Paylaş
Aynen o hesap…
Gezi Parkı davasıyla başlayan, birçok konuda birçok kısıtlamalarla karşılaşan insanların tepkisiyle süregelen, yirmi gündür süren direniş ve dirilişin, beklenmedik bir anında, özellikle de hiçbir tatsızlık olmayacağı belirtilmesine rağmen (nedense tatsızlık olmayacağı bildirildikten sonra her defasında) insanları çaresiz bir şekilde çıkmazda bırakarak canlarına zarar verme pahasına, kahreden, nefes aldırmayan gelişmeler…
Oysa dil, din, ırk, parti, taraf, örgüt, flama gözetmeksizin sevgi, insanlık, paylaşım çatısı altında bir araya gelen binlerce insan vardı.
Duygulandıran, gururlandıran, ağlatan…
O paydada çok şey gördük, yaşadık, öğrendik.
Sevgiyi, şefkati, yardımlaşmayı, umudu, organize olmayı, paylaşmayı, paylaştıkça çoğalmayı…
Bunları asla unutamayız.
Biber gazlarını, tazyikli suları, zülmu, yaralıları, nefes alamayışları, can çekişen insanları, eziyet edenleri, acı çekenleri, kahreden görüntüleri de unutmayacağız, unutamayacağız.
Unutmayacağımız ve biz yetişkinleri, ebeveynleri oldukça şaşırtan bir diğer şey de;
Başını bilgisayara gömmüş, dünyadan haberi olmadığını sandığımız gençler…
Üstelik bakışları, düşünceleri ve kendileri pırıl pırıl, yürekli, akıllı, yaratıcı, korkusuz…
Şiddete asla şiddetle cevap vermeyip barışcıl çözümler üreten…
Düşünen…
Hele o mizahi anlayışla olaylara bakan süper zekaları yok mu?
Mizahçılara, karikatüristlere, yapacak espri bırakmadılar yirmi günde.
Üstelik o gençler; eminim ki evde bir bardağı, bir tabağı bile kaldırmazken, eylemlerde aralarında iş bölümü yaparak, anında organize olarak yemek dağıtan, çöp toplayan…
Evlerinde söylesen belki zorla ama eylemde keyifle, bilinçli bir şekilde…
Gelecekleri, insanları, vatan ve kendileri için bu uğraşları…
Direnişleri…
Dirilişleri…
Görmesi anlaması gerekenlerin, bu dirilişleri görmezden gelmeleri, yok etmeleri, olanları daha farklı yorumlamaları…
Kahrediyor.
Çok üzüyor.
Nefes aldırmıyor
Tıpkı gaz bombaları gibi…
15 Haziran Cumartesi en şiddetli en zarar gören insan manzaralarına şahit olduk.
Acı çekenleri, yaralananları, nefes alamayanları, çaresiz kalanları görünce bizler de kahrolduk, ağladık, nefes alamadık, öldük.
Yardıma koşmak için yollara döküldük, yollar kapandı.
Ağzımızı bıçak açmadı, sırtımızdan bıçaklanırken.
Gezi Parkı boşaltıldı, içimize gazları ve acıları doldururlarken.
O gece sabah olmadı.
Ertesi gün de tüm gün ve gece boyunca da müdahaleler edildi.
Ama artık işin rengi de değişti.
Şiddetin boyu boyları, duvarları hatta ülke sınırlarını aştı maalesef. :(
Bununla ilgili üzücü görüntüleri görünce, John Lennon’un ‘Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman sistemin oyununa geliyorsunuz demektir.’ cümlesi aklıma geliyor.
Provokatörlere ve tatsız birçok şey yaşamamıza rağmen şu ana kadar akılcı ve sağduyulu olarak bugünlere gelişimizi göz önüne alarak…
Oyuna gelmeyelim.
Bu sebeple;
Artık evlere dönme zamanı.
Yok, hayır kabullenmek için değil, biraz toparlanabilmek için.
Daha fazla canların yanmaması için.
Ve görünen şu ki;
Bundan sonrası için tek bir seçenek kaldı.
Bu milyonlarca kalp bir araya gelerek yeni bir bebeğin doğmasına şahit olacak.
Ki o bebek her birimizden bir parça almış olacak.
Kimimizin zekasını, kimimizin güzelliğini, kimimizin yaratıcılığını, kimimizin disiplinini, kimimizin çalışkanlılığını, kimimizin yenilikçiliğini, kimimizin mizah gücünü, kimimizin atikliğini, kimimizin coşkusunu, kimimizin tutkusunu ama en önemlisi de çoğumuzun şiddetten uzak, sevgi dolu, paylaşımcı, cesur ve gözüpek hallerini…
Bu yüzden hepimizin çok heyecanlanacağı bir doğum olacak.
Zor olacak belki ama güzel olacak.
Beklediğimize değecek.
Umutla ve sevgiyle gelecek.
O doğum ki;
Atatürk’ün ve sağduyulu milyonlarca iradenin önderliğinde…
Ne zaman derseniz…
Seçimlerde.
Yani dokuz ay sonra!
Paylaş