Yalnızlığın sularında seyirdeyken biri gelir kalbinizin kıyısına.
Öyle bir gelir ki, sizi ölü deniz durgunluğundan alıp fırtınalara sürükler.
İçine tutkular, mutluluklar yükler.
Diğer insanların fark edemediği içinizdeki gerçek sizi keşfeder.
Hem de içinizi okuyan, sıcak, samimi bir bakışla…
Kalbinizin etaminine renk renk duygularla işlediği ince nakışla…
Devamında da…
Ruhunuzun en çıplak hâlini görüp, gönlünüzün en kuytularına dokunur.
Hayat zaten zor.
İşi daha da zorlaştırmak, karmaşık yapmak niye?
Birçok şeyi en sade haliyle yaşamak hem yormuyor insanı hem de daha mutlu ve verimli kılıyor hayatı.
Bir şarkı, bir film, bir kitap…
Bizi en yalın haliyle bize anlattığı için sığınışımız bunlara.
TÜM DİĞER DURUMLAR / FOTO GALERİ
Herhangi bir olaya, bir konuya, bir duruma baktığımızda ya da duyduğumuzda, en karmaşık olmayanı, en kolay anlaşılanı tercih ederiz.
Hani kapısından girdiğinizde her şeyi dışarıda bıraktığınız…
Dışarıdaki kaostan mutluluğa aktığınız…
Sevgiyle boğulduğunuz…
Neşeyle dolduğunuz…
Farklı disiplinlerdeki sanatçıların ünlü veya ünsüz, satılabilir veya satılamaz olup olmadıklarıyla ilgilenmeden, sanat dünyasında ‘Yeraltı’ diyebileceğimiz bir noktada varlıklarını deniz dibinde belirsiz canlılar gibi yaşayan en az tanınmış sanatçıları, hatta Paris’te çektiği videoda zoraki sanat partneri haline getirdiği Giusseppe Belvedere gibi sanat dışı sokak dünyasından insanları bile sanatın dilini ve insanlık tarihinin temel mekanizmalarını ortaya koyma girişimiyle bir araya getiren bir sanat adamı ‘Uluslararası Yeraltı’ sergisiyle sanatseverleri buluşturan.
Kim?
Bedri Baykam.
Baykam, küratörlüğünü yaptığı sergide, oluşturmayı sevdiği zoraki ortak paydalara ve siparişlere fazla prim vermeden birçoğu birbiriyle diyaloga geçen ve daha önce var olan işleri seçmeyi tercih etmiş.
26 Kasım 2012’ye kadar görebileceğiniz, ‘Uluslararası Yeraltı’ sergisi’nde, hem farklı bakış açıları hem de sanat tarihine zekice atıflarda bulunan, direkt veya dolaylı olarak başyapıtlarla bağlantı kuran eserler ve sanatçılarla karşılaşacaksınız.
Eva Beierheimer ve Miriam Laussegger “Art Word” isimli yerleştirmelerinde Baykam’ın 1992’de sunumunu yaptığı “Post Duchamp Krizi” konferansında gündeme getirdiği, Çağdaş Sanat’ın metine bağımlılığı konusunu en çarpıcı şekilde gerçekleştiriyor.
Denemek çok kolay! Çağdaş Sanat jargonuna giren dört kelime seçip bunlarla inşa edilmiş bir metin siparişi verebiliyorsunuz.
David Middlebrook’un ‘Breath of Fresh Air’ yapıtı ise belki Duchamp’ın ‘Pisuar’ına yapılan göndermelerin en ilginci, yer çekimine meydan okuyan en şamatalısı…
Yılmaz Hoca’m (Özdil) ‘İstediğin kadar su sık. Korkma sönmez!’ diyor ya. Aynen öyle… Meydanı boş sananlara öyle dolu bir cevap verildi ki… Şimdi elimizde bayraklarımız, kalbimizde Ata’mız… 10 Kasım’ı bekliyoruz. Bakalım…
19 Mayıs kutlamalarına katılmayanlar, 30 Ağustos resepsiyonunu iptal edenler, 29 Ekim’de de demir coplarla ve biber gazıyla, yüzbinlerce insanı durduracaklarını, susturacaklarını ve sindireceklerini sandılar.
Onlara inat, ülkenin her yerinden, bir uçtan diğer uca, böylesine görkemli, gözleri dolu dolu yapan, ‘İşte bu!’ dedirterek milyonlarca kalbi buluşturan ortak payda Cumhuriyet’in ve Mustafa Kemal Atatürk’ün askerleri olmak nasıl da göğüslerimizi kabarttı bir kez daha.
Anlı, şanlı…
Arkadaşımın bu sözlerinin sonrasında, gözlerimi, masada, önümde duran bardağa dikip, sessizce baktım uzun süre. Havada asılı kaldı arkadaşımın cümlesi. Sessizliğim dikkatini çekmiş olmalı ki, 'Niye bir şey söylemiyorsun kızım, bayrama az kaldı.' diye tekrarladı.
'Ne diyebilirim ki, ne dememi bekliyorsun?' dedim.
'Ne bileyim, bayram geliyor ve sende hiç bayram coşkusu yok' dedi arkadaşım.
'Ne coşkusu, deliye her gün bayram' diyerek işi şakaya vurdum.
Şaka bir yana…
Neden bilmiyorum, son birkaç yıldır bayram coşkusu, heyecanı kalmadı içimde.
Büyüklerimizin 'Nerde o eski bayramlar!' diye yâd etmelerini daha iyi anlıyorum şimdilerde.
O eski bayramların sevincini, coşkusunu çocukken yaşayabildim ne mutlu ki.
Hıı ıhhhhh bilemediniz.
Gerçi siz de haklısınız; güneş, sıcaklığıyla, ışığıyla bahtiyar ederken, yağmur, hüzne savurarak bizi ihtiyar eder ya da buruk tebessümle aşka beler ama bu kez cama vuran her damla bana kokuları çağrıştırdı desem!
Evet, yağmur ve kokular…
Ne alaka değil mi?
Çay, kahve, kakao ya da meyve suyu…
Sabah kalktınız, kendinize gelmek için bir bardak çay…
İş yerinde mola verdiniz ya da bir arkadaşınızla cafede buluştunuz, sohbette nedir size eşlik eden?
Dumanı tüten, kokusu burnunuza bayram yaşatan sıcak bir kahve.
Enerji versin diye akşamüstü saatlerinde taze sıkılmış bir bardak meyve suyu…
Akşam iş çıkışı bir cafeye girdiniz, garsondan bir kakao rica ettiniz. İçince çikolata yemiş gibi oldunuz. Tadı damağınızda hayat bulurken size mutluluk da getirdi. Çikolata yemek insanı mutlu eder ya...
Ve de günü çakırkeyif bitirmek üzere içtikleriniz… Akşam yemeği eşliğinde ya da sonrasında şarap, rakı…
Artık bunları unutun. Eski alışkanlıklara elveda… Yenilerine merhaba…