17 yaşında ABD’ye gittiğinde fast food dükkânları ona cennet gibi göründü. Bir süre ABD’liler gibi yaşadı; çok yedi, çok israf etti, sorumluluk hissetmedi.
Bilmiyorsanız söyleyeyim; ABD ve İngiltere’de satın alınan yiyeceklerin yüzde 40’ı çöpü boyluyor. Bizim büyük şehirlerimizde de durumun farklı olduğunu hiç sanmıyorum.
*
Ourasanah, ABD’deki yiyecek tüketiminin dünyadaki beslenme sorununu beslediğinin farkında değildi. Zengin ülkelerin ucuz ve bol gıda taleplerinin üçüncü dünya ülkelerinin yaşadığı ekonomik zorluklarla ilintili olduğunu bilmiyordu. Gıda üretim şekillerinin dünya ekonomisine milyarlarca dolara mal olan iklim değişikliğiyle ya da sağlık sorunlarıyla bağlantılı olduğundan habersizdi.
Sonra bir soru sordu: “Yiyeceklerimiz nereden geliyor? Ve hep böyle bol mu olacak?”
SAMSUN Müftüsü Hayrettin Öztürk buyurdular: “18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 17 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır.”“Şehvet” dedi, “Aman diyeyim, duramazsınız” dedi.
Kıyamet kopunca sözlerine açıklık getirdi.
Ne mi dedi?
Aşağı yukarı aynı şeyler.
*
Bu müftümüz son 6 ayda açıklamalarıyla kendinden epey söz ettirdi.
Seçtim, çünkü hepsini sıralamaya kalksam değil bu köşe, bu gazete sayfası dar gelir.
Buyurun, okuyun, devamında konuşalım.
*
-Adana Ceyhan Kaymakamlığı Gezi’ye vurgu yapan ‘Çarşı Pazar Geziyorum’ adlı oyun için salon tahsisini iptal etti.
-Pamukkale Üniversitesi’nde Gençlik Filmleri Festivali kapsamında galası yapılacak Ali İsmail belgeseli Rektörlük tarafından iptal edildi.
Paris Otomobil Fuarı’nda sohbet etme imkanı bulduğum Renault’nun Çevre Plan Yöneticisi Jean Philippe Hermine bu konunun otomobil endüstrisi için önemini şöyle anlattı:
“Otomobil üretimine devam edebilmemiz için kaynakları daha az tüketeceğimiz çözümler bulmamız şart. Kaynaklar azaldığı için son 10 yılda malzeme fiyatları yükseldi. 50 yıl önce neredeyse bedavaydı, o yüzden kaynaklar meselesi çok umrumuzda değildi. Şimdi çok umursuyoruz çünkü bu mesele doğrudan şirketimizin akıbetini belirliyor.”
****
Renault çevre meselesini dert edinen başlıca otomobil firmalarından. Doğal kaynaklar dışında önemsediği diğer iki konu küresel iklim değişikliği ve şehirlerdeki hava kirliliği.
Uzun vadeli ekonomi prensiplerini benimsediğinden tutumlu davranarak malzeme tüketimini azaltmaya, otomobillerini daha hafif yapmaya ve geri dönüştürülmüş malzeme kullanmaya çalışıyor.
Dönüp o şiddetin kaynağını, nedenlerini didiklemediğimizde, o şiddet ortadan kaldırılsa dahi her zaman patlamaya hazır bir bomba gibi yerli yerinde durur.
Toplulukların şiddete başvurmasının bir nedeni de barışçıl yolların tıkandığına, hak ve düşünceleri savunmak için başka bir yol kalmadığına inanmaları, dile getirilen taleplere siyasi iktidar ve kamuoyunun ilgisiz kaldığını düşünmeleri.
Erich Fromm, insanların inanç ve umutları yittiğinde, aldatıldıklarını hissettiklerinde, hayal kırıklığına uğradıklarında şiddete başvurduğunu söyler. Der ki “Umutsuzluk yıkıcılığı doğurur, hayal kırıklıkları yaşamdan nefrete yol açar”.Ona göre bir toplumu oluşturan bireylerde yaşamdan nefretin tersine yaşam sevgisinin oluşabilmesi üç şeye bağlı:
Güvenlik, adalet ve özgürlük.
*
2013’ün Ocak ayında
Gelin biz, bir kendimize dönelim, kendimizi yoklayalım.
Düşüncelerimizi çırılçıplak soyalım ve kemikleşmiş acımızla, öfkemizle yüzleşelim.
Gelin, yakıp yıkılan kamu mallarının ötesine geçmeye çalışalım.
On yıllarda oluşmuş, çokça babadan oğula, anadan kızına geçen fikirlerden, önyargılardan sıyrılmak kolay değil elbette.
Başlangıçta zor olacak.
Önce inkâr, ardından gerçeklerle yüzleşme, peşi sıra kendinle yüzleşme, sonra karşı tarafı anlama, empati kurma, derken vicdan muhasebesi, adaleti sağlama ve nihayetinde affetmek –ki bu en zoru.
Bol bol vaktiyle yazılmayanları okumak, anlatılmayanları dinlemek gerek. Sonunda göreceksiniz ki sadece sizin canınız yanmıyor, herkes bu acılardan nasibini alıyor.
Şirketler lehine pek çok düzenleme yapılıyor. Avrupa’dan canlı hayvan ithalatının ancak orta ve büyük ölçekteki işletmeler tarafından yapılabilmesi, doğa ile barışık geleneksel yöntemlerin bilgisine sahip olan ve hayatta kalmak için çaba harcayan küçük üreticileri çok zorluyor.
Yediğimiz hayvanlar hakkında gerçekleri ve rakamları ortaya koyan “Et Atlası 2014” ülkemize dair küçük eklemelerle Türkçe’ye çevrildi ve bugün Heinrich Böll Stiftung tarafından kamuoyuna açıklanacak.
Program koordinatörü Yonca Verdioğlu’nun belirttiği gibi, geçen yüzyılın kalkınma anlayışını baz alarak beslenme açısından toplumlar kıyaslandığında, sıkça dile getirilen “beslenmedeki protein miktarı” argümanı Türkiye’de hâlâ önemini koruyor. Oysa günümüzde klasik kalkınma anlayışının yarattığı yıkımlar göz önündeyken ve kalkınma kavramı bu kadar çok tartışılırken, hâlâ kalkınma göstergesi olarak hayvansal protein tüketimini esas almak bizi doğru bir yöne götürmeyecek.
Koyun ve keçi yetiştiriciliğinin nasıl kösteklendiğinin anlatıldığı bölüm, Et Atlası’nda özellikle ilgimi çekti.
Özetlemek gerekirse...
Gözleri bağlı boğa kaçarken 3 metrelik çukura düşüyor.
Çukurun içi kanla ve kurban atıklarıyla dolu.
İtfaiye ekipleri gelip çukura giriyorlar. Boğa huysuzlaşıp ekiplere müdahale imkânı vermiyor.
Belediyeden veteriner hekim çağrılıyor.
Devamını DHA’dan Ramazan Almaçayır’ın haberinden gözyaşları içinde okudum...