Paylaş
Siz bakmayın onun bunun dediğine.
Tecrübeye.
Yeteneğe.
İç güzelliğine…
Onlar da neymiş?
Tek bir gerçek var.
Başarının kapısını açan tek anahtar.
Güzellik!
Şekilcilik!
İdeal burunlu, takma göğüslü, yapma dişli, renkli gözlü görünerek güzelleşmek uğruna kendinden değerlerinden, özünden vazgeçerek çoğu insan gibi birbirine benzeyip ‘AYNI’laşma içinde kaybolmuşken…
İş hayatında ve kadın – erkek ilişkilerinde en iyi sonuçlarlarla karşılaşabilmemiz için, takılan yalan maskeleri ve estetik müdahalelerle bürünülen yeni kimlikler sonucunda benlik bilincinin yolduğu, yoksunluğun, sistemin ve kapitalizmin köleliğine esir olan milyonlarca insan varken…
Kalkıp da başarıdan, yetenekten, ruh güzelliğinden söz etmek ne kadar da gereksiz şimdi değil mi?
Oysa bilinmiyor ya da anlaşılmak istenmiyor belki ama eninde sonunda yolumuz güzelliğe değil (Çünkü güzellik bir süre sonra eriyor, bitiyor) yeteneklerimize, elimizdekilere, insaniyetimize, iç güzelliğimize kalp ve ruh sesimize çıkıyor.
Gerçek bu.
İşte bunu anlatan, dünyaca ünlü Alman yazar Marius von Mayenburg’un yazdığı, Metin Belgin’in yönettiği, Tolga Evren’in yıldızlaştığı, Simay Tuna, Nişan Şirinyan ve Şamil Kafkas’ın oynadığı ÇİRKİN’i ayakta alkışlayıp salondan çıkarken yukarıdaki cümlelerdi aklımdan geçen.
Günün birinde tüm dünyanın imreneceği bir güzelliğe sahip olan birinin kariyerinin, eşi ile ilişkilerinin, sosyal yaşamının ve prensiplerinin bundan ne derece etkilenebileceğini gösteren oyun, her şeyin dış güzellikle ölçüldüğü bir dünyada, iç güzelliğin hükmünün nasıl da yok olduğunu başarılı bir şekilde gözler önüne sermekte.
Ve bu konularda insanları ruhsal farkındalıkla düşünmeye sürüklemekte.
Her yatırımın fiziksel güzelliğe yapıldığı bir dünyada kurulan ilişkilerde sahtelik ve yüzeysellik, insanları bir ömür ve her yönden besleyen derinliklerin ve ruhsal güzelliğin en büyük düşmanı maalesef.
Güzellik paydasında aynılaşan yüzlerse yani herkes birbirinin aynıysa, o arzu nesnesinin kim olduğu değil de dış görünüşün ne olduğu gerçeği canımızı acıtıyor maalesef.
Oysa…
Güzelin güzel olabilmesi hayranlık verici, kıymetli olabilmesi için de tek ve biricik olması gerekir. Onu orijinal yani özgün yapan hiç kimseye benzememesidir.
Ama günümüzde bireyler ve toplumlar bunun tam tersi gerçeğini su yüzüne çıkarmak için ısrarcıdırlar.
Bunun nedeni de insanların benlik bilincinin farkına varamamasından kaynaklanıyor olmasıyla alakalı sanırım.
Nedir benlik bilinci?
Bireyin, kendinin başkalarından ayrı bir insan olarak sosyal kimliğinin farkında olması demektir.
İşte tüm bunları yani güzellik, iş dünyasının acımasız kuralları, estetik takıntısı, benlik bilinci, dış görünüş, kadın erkek ilişkileri, ahlaki değerler, sistemin ve kapitalizmin kölesi olmak, yoksunlaşma ve daha birçok temayı anlatan, üstelik bunları dört oyuncunun, hiçbir makyaj değişimi yapmadan sekiz karakteri canlandırırlarken yaptıkları başarılı geçişlerle birçok çok olguyu insanlara düşündüren, alkışlanması gereken ‘ÇİRKİN’ adlı oyununa karalama kampanyası başladığını duyunca şaşırmadım inanın.
Sadece buruk gülümsedim ağlanacak halimize.
E, az önce dedim ya; ne yeteneği, ne ruh güzelliği, ne sanatı…
Geçin bunları.
Orhan Veli’nin de dediği gibi ‘Geç bunları anam babam, geç bunları’
Birey ve toplum olarak sistemin kölesi haline getirildiğimizden ve daha da önemlisi her şey güzellikle başlayıp güzellikle bittiğinden…
Oysa…
Leonardo da Vinci’nin dediği gibi…
Güzel olan her şey, insanın hafızasından kaybolabilir fakat sanat asla!
Paylaş