, hükümetin “50 mülteci kabul edebiliriz” açıklamasının ardından mültecilere evlerini açmaya karar veriyor.
Avrupa’yla bizi bu anlamda kıyaslamak çok adil değil, doğru. Evet, biz 2 milyon Suriyeliye kapılarımızı açtık. İmkânlarımız sınırlıyken, pek çok kesim yoksullukla boğuşurken, milyonlarca insana yer açmak hiç de kolay değil.
Herhangi bir Avrupa ülkesine milyonlarca mülteci yerleşmiş olsa, belki, orada da olumsuz etkilenen, rahatsız olan, sert tepkiler veren insanların sayısı az olmayacaktı.
*
Benim yine de yüzüm kızarıyor.
Bazılarımız bu çaresiz insanlara istenmediklerini hissettirdi, diğerlerimiz bunun aksini ispatlamaya çalışmadı.
Biz ‘Yardımseveriz, misafirperveriz’ deriz ama...
Kaçımız bir Suriyeliye evimizi açtık, onunla yemeğimizi paylaştık?
O fotoğrafı gördüğümüz günün çok öncesinden başlamalıydık “Daha fazla ne yapabiliriz” diye düşünmeye.
Çoktandır vaktidir.
Üzülmek yerine, mülteciler için çalışan derneklerde gönüllü çalışabiliriz, onlara bağış yapabiliriz, kırtasiye malzemeleri gönderebiliriz, Suriyeli çocuklara Türkçe öğretebiliriz; en basitinden börek götürebiliriz.
Harekete geçmek için geç, doğru.
Umalım da, çok geç olmasın.
Paylaş