Paylaş
Gelin biz, bir kendimize dönelim, kendimizi yoklayalım.
Düşüncelerimizi çırılçıplak soyalım ve kemikleşmiş acımızla, öfkemizle yüzleşelim.
Gelin, yakıp yıkılan kamu mallarının ötesine geçmeye çalışalım.
On yıllarda oluşmuş, çokça babadan oğula, anadan kızına geçen fikirlerden, önyargılardan sıyrılmak kolay değil elbette.
Başlangıçta zor olacak.
Önce inkâr, ardından gerçeklerle yüzleşme, peşi sıra kendinle yüzleşme, sonra karşı tarafı anlama, empati kurma, derken vicdan muhasebesi, adaleti sağlama ve nihayetinde affetmek –ki bu en zoru.
Bol bol vaktiyle yazılmayanları okumak, anlatılmayanları dinlemek gerek. Sonunda göreceksiniz ki sadece sizin canınız yanmıyor, herkes bu acılardan nasibini alıyor.
Tabii baştan affetmeyi istemek lazım. Ve elbette affedilmeyi.
*
Akil İnsanlar Heyeti’nin mensuplarını beğenirsiniz, beğenmezsiniz... Ama bir gerçek var ki, bu heyet 7 bölgede 63 kişiyle çalıştı.
Onların raporlarına göre Türkler, Kürt coğrafyasında yaşanan hak ihlalleri ve acılardan bihaber.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Heyeti’nin raporu ortaya koydu ki, “Kürtlere yapılanların Türkler tarafından anlaşılması ve hazmedilmesi barış sürecinin hayati parçalarından biri”.
*
Ayşe Betül Çelik, Razarta Bilali ve Ekin Ok’un İzmir’de yaşayan Kürtler ve Türkler ile yaptığı çalışmaya göre bu iki kesim Kürt meselesini çok farklı tanımlıyorlar.
İletişim’den çıkan ‘Çatışma Çözümleri ve Barış’ adlı kitaptaki makalesinde Çelik bunu şöyle açıyor:
“Sorunun değişik gruplarca farklı tanımlanması, bir kesimin acılarının diğer bir kesimce bilinmemesi veya bilinmek istenmemesi gruplar arası kuvvetli olumsuz imgelerin varlığı, barış sürecinin hızlansa bile toplumsal bir zemine oturmayacağının ve en ufak bir tökezlemede tekrar şiddete dönebileceğinin göstergesi.”
Son günlerde yaşadığımız olaylar bu tezi haklı çıkardı.
*
Devlet barışı toplumsal bir zemine oturtamadıysa, hakikat komisyonları kurulmadıysa, yanlış bilgiler düzeltilmediyse, insanlar gerçeklerle yüzleştirilmediyse, birbirlerinin hikâyelerini dinleyemedilerse iş başa düştü; bunu bu toplumun insanları olarak bizler kendi başımıza yapmalıyız.
Tarihimizi başkaları değil, biz kendimiz yazmalıyız.
Artık 90’larda değiliz, bilgi teknolojileri sağ olsun, istediğimiz bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Şu nefreti bir kenara bırakıp bize yıllarca öncesinden yutturulanları sorgulamaya başlamalıyız. Çok geç kaldık, çok. Acele etmeliyiz.
*
Çelik’in dediği gibi, toplumsal travmayı atlatmak bir yandan geçmişle yüzleşmeyi ve onu geride bırakmayı, bir yandan da yeni ve daha güzel bir geleceği hayal etmeyi gerektirir.
Yine geldik, Türkiye’yi karıştırmak isteyen dış mihraklara, iç güçlere, lobilere, ‘vatan hainlerine’ kilitlendik.
Bırakın bunları, bırakın politikaları, bırakın komplo teorilerini, bizi oraya buraya çekmek isteyenleri bir yana...
Söylesenize... Biz insan insana barışmak istiyor muyuz?
Yoksa, içimizdeki öfkeyi ve nefreti durmadan besleyerek giderek daha da acılaşmak mı istiyoruz?
Daha güzel bir gelecek hayal etmek varken hem de...
Paylaş