Bu cümle İspanyolca veya İtalyanca gibi görünse de, onu bir İtalyan’a veya İspanyol’a söyleseniz hiçbir şey anlamaz.
Türkiye’de oturan ve azıcık İspanyolca veya İtalyanca bilen biri ise anlar.
Cümle yapısı İspanyolca olsa da fiiller, sözcükler Türkçe, Rumca, Arapça gibi dillerden ödünç.
Bu dil Ladino.
Gazeteci Deniz Alphan’ın “Kaybolan Bir Dil, Kaybolan Bir Mutfak” belgeselinde, 1492’de İber Yarımadası’ndan göçe zorlanan ve Osmanlı’ya yerleşen Sefarad Yahudilerinin anadili Ladino’yu bu örnekle özetliyor yemek kültürü yazarı Aylin Öney Tan.
Türk Sefaradları, Rumca, Türkçe, Arapça, Ermenice ile donattıkları dillerini Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde asırlarca korudular.
500 yıl muhafaza edildikten sonra, 20’nci yüzyıldan günümüze geldikçe kaybolan bir dili ve mutfağı öğreniyoruz bu belgeselden.
Yasağı gerekçelendirirken ‘Anayasal düzene aykırı’ dense de aslında Anayasa’ya aykırı olan bu yasağın kendisi.
Çünkü Anayasa’nın 26. ve 27. maddesi ‘herkesin düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yolla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğunu’ söylüyor.
Anayasa ‘Farklı olanın sesi kısılabilir’ demiyor, ‘İster bireysel olsun ister örgütlü, sanatsal ifadenin kanalları tıkanamaz’ diyor.
Bu yasak, sanatsal ifade özgürlüğünün ihlali; zira, özgür bir ülkede sanatsal üretime sınır çizilemez.
Yasaklanan film gösterimi, Pembe Hayat LGBTT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel) Dayanışma Derneği tarafından 6 yıldır düzenlenen Ankara merkezli film festivali KuirFest’in bir yan etkinliği idi.
Merkezinde film olsa da sinemadan edebiyata, müzikten videoya pek çok farklı türü buluşturan bir festival bu. Performans, sergi, tiyatro, atölye, panel ve söyleşilerle zengin bir içeriği var.
Bu yıl yasaklanmasaydı, dünya festivallerinden ödüllü pek çok film ve Türkiye’den filmlerle 60’a yakın gösterim olacaktı.
ART ARDA YASAKLAR
O kurşun kalemin eline sığmamasına, küçücük olmasına rağmen, o kalemi tutamayacak halde bile olsa kullanmaya devam ediyor çocuk. Soğuk kış gününde okula sandalet ve terlikle, hatta çorapsız geliyor. Ama gönülleri öyle zengin ki, getirdikleri bir dilim peyniri bile benimle paylaşmak istiyorlar. Bir öğrenci derse geç kalır, ‘Öğretmenim ineği sürüye kattım, özür dilerim’ der. Bazen masama biri nar, bir diğeri bir parça pestil, biri bir avuç ceviz ve hurma bırakıp kaçar, ben kimin bıraktığını görmem. Sonra bakarlar, ben hangisinden yiyorsam ertesi gün diğeri de ondan getirir...
Şırnak’taki bir ilkokul öğretmeni öğrencilerini böyle anlatıyor; yoksul ve yoksun ama kocaman kalpli.
CNN TÜRK haber spikeri Büşra Sanay sayesinde bu okula çok güzel yardımlar gitti ve o çocuklar artık okula terlikle gitmiyor.
İnsanların eşya gibi kullanıldığı bir dönemde bunun tersine akmaya çalışan Büşra, Türkiye’nin dört bir yanındaki çocuklara gereksinimlerinin ulaşmasını sağlıyor.
Geçen yıl öğretmen arkadaşları aracılığıyla ihtiyaç sahibi çocuklar ile internetten ihtiyaç listesi yayımlayan öğretmenleri bularak işe başladı; ihtiyaç listelerini ve ihtiyaçların gideceği şehirleri sosyal medyada takipçileriyle paylaştı.
Maç için iddiaya girip çocuklara 100 tane bot alan da çıktı, “Abla öğrenciyim, param yok ama harç yatacak, 50 liralık bir şey de ben almak istiyorum” diyen genç de, dizi izlerken ördüğü atkıları biriktirip yollayan da, para edecek eşyalarını -örneğin, imzalı Beşiktaş formasını- satıp o parayla çocuklara bot alan da çıktı.
İstanbul’un son kalan ormanları katledilerek yapılan sitelerde oturan kimileri, sokak hayvanlarından rahatsız ve aynen böyle diyor.
Dilden dile dolaşan o ki, belediyenin Göktürk’ü sokak hayvanlarından temizleme faaliyetinin arkasında ekonomik seviyesi yüksek, eli kolu uzun, çevresi geniş ve sitesinden çıkınca kazara köpek pisliğine basmak istemeyen kimselerin şikâyetleri etkili oldu.
Doğru mu, değil mi bilinmez...
Ama ortada bir dram var, orası kesin.
GÖKTÜRK’ÜN 10 YILDIR YERLİSİ OLMUŞ KÖPEKLER DE TOPLANDI
5 yıldır Göktürk’te oturan 46 yaşındaki Kıymet Aram’ın sokakta baktığı 6 köpeği vardı; Arap, Benekli, Bıcır, Beyaz, Pireli ve Kocabaş.
Özellikle
Çocuklar aslında çizerek iletişim kurar, çizerek konuşurlar. Çocuk resimleri, çocuk ruhunun samimi ve dolaysız hikayeleridir.
Çocukların söylemedikleri, anlatmadıkları veya gizledikleri ne varsa çizimlerinde tüm açıklığıyla ortadadır. Zihinsel gelişimleri de yaptıkları resimlerden takip edilebilir.
Kendiliğinden yaptıkları resimler -çocukların iç dünyasını yansıttığı için- iyi analiz edildiğinde, gelişimlerini ayrıntısıyla yansıtır.
Bir çocuğun gelişim evreleri normal seyrinde ilerliyorsa, yaşı büyüdükçe karalama döneminden çıkıp diğer çizim evrelerine geçer. Ama farklı düzeylerde zihinsel engelleri varsa, misal 15 yaşında bir çocuğun 2 yaş dönemi spiralleri çizdiği görülebilir.
Çizim evrelerinin yaşla doğrudan ilişkisi, çocukların yaptığı resimleri yaşa göre değerlendirme imkanı sağlıyor.
Bu evrelerden yola çıkarak çizilen resmin hangi yaş grubuna ait olabileceği tahmin edilebiliyor ve çizilen resmin çocuğun yaşına uygun olup olmadığı belirlenebiliyor.
Zihinsel gelişiminde aksaklıklar veya ruhsal sorunlar söz konusu olduğunda çizilen resimlerin de yaş dönemlerine uygun olmadıkları gözleniyor.
Çocuğun bakımını teyzeleri üstlendi. M. evin içinde kız çocuğu gibi büyütüldü, teyzelerinin takı, toka ve makyaj malzemelerini kullandı.
9 yaşında Ankara’ya annesinin yanına gönderildi. Annesi onu Çamlıdere’deki bir dini yurda yerleştirdi ve M. burada tecavüze uğradı. Olayı kimseye anlatmadan dedesinin evine döndü.
Hem okulda hem de mahallede “Homo M.” diye anılıyordu. Durmadan okuldan ve evden kaçtı.
13 yaşında, dayısı öldürüldü. Cenazede güldü ve sigara içti diye dedesi tarafından, istenmediği ifade edilerek ilçe emniyet müdürlüğüne teslim edildi, oradan da Isparta’da yetiştirme yurduna gönderildi.
Yurtta makyaj yapıyor ve kadın gibi giyinip süsleniyordu. Diğer çocuklar onu “Kız M.” diye çağırıyordu. Yurttan kaçıp duruyor, parklarda ve sokaklarda kalıyordu. Sonunda yurt onu Antalya’ya rehabilitasyon merkezine gönderdi. M. oradan da kaçarak Isparta’ya döndü.
YURDUN BAHÇESİNDEKİ TUVALETTE YATIYORDU
Artık Isparta’da M.’yi tanımayan yoktu. 18 yaşını doldurmuş, yurtla bağı kopmuştu. Seks işçiliği yaptı, uyuşturucu yüzünden sağlığı bozuldu.
Isparta’da
“Bunu ancak başka insanların başına gelenlerin kendi başına da geldiğini bilerek yapabilirdi” der Baldwin ve ekler: “Onun zamanının bizimkinden kolay olduğu söylenir ama sanmıyorum. İnsan içinde yaşarken hiçbir dönem kolay olamaz. Bence o sokaklarda yürüdü, insanlara baktı ve gördükleriyle ilgili yalan söylememeye çalıştı.”
İnsan insandan ne kadar farklı olursa olsun, duygular benzer; şiir de insana bunu hatırlatır.
Belki de o yüzden şiiri “anlamamak” diye bir şey yoktur. Şiir neyse odur; iyi bir şiir dürüst bir tanıklıktır.
“İŞE YARAR BİR ŞEY” ŞİİR GİBİ BİR FİLM
Pelin Esmer’in son filmi “İşe Yarar Bir Şey” şiirlerle süslü olması bir yana; kendi başına bir şiir. Şairin tanıklığını anlatan şiir gibi bir film.
Akşamında Kanal D Haber’e verdiği röportajda Ajda “Hiçbir zaman güzel kadın figürü olmak istemedim ki” dedikten sonra bir “Ama”sı geldi: “Ama fit olmak, görsellik çok önemli. Spor insanı çok farklı kılıyor. Bir bana bakın ya! Beni örnek alın.”
Aslında o bunları içtenlikle anlatıyor. Ve hiç şüphesiz, içinde bulunduğu şov dünyasının tüketim kapitalizminin en önemli sektörlerini oluşturan moda, güzellik, kozmetik, spor ve sağlık endüstrilerinden beslendiğinin ve kendisinin de bu ‘imaj endüstrisi’ içinde varlığını sürdürebilmek için oyunu kuralına göre oynaması gerektiğinin farkında.
Kural ne?
Genç ve güzel görünmek.
ESİRİ OLDUĞUMUZ 3G: GİYİM, GENÇLİK, GÜZELLİK
Ajda’nın fotoğrafı, tam da daha Tayfun Atay’ın geçtiğimiz hafta Can Yayınları’ndan çıkan ‘Görünüyorum, O Halde Varım’ adlı kitabının üzerine geldi.
Descartes’ın ‘Düşünüyorum, o halde varım’ sözü yaşadığımız imaj çağında artık geçerli değil. Çünkü artık ne düşündüğünüz, ne söylediğiniz veya ne yaptığınız asla nasıl göründüğünüz kadar önemli değil.
“Ancak bunun temel bir koşulu var”