Melike Birgölge

BİR İMZA ATACAM Kİ...

16 Kasım 2012
Bir işe, bir olaya, bir başarıya, güzel şeylere, sürprizlere imza atmak… ‘Kalbimle, ruhumla yaptığım işin, olayın, konunun arkasındayım’ diyebilmektir imza. Ve sonuçtan anlatamayarak ama yaşayarak mutlu olmak, haz almak… İmza aynı zamanda karakterin yansıması, kişiliğin aynası… İçinizdeki haşarı, muzip, suskun, durgun çocuğun ulaştığı başarı. Ama bir imzadır ki, atıldığı kalpte ve tende öyle bir iz bırakır ki…

Yalnızlığın sularında seyirdeyken biri gelir kalbinizin kıyısına.

Öyle bir gelir ki, sizi ölü deniz durgunluğundan alıp fırtınalara sürükler.

İçine tutkular, mutluluklar yükler.

Diğer insanların fark edemediği içinizdeki gerçek sizi keşfeder.

Hem de içinizi okuyan, sıcak, samimi bir bakışla…

Kalbinizin etaminine renk renk duygularla işlediği ince nakışla…

Devamında da…

Ruhunuzun en çıplak hâlini görüp, gönlünüzün en kuytularına dokunur.

Yazının Devamını Oku

ARKAMIZDAN İTİLDİĞİMİZ DURUMLAR!

13 Kasım 2012
Bazen düşünüyorum da… İnsanlar neden zorlaştırıyor birçok şeyi; bazı konuları, izahları anlamayarak ya da bazen saçmalayarak? Her şeyin en sadesini, en doğalını, en yalınını, en kolayını yaşamak varken şu kaotik hayatta.

Hayat zaten zor.

İşi daha da zorlaştırmak, karmaşık yapmak niye?

Birçok şeyi en sade haliyle yaşamak hem yormuyor insanı hem de daha mutlu ve verimli kılıyor hayatı.

Bir şarkı, bir film, bir kitap…

Bizi en yalın haliyle bize anlattığı için sığınışımız bunlara.

TÜM DİĞER DURUMLAR / FOTO GALERİ

Herhangi bir olaya, bir konuya, bir duruma baktığımızda ya da duyduğumuzda, en karmaşık olmayanı, en kolay anlaşılanı tercih ederiz.

Yazının Devamını Oku

SİZİN EVİNİZ KİM?

6 Kasım 2012
Temelini gerçek sevgiyle attığınız, tuğlalarını saygının oluşturduğu duvarlarına güvenle yaslandığınız, çatısını tutkuyla inşa ettiğiniz, bacasından buram buram aşk tüten eviniz kim?

Hani kapısından girdiğinizde her şeyi dışarıda bıraktığınız… 

 

Dışarıdaki kaostan mutluluğa aktığınız…

 

Sevgiyle boğulduğunuz…

 

Neşeyle dolduğunuz…

 

Yazının Devamını Oku

YERALTINDAKİ SANAT!

2 Kasım 2012
Durup bir düşünecek olursanız… Bir resme ya da bir sanat eserine baktığınızda sizi ilk etkileyen nedir? Karenin bütünü mü, içindeki ufacık detay mı? O eseri kimin yaptığı mı, fiyatı mı, insanlığı, sanatı nasıl ve hangi dille anlattığı mı?

Farklı disiplinlerdeki sanatçıların ünlü veya ünsüz, satılabilir veya satılamaz olup olmadıklarıyla ilgilenmeden, sanat dünyasında ‘Yeraltı’ diyebileceğimiz bir noktada varlıklarını deniz dibinde belirsiz canlılar gibi yaşayan en az tanınmış sanatçıları, hatta Paris’te çektiği videoda zoraki sanat partneri haline getirdiği Giusseppe Belvedere gibi sanat dışı sokak dünyasından insanları bile sanatın dilini ve insanlık tarihinin temel mekanizmalarını ortaya koyma girişimiyle bir araya getiren bir sanat adamı ‘Uluslararası Yeraltı’ sergisiyle sanatseverleri buluşturan. 

Kim?

Bedri Baykam.

Baykam, küratörlüğünü yaptığı sergide, oluşturmayı sevdiği zoraki ortak paydalara ve siparişlere fazla prim vermeden birçoğu birbiriyle diyaloga geçen ve daha önce var olan işleri seçmeyi tercih etmiş.

26 Kasım 2012’ye kadar görebileceğiniz, ‘Uluslararası Yeraltı’ sergisi’nde, hem farklı bakış açıları hem de sanat tarihine zekice atıflarda bulunan, direkt veya dolaylı olarak başyapıtlarla bağlantı kuran eserler ve sanatçılarla karşılaşacaksınız.
Eva Beierheimer ve Miriam Laussegger “Art Word” isimli yerleştirmelerinde Baykam’ın 1992’de sunumunu yaptığı “Post Duchamp Krizi” konferansında gündeme getirdiği, Çağdaş Sanat’ın metine bağımlılığı konusunu en çarpıcı şekilde gerçekleştiriyor.
Denemek çok kolay! Çağdaş Sanat jargonuna giren dört kelime seçip bunlarla inşa edilmiş bir metin siparişi verebiliyorsunuz.

David Middlebrook’un ‘Breath of Fresh Air’ yapıtı ise belki Duchamp’ın ‘Pisuar’ına yapılan göndermelerin en ilginci, yer çekimine meydan okuyan en şamatalısı…

Yazının Devamını Oku

BİZİ SUSTURACAK VE DURDURACAK İKİ ŞEY!

30 Ekim 2012
Bazen toplum olarak balıkları ve koyunları andırıyoruz evet. Ama bazen öyle bir an geliyor ki, o balık ve koyunlar birer aslan oluyor. Ne zamanki Cumhuriyet’e zarar verilmeye çalışılıyor, işte o zaman yürekten pençeler çıkıyor ortaya.

Yılmaz Hoca’m (Özdil) ‘İstediğin kadar su sık. Korkma sönmez!’ diyor ya. Aynen öyle… Meydanı boş sananlara öyle dolu bir cevap verildi ki… Şimdi elimizde bayraklarımız, kalbimizde Ata’mız… 10 Kasım’ı bekliyoruz. Bakalım…

 

19 Mayıs kutlamalarına katılmayanlar, 30 Ağustos resepsiyonunu iptal edenler, 29 Ekim’de de demir coplarla ve biber gazıyla, yüzbinlerce insanı durduracaklarını, susturacaklarını ve sindireceklerini sandılar.

 

Onlara inat, ülkenin her yerinden, bir uçtan diğer uca, böylesine görkemli, gözleri dolu dolu yapan, ‘İşte bu!’ dedirterek milyonlarca kalbi buluşturan ortak payda Cumhuriyet’in ve Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri olmak nasıl da göğüslerimizi kabarttı bir kez daha.

 

Anlı, şanlı…

 

Yazının Devamını Oku

ESKİ BAYRAMLAR NEDEN ÖZLENİYOR DERSENİZ...

24 Ekim 2012
Geçen gün bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Konuşmamızın bir yerinde, "Bayrama az kaldı" dedi.

Arkadaşımın bu sözlerinin sonrasında, gözlerimi, masada, önümde duran bardağa dikip, sessizce baktım uzun süre. Havada asılı kaldı arkadaşımın cümlesi. Sessizliğim dikkatini çekmiş olmalı ki, 'Niye bir şey söylemiyorsun kızım, bayrama az kaldı.' diye tekrarladı.

'Ne diyebilirim ki, ne dememi bekliyorsun?' dedim.

'Ne bileyim, bayram geliyor ve sende hiç bayram coşkusu yok' dedi arkadaşım.

'Ne coşkusu, deliye her gün bayram' diyerek işi şakaya vurdum.

Şaka bir yana…

Neden bilmiyorum, son birkaç yıldır bayram coşkusu, heyecanı kalmadı içimde.

Büyüklerimizin 'Nerde o eski bayramlar!' diye yâd etmelerini daha iyi anlıyorum şimdilerde.

O eski bayramların sevincini, coşkusunu çocukken yaşayabildim ne mutlu ki.

Yazının Devamını Oku

HAYATIMIZA SİNEN KOKULAR!

22 Ekim 2012
Bazen bir dakikada hatta bir salisede nasıl da değişiveriyor hayat. Aldığımız güzel bir haberin, yaşadığımız küçük bir mutluluğun, hissettiğimiz sevginin ruhumuzu şahlandırması ya da duyduğumuz keyifsiz bir gelişmenin ruhumuzu bir anda başkalaştırması gibi… Ya da günlük güneşlik havada güneşin, yerini yağmura bırakması gibi… Güneş yerini bir anda yağmura bırakıyor ve… Yağmurun sesine bak, dinle nasıl kokuyor? “Yağmurun sesine bak, aşka davet ediyor” diye devam edeceğimi sandınız belki de.

Hıı ıhhhhh bilemediniz.

 

Gerçi siz de haklısınız; güneş, sıcaklığıyla, ışığıyla bahtiyar ederken, yağmur, hüzne savurarak bizi ihtiyar eder ya da buruk tebessümle aşka beler ama bu kez cama vuran her damla bana kokuları çağrıştırdı desem!

 

Evet, yağmur ve kokular…

 

Ne alaka değil mi?

 

Yazının Devamını Oku

Güne Çay-Kahve İçerek Başlanmayacak Artık!

15 Ekim 2012
Güne başlarken ya da gün içinde verdiğimiz molalarda içtiklerimiz…

Çay, kahve, kakao ya da meyve suyu…

Sabah kalktınız, kendinize gelmek için bir bardak çay…

İş yerinde mola verdiniz ya da bir arkadaşınızla cafede buluştunuz, sohbette nedir size eşlik eden?

Dumanı tüten, kokusu burnunuza bayram yaşatan sıcak bir kahve.

Enerji versin diye akşamüstü saatlerinde taze sıkılmış bir bardak meyve suyu…

Akşam iş çıkışı bir cafeye girdiniz, garsondan bir kakao rica ettiniz. İçince çikolata yemiş gibi oldunuz.  Tadı damağınızda hayat bulurken size mutluluk da getirdi. Çikolata yemek insanı mutlu eder ya...

Ve de günü çakırkeyif bitirmek üzere içtikleriniz… Akşam yemeği eşliğinde ya da sonrasında şarap, rakı…

Artık bunları unutun. Eski alışkanlıklara elveda… Yenilerine merhaba…

Yazının Devamını Oku