Sanatta yeni bir şey söylemek için ölmek değil yeni ve farklı şeyler üretmek gerekir. İşte bunu doğrulayan bir konseptle karşılaştım geçtiğimiz günlerde.
Afişler, sloganlar, cinsel içerikli mesajlar, ciddi gazete kupürleri…
Bunlardan yola çıkarak…
Duvarlardan topladığı afişler ve objeler onun zihniyle buluştuğunda duvarları aşıyor.
Bir konuda, bir işte, hayatta en iyi olmak… Peki bunun için ne yapmak gerek?
Tabii ki sıradan olmamak…
Farkını ortaya koymak…
Kendinin, aklının, yaptığın işin, kalbinin, hayatının…
Diğerlerinden başka bir şey yaparak…
Sürüden ayrılarak…
Farklı olarak…
Bakın etrafınıza bir.
Üstelik bunları insanlara sunup yaşatırken ekstradan bir şey de yapmıyor.
Şaşırtıcı olan da bu ya.
Olduğu gibi, en doğal haliyle…
Fırlama, flörtöz, muzip, serseri, aynı zamanda duygusal, seksi…
Bu renk yıldızlarıyla ruhumu buluşturmak için koşarken, koşmak ne kelime uçarken nasıl heyecanlanıyorum bilemezsiniz.
Onlarla buluşmanın gizemi kadar eserlerindeki yaratılışı, mükemmeliyetçiliği, hayatı, tılsımı yaşayacak oluşum, heyecanıma heyecan katan…
Başka bir boyuta geçeceğim o mucizelere kavuşmak için 2 saatlik yol maceram ve kuyrukta 45 dakika bekleyişim bile azaltmıyor heyecanımı.
Ayrıca onları görmeye gelenlerin sayısız, yüzlerce olması daha da çok mutlu ediyor beni.
Onun varlığıdır, dünyayı güzelleştiren.
Yokluğudur hüzne esir eden.
Onunla nefes alır kalp, hayat bulur beden.
Goethe’nin ‘Ona açık bir kalp kadar, dünyada değerli bir şey yoktur.’ dediğine katılmamak mümkün mü?
Susmak, konuşmak…
Üzülmek,
Ağlamak…
Çaresiz kalmak…
Anlamaya çalışmak…
Anlaşılamamak…
Duygulanmak…
Özlemek, anmak…
O yaralar kabuk bağlar, iyileşme sürecinde yaraların çevresi tatlı tatlı kaşınır. Sonra kabuklar düşer ve yaralar iyileşir.
Taa ki bir sonraki düşüşümüze ve tekrar yaralanana kadar…
Canımız acıdığından, bocuk boncuk gözyaşlarımız yanaklarımızdan akarken, annemizin yanına koşar, ona sığınırdık.
Çocukken dokunulmazdı ağlamak.
Akan gözyaşları, acısını yakarken hüzünle sulardı yaraları.
Büyüyünce yaraların şekli değişti.
Bu kez kolumuzda, dizimizde, dirseğimizde değil, görünmeyen yerimizde, kalbimizde, ruhumuzda kanamaya başladı bu yaralar.
O yaralar kanadı, çok acıttı, ağlattı, kabuk bağladı.