Dedem

İNSAN ruhen ya annesine benzer ya babasına.

Haberin Devamı

Dedem

Öyle olduğunu düşünmese de öyledir.
Çünkü genelde onlardan birini kendine örnek alarak büyür, çocuk aklıyla büyüdüğünde onun gibi olmak ister.
Benimkisi dedemdi. Ona benzedim mi bilmem ama kendime hayatta örnek aldığım tek insandı.
Onun gibi entelektüel olmak isterdim, onun gibi hep dostlarla çevrili olmak isterdim, onun gibi sakin ama inandıkları konusunda ateşli biri olmak isterdim.
Ne kadar başarabildim bilmiyorum. Galiba bundan sonra daha fazla uğraşacağım.
Çünkü dedem öldü benim.

*

Onu düşündüğümde aklıma üç şey gelir: Kitaplar, Cumhuriyet gazetesi ve dostluk.
Aklıma kitaplar gelir, çünkü...
Okuma-yazmayı söktüğüm andan itibaren bana düzenli olarak kitap alır, elimden tutup kitap fuarlarına götürür ve yazar arkadaşlarıyla tanıştırırdı.
Aklıma Cumhuriyet gazetesi gelir, çünkü...
İlkokuldayken beni gazete binasına yanında taşır, boş bir daktilonun başına oturturdu. Dedem o gazetenin gizli kahramanlarındandı.
Aklıma dostluk gelir, çünkü...
Hayatımda etrafındakiler için bu denli kendini paralayan, eşinin dostunun üçüncü göbek akrabalarına kadar iş bulmaya çalışan birini daha tanımadım.

*

Haberin Devamı

Uzun yıllar boyunca dedem hakkında, her gün evimize girip çıkmasına rağmen Cumhuriyet gazetesinde çalıştığı dışında bir şey bilmedim.
Hiç kendini anlatmazdı. Sonradan bu dünyaya girince tanıdığım gazetecilerden farklıydı. Gazeteciler kendini anlatmayı sever. Dedem öyle değildi.
Bir gün dedemin eski asker olduğunu öğrendim. “Acaba darbeleri destekleyenler arasında mıydı?” diye düşünüp dehşete kapıldığımı hatırlıyorum. Cevaptan korktuğum için soramadım. Sonra bir gün birileriyle ilgili “Kızım sorma, onlar 12 Eylül’ü ayakta alkışladılar” diye sitem etmişti de derin bir “Oh” çekmiştim.

*

Haberin Devamı

Bizim eve Hürriyet girerdi. Dedem her gün uğrayıp Cumhuriyet almıyoruz diye hafiften bozuk atar, gazetesini bize bırakır giderdi.
Seçim öncesi gelir, annemle babama SHP’ye oy vermelerini öğütlerdi. Ama bilirdi ki onların oyları Özal’a.
Uğur Mumcu’yu, Aziz Nesin’i anlatırdı.
Galiba o zamanlar dedemi bir tek ben can kulağıyla dinlerdim. Hiçbir şey anlamasam da içime işledi gibime geliyor.
Tek taraflı değildi, o da bana bir kez olsun “Ama” demedi. “Evet, anlıyorum” derdi. Fikrini bilmezdim. Çünkü “Ama” deyip ardından ikna etmeye çalışmazdı.

*

Dedem dibine kadar solcuydu. Solcu görünüp ‘mış’ gibi yapanlardan değildi.
Yine kendi anlatmadı, bir yerlerde okudum, Hava Muharebe Okulu’ndan emekli olduktan sonra gazetede çalışmaya başlayana kadar olan 16 yıllık süre içerisinde giriştiği kimi işlerde başarısız olunca kendini bazen küreğe mahkûm etmiş, bazen taşocaklarına. Taş kırmış, kürek çekmiş, mıcır toplamış, kireç söndürmüş, duvar örmüş, köprü temizlemiş. Mahkûmiyet kararlarını kendi verir, kendi uygularmış. Kendi verdiği cezayı çekip arkadaşları arasına dönünce ya kafası yarıkmış ya da elleri kan revan içinde. Bu yüzden meslektaşları arasında adı ‘Devrimci Tayyar’a çıkmış.

*

Haberin Devamı

Kendimi bildim bileli, dedem sürekli hastaneye gider, birkaç gün yatardı. Hep sanırdım ki ölmesi yakın. Ama böyle 30 yıl geçince anladım ki onunkisi ölüm korkusuydu. O yüzden kendini hastanelere atıp duruyordu. Hayatı severdi. Yıllar içinde yol arkadaşlarını teker teker kaybettiğine şahit olup üzüldüm.

*

Babam öldüğünde biri bana “Hayatta payına düşen sevginin yarısını kaybettin” demişti.
Şimdi kalanın da yarısı gitti.
Dedemsiz bir hayat hep eksik olacak. Yaşlanmak işte bu yüzden kötü.
En sevdiklerini ölüme kaptırıyorsun.
Herkes ecel diye bakıyor, sen kabullenemiyorsun.

Yazarın Tüm Yazıları