Sandalyede zor zaptettim kendimi!

Yatıp uyusana sen de herkes gibi!

Haberin Devamı

Çalışan her insanın yaptığı hafta sonu uykusu ve rehavetliğini yaşasana.

 

Röportaj koşturmacası - deşifresi, köşe yazıları, sinema, tiyatro, haber, telefon trafiği ile yoğun geçen bir haftayı tatlı bir uyku ve tembellikle tamamlasana.

 

Öğlene kadar uyu.

 

Ama yok, olur mu?

 

Bana uyar mı?

 

Uymaz.

 

Nerde sanat, müzik varsa ben orda bitmezsem olur mu?

 

Haberin Devamı

Olmaz.

 

Tamam da, katılmam gereken bu sanat güzelliği, klasik müzik dinletisi öğleden önce 11:00’de olursa!

 

Bu ne demek?

 

Sabahın 7’sinde kalkılıp, yola düşülecek demek.

 

Saat sabahın köründe çaldığında, başımı yastığın altına koyup ‘Yaaaa, uyumak istiyoruuuuuuumm’ diye söyleniyorum kendi kendime.

 

Çünkü birkaç saat önce yani gece 03:00’te yatmışım…

 

Kalkıyorum, kendime gelmeye çalışarak.

 

Bir kahve içtikten sonra giyinip çıkıyorum. Hatta yolda giderken ‘Delisin deli, millet uyuyor, sen…’ diye kendime homurdanıyorum.

 

Sabahın serinliğinde temiz hava iyi geliyor. Karşı yakaya geçiyorum.

 

Başlamasına az bir zaman kala dinletinin yapılacağı Çırağan Sarayı’na varıyorum.

 

Birkaç arkadaşımla karşılaşıp sohbet ediyoruz ayaküstü.

 

Haberin Devamı

Sonra yerime kuruluyorum ve dinleti başlıyor.

 

Jacgues Ibert, Astor Piazzolla, Erez Jos Gossec, Tommaso Albinoni, H. Villa Lobos’un eserleri; Metin Yavuz’un flütüyle, Erhan Birol’un gitarıyla hayat buluyor.

Eserler ard arda çalınırken; gitar ve flütün bedeninde tutkuyla dans eden melodileri iliklerimize işlercesine yaşamak, yoğun duyguların ve tutkuların zirvesi olan tüm hücrelerimizle yaşadığımız aşkın hazzıyla eşdeğer bir duyguyu…

‘Barok Klasik Duo’ dinletisi bitince kendime gelmeye çalışırken o da ne?

Daha doğrusu, bitti sanıyorken…

Olay yeni başlıyormuş meğer.

Ama yapılır mı böylesi?

Haince bir plan bu!

Keşke her hain planın sonunda büyü ve ritm olsa!

Haberin Devamı

Bir Flamenko rüzgarı esiyor, bizi alıp uçuruyor.

Ayaklarımız yere basmıyor.

Bir büyü ve insanları öyle bir sarıp sarmalıyor ki, kendine gelebilene aşk olsun.

Paco de Lucia, Antonio Carmona, Tradicional’ın aşina olduğumuz Flamenko şarkılarına; Alper Kargın gitarıyla, Cem Doğan basıyla, Kerem Kırca perküsyonuyla, Özcan Yılmaz kemanıyla, Ata Erdoğrul vokaliyle şarkılara hayat verirken, Manuel Reina danslarıyla bizleri adeta bambaşka bir dünyaya götürüyor.

Bir ara gözümü kapatıp melodilere teslim ettim kendimi. Ne tutkular ne anlatılmaz hisler alıp götürdü kalbimi. Anlatmaya kelimelerin yetmediği ancak yaşarken hissedilen aşk gibiydi tınılar kulaklarımda ve ruhumda yankılanırken.

Haberin Devamı

Manuel Reina’nın; enstrümanların çıkardığı melodilere kendini bırakırken, perküsyonun ve ettiği dansın tutkusunu ve büyüsünü insanlara yaşatması, müziği ve dansı ruhlarda hissettirmesi görülmeye - yaşamaya değerdi gerçekten.

Yerimde dans ediyorum kaptırıp. Hatta ben bir ara oturduğum yere yapışmış, sandalyede zaptederken buluyorum kendimi, sahneye atlayıp dans etmemek için.

Yüzlerce kişinin olduğu insan topluluğundan utanmasam…

Evet o kadar…

İspanya’ya özgü olduğu bilinmesine rağmen aslında Endülüs kültürü olan Flamenko, bu kadar mı büyüler insanı!

Öyle anlatılmaz bir hazdı ki; konser çıkışında, gitarı andıran kalbimdeki tutkuların tellerinde dolaşan duyguların çıkardığı tını, ruhumun her bir zerresinde yankılandı adeta.

Haberin Devamı

Dinlediğim şarkıların, izlediğim dansların tutkusu ve büyüsü de…

Hem de ruhumu anlayan bir sevgili inceliğinde, kulaklarımı okşayan bir aşk şarkısı güzelliğinde, kalpteki anlatılmayan ama yaşanan hoş duygular özelliğinde…

‘Uyumak yerine bu büyüyü yaşamak için sabahın köründe kalkıp iyi ki gelmişim’ dedim, konserden çıkarken, o büyünün sarhoşluğundan kendime gelmeye çalışırken.

Çıkışta Çırağan’ın Kültür Ataşesi Ayşe Sipahioğlu’nun yanına gidip, ‘Bu muhteşem organizasyon için teşekkürler… Ama böyle olmaz ki. Barok dinletisinin ardından esen Flamenko rüzgarı çok hainceydi. Keşke her hain planın sonunda büyü ve ritm olsa!’ dedim.

Gülümsedik. Aynı fikirde olduğunu söyledi o da. Hatta ‘Ders mi alsak, ne yapsak…’ konusuna kadar uzandı Flamenko sohbetimiz.

Bu hafta sonu yine yola düşeceğim sabahın köründe. Bu kez koşa koşa hatta uça uça…

Acaba diyorum, bu kez kendimi zaptetmesem de, sahneye atlayıp; Camaron, La Tarara, Solo Quiaro Caminar, Baile Por Guajiras, Palenque, Vengo de Borrachera, Balie Por Alegrias, Buana Buana King Kong tangoları ve şarkıları eşliğinde bir Flamenko rüzgarı da ben mi estirsem!

Sizler de bu eşsiz büyüyü yaşamak isterseniz; 27 Mart 2010’da saat 11:00’deki dinleti için, Çırağan Kempinski’ye uçarak değil koşarak gidin.

Çünkü orda uçacaksınız zaten!

Konser bitiminde ayaklarınız nasıl yere basacak, onu merak ediyorum ben!

                                                                       ÂMELÄ°KE BÄ°RGÖLGE

***

Not: Ücretsiz yapılan bu etkinliğe katılabilmek için arayıp, rezervasyon yaptırmanız gerekmektedir.

 

Çırağan Palace Kempinski

 

Tel: 0212 326 46 46

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları