Paylaş
Benim kendime hayatta yaptığım ilk plan gitmekti.
Çocukluğumdan itibaren hep bir yerlerden gitmek istedim.
Köklerim yokmuş gibi, asla kök salmayacakmış gibi yaşamak.
Hep gittim. Gidebildiğim her yere gittim. Bazen 6 aylığına, bazen birkaç yıllığına. Yıllar boyu her yeri durak belledim.
O zamanlar birisi bana deseydi ki, bir noktada Türkiye’ye mıhlanıp kalacaksın, herhalde kafama sıkardım!
Ama işte, hayat öyle kitaplardan öğrenilmiyor. Romanlardan giriş yapıp uçak biletleriyle, tren raylarıyla kendime çizdiğim rotalar beni İstanbul’a getirdi.
Yine de kök salmak yoktu aklımda.
Bilmezdim, insan yerlere değil, başka insanlara kök salarmış meğer.
Ben de insanlara kök saldım burada.
O kökler kaynadı birbirine; kendiminkini ayrıştırıp sökemeyeceğim şekilde.
Şimdi, tropik adalardaki aynı kökten çıkan 8 gövdeli ağaçlar gibiyim.
*
Hayatı akışına bırakmayı burada öğrendim. Tanrı olmadığımı ve her şeyi kontrol edemeyeceğimi kafama vura vura burası öğretti bana.
Plan yapmadım, kavşaklarda rasgele yollara saptım. Kendime karşı önyargılı davranmadım; bu bana diğerlerini de yargılamamayı öğretti.
*
İnsanlara inanmayı bu ülkede öğrendim. Kafasının içinde beyni olan herkes bildiğinden çok daha fazlasını öğrenebilir, göğsünde kalbi olan herkes sandığından çok daha fazla hissedebilirdi. Bana bunu burada tanıdığım insanlar öğretti. En çok da, diğerlerinin hakkını savunmak için kendini paralayan gönüllü insanlar.
Hiçbir yere, hiç kimseye nüfuz etmeden yaşamayı sürdürseydim, bu raddede acı dolu bir coğrafyaya kök salmasaydım, bunları hiç öğrenmeyecektim.
Bu ülke bana diğerlerinin acısını kendi acım gibi hissetmeyi, diğerlerinin zaferini kendi zaferim gibi sahiplenmeyi, insanların ancak birbirleri için bir şeyler yaptığında insan olabildiğini öğretti.
Başka dünyalar arasında sabun köpüğü gibi süzülseydim eğer, bundan haberim bile olmayabilirdi.
*
En büyük hatalarımı burada yaptım. Bu hatalar bazen beni merdiven boşluğunda ağlattı, bazen en sevdiklerim avcumdan kayıp gitti, bazen ikinci şanslar yarattı, bazen hayal bile edemeyeceğim kadar güzel, çiçekli yollar açtı.
Bazen günde 50 kere özür diledim, bazen dileyemedim, borçlu kaldım.
Ama en büyük acımasızlıkları, kötülükleri, zulmü, yalanı, riyayı da burada gördüm. Tanık olduklarım beni dünyanın en iyi insanı yapmadı belki ama daha iyi bir insan olmak için uğraşmamı sağladı.
*
Değişimin her türlüsüne uyum sağlamayı, kanaatkâr olmayı, mücadele etmeyi, boş olanı doldurup dolu olanı boşaltmayı, kendimi kurban yerine koymamayı, ağladıklarıma gülmeyi, bedel ödemeyi burada öğrendim.
*
İnsanlığı ileri taşıyacak donanımım yok. Ne bir buluş yapıp kansere çare olabilirim... Ne uzay biliminde çığır açacak mühendislik bilgisine sahibim. O yüzden “Bir kere geldim dünyaya, onu da güzel yaşarım” diyerek buralardan gitmeye gönlüm razı olmaz.
Burada olduğum sürece ülkeyi bataklıktan benim ve ‘üç-beş sersem arkadaşımın’ kurtaracağını düşünecek kadar hadsiz değilim. Ama belki üç-beş kişinin sesi, iki başa omuz olabilir, bir grup insanın acısını veya sevincini paylaşabilirim.
O yüzden...
1 Kasım ne getirirse getirsin, ülke ne menem bir kan gölüne çevrilirse çevrilsin, buradayım.
Gemiyi bırakın terk etmeyi, iş oraya gelirse, o geminin en dip kamarasında bile boğulmaya hazırım.
Çünkü ben bu ülkede kendimi bulmadım, kendimi gerçekleştirdim.
Sırf bu nedenle bile buralara ve her renkten insanına borçluyum.
“Bir kişi eksik, bir kişi fazla, ne fark eder” diyen yanılmış.
Umutsuzluk en ölümcül hastalık.
Biz burada böyle, birer birer çoğalacağız.
Paylaş