Paylaş
Üstelik gazete ekleri, bir önceki günün öğlen-akşamüzeri saatlerinde basılır.
Hem ülkenin koşulları, hem de bir gün sonrasının gazetesini yapma hali, “Bir sonraki günün yazı konusunu doğru isabet ettirebilme” becerisi gerektiriyor ve bu, her şeyin birbirine karıştığı, konular arasında sınırları çizmenin zor olduğu, her gün farklı bir ilçeden feryatların yükseldiği bir ülkede hayli zor iş.
Haberin, bilginin hızla yayıldığı internet çağında, bir sonraki gün için yazı yazmak, ip üzerinde yürümek gibi.
Gündemin, kitlesel ölümlerle çalkalanmadığı ülkelerde bir magazin ekinde siyasetin günlük hayata doğrudan etkisini görmezsiniz.
Fakat bizde öyle değil. Siyasilerin çıkar hesaplarıyla dalgalanan bir günlük hayatımız, düşünce dünyamız var.
Bu, bizde hayatın ta kendisi.
“Hayat devam etmeli” diyoruz.
Doğru, etmeli.
Terörün hayatımızı değiştirmesine müsaade ettiğimiz zaman başlıyor esaret.
Ne evden çıkmak, ne kalabalıklara dahil olmak, ne olan bitenden başka bir söz konuşmak istiyorsun...
Hayatının odağı, sen istesen de istemesen de, kişilerin-grupların siyasi çıkarları, güç mücadeleleri etrafında gelişiyor.
Etkinlikler birer birer iptal ediliyor.
Bırak eğlenmeyi, parmağını oynatacak gücün yok. Yastasın.
Üstelik bu yas Suudi Kralı için ilan edilen yasa pek benzemiyor.
Sahici, siyasi çıkarla ilgisi olmayan bir yas ve resmi olarak ilan edilse de, edilmese de değişmeyen bir acı hali.
Bu ne kadar sürecek bilemiyoruz.
Bu sorunun cevabını da acının mimarları versin. Çıkarı için ülkeyi bu hale düşüren, güç savaşı yapanlar versin.
90’lardan farkı ne durumun?
Eskiden haber almıyorduk.
Haber kaynakları kısıtlıydı daha doğrusu.
Bize “verilen” kadarını doğru belliyor, ona inanıyorduk. Fakat bugünkü koşullarda, herkes özgürce Periscope’tan yayın yaparken, olan biten doğrudan internete “düşerken”, gerçek “verildiği kadar” değil, olduğu gibi ulaşıyor herkese.
Bilgi kirliliği, provokasyon, her gördüğünü teyit etmeksizin yayanlar olmasına rağmen gerçek bilgi ve haber, enformasyon çağından kaçamıyor.
Eninde sonunda ortaya çıkıyor.
Hayatımızı çıkar çatışmaları yönlendirir, gelen şehit haberleri ile tarifsiz bir karanlığın içine gömülürken, başka konuşacak bir lafımız olmuyor, olamıyor.
Doğru, “hayat devam etmeli” ama magazin/ hayat yazarlarının ödevi, ülke yanarken kendini tamamen gündemden soyutlayıp “Başka bir şeylerden bahsetmeye çalışmak” olmamalı.
Kendimizi, ülkede sanki hayat çok normal, adeta bir Londra, Paris’te yaşıyormuşçasına davranmaya veya yazmaya zorlarsak, ancak Titanik batarken yolcuların moralini yüksek tutmak için çalan orkestraya benzeriz.
Hayli zor günler geçirirken, sıradan günler geçiriyormuş gibi yazmak, “-mış gibi yapmak, -mış gibi yaşamak” demek.
Bizi aydınlığa götürecek duygu da bu olmasa gerek...
Kaçarak değil, gerçek koşullar içinde, ancak ve ancak gerçek duygularımızla günlük hayatta var olmayı sürdürebiliriz.
Mücadele, kaçmakla değil, duygularla ve gerçekle yüzleşmekle mümkün olur.
Hep söylerim, ölüm dışındaki her şeyin bir çaresi var.
Bu kelimeleri okuyan gözleriniz var.
O yüzden bu karanlık günlerde bile kafamızı kuyunun dibinden kaldırarak yukarıdaki ışığa bakacağız.
Işığa baktıkça etrafımızı sarmalayan kuyunun koşulları yerine “başka şeylerden” bahsetmek, hayatı sürdürmek daha çok mümkün olacak.
Paylaş