Paylaş
Ne anlatabilirsiniz, ne yazabilirsiniz ne de çizebilirsiniz.
Aşkı, ayrılığı…
Tarifi, şekli şemali yoktur, yaşarsınız ancak.
Aşk…
Yaşadığınız o ‘AN’larda içinde bulunduğunuz hal ve o kavramın harfleri tam karşılığını bulur, ruhunuz ve kalbiniz de hayat…
Ve o ‘AN’larda yaşadığınızı hissedersiniz.
Aşkınızın yeni başladığı, yıldızların sevgiyi kalbinize ve başınıza taç yaptığı dönemlerde…
Gözünüzün ve gönlünüzün sevdiğinizden başkasını görmez olduğu, onun için dağlar delip yollar açacağınız, denizleri kurutacağınız, gök kubbeyi yerlere çalacağınız, saçlarına yıldızlardan taç yapacağınız, bir nefeste güneşleri söndüreceğiniz, çıra gibi uğrunda yanacağınız, canınızı istese bile vereceğiniz… Çok şey değil, sevdiğinizin sizi sevgisiyle allayıp pullamasını istediğinizde…
Ayrılık acımasız yüzünü gösterdiğinde…
Sevdiğiniz gittiğinde; bahçenizde güllerinizin açmadığı, buz gibi gecelerin bitmek bilmediği… Bir kez görmek, ellerini tutmak, dokunmak istediğiniz; gül yüzüne hasret kaldığınızda, “Sensiz neylerim, nasıl yaşarım? Al beni, götür gittiğin yere, istersen vur yerden yere” dediğiniz…
Onsuz yapamadığınızda…
Yağmurlarda ıslanan bomboş sokaklarda, yapayalnız dolaştığınız yollarda, gözlerinizde yaş kalbinizde sızı, ne yaparsanız yapın onu unutamadığınızda, “Unutamadım, ne olur anla beni” derken…
Hüzün size güldüğünde…
Gece demir kapı gibi üzerinize kapanıp o yanınızda olmadığı için içinize anlatılmaz duygular çöktüğünde… Soğuk hücrenizde büzüşmüşken düşlerinizde bir tek onun olduğu, anıların kalbinize kilit kilit kelepçe vurduğunda…
Onu çooooooooookkk özlediğinizde…
“Gönül ferman dinlemiyor, bu ayrılık çok acı, yok mu bunun ilacı” deyip yaranıza tuz ve yakamozları bastığınızda…
Ellerinizle büyüttüğünüz, solarken dirilttiğiniz, çiçeğinizi koparıp ellere veren… Dağların değil de gurur ve imkanlar yol verse de, onu bir kez olsun görmek istediğinizde…
Sonra…
Aşk masalınızın mutlulukla değil o veya bu sebepten dolayı ayrılıkla sonlandığı o dönem… Biten o anı hatırladığınız, gözlerinizin anılara değdiği, ayrılığın başınızı ve kalbinizi yere eğdiği…
Dudakları baldan öte baldan ziyade, yanakları gülden öte gülden ziyade olan… Onu; yokluğunda gecelerce soluduğunuz, kalbini kalbinize yazdığınız, ismini duvarlara ve her köşeye kazıdığınız…
Yağmur yerine anıların kalbe yağdığı, her anıda tebessümlerinizin dudaklarınıza çisem çisem çiselediği…
Varlığıyla da yokluğuyla da; gönlünüze taht kuran canınıza can katan, damarlarınızda akan, yegâne…
O ki; içinizde, sizden öte, sizden ziyade…
O cana ki; içinizde ondan öte ondan ziyade!
***
Şimdi hava ayaz mı ayaz, ellerim ceplerimde, gözlerimde hayalinin dolaştığı kalbime mıhlayan cana...
Dilimde de bir şarkı…
Onun şarkıları ki…
O, çok sevildi hep. İnsanlar onun adını duyunca dururlar; gerekli ilgiyi, sevgiyi, saygıyı gösterirlerdi. Hâlâ da…
O, çağırdığında koşa koşa giderdi insanlar; konserine, evine, programına…
Yolda gördüklerinde de yine sevgi, saygı…
Peki neden?
Konuştuğu kişilere bir şeyler katan, keyifli sohbetleri…
Müzikte evrenselliği yakalaması…
İnsanlara sevgiyle yaklaşması…
Onları anlamaya çalışması…
Adam olacak çocuklar yetiştirmesi…
Duygularımızı şarkılarıyla pekiştirmesi…
Yukarıdaki cümlelerimde adı geçen şarkıların başta olmak üzere kalbimizi, ruhumuzu vuran daha birçok şarkınla da…
Barış Manço!
Seni seven milyonlarca kişi tarafından özleniyorsun.
Anlıyorsun değil mi?
***
* Aramızdan ayrılışının 14. yılında, Barış Manço’yu; sevgiyle, saygıyla, özlemle ve şarkılarıyla…
Paylaş