Paylaş
Bu topraklarda tarife sığmaz bir güzellik vardır. Nedir derseniz, söyleyemem. Yalnızlık derim, huzur derim, sonsuzluk derim, tablo derim, daha birçok benzetme yaparım ama yine de tarif edemem.
Kıvrıla kıvrıla giden yolların iki yanındaki bu uzak topraklar insanı şair eder. Her mısrada hasreti anlatmaya zorlar.
Neye hasret?
Öylesine çoktur ki, hasretlerin sayısı yazmakla bitmez. Önce insanlığa hasrettir bu toprakların efendileri. Sonra ekmeğe, işe, sevgiliye, huzura, barışa, komşusuna, hayvanına, yaşama...
Bu yalnız ve uzak topraklar insanı öykücü de yapar. Üzerinde uçuşup duran binlercesine, bir öykü de siz eklersiniz. Anlatılanların öykü mü gerçek mi olduğunu hiç bilemezsiniz. Çünkü, buralarda gerçekle öykü birbirine karışır. Onun için aynı öyküyü herkes kendi gerçeğiyle başka türlü anlatır.
HER TAŞIN ALTINDA BİR EFSANE SAKLI
Uçsuz bucaksız topraklara dalıp dağları unutmamak lazım. Çünkü bu dağlar, çok güzeldir. Zirvelerinde bulutlar oynaşır. Eteklerini adını bilmediğim binlerce çiçek süsler. Şimdilerde kimselerin çıkamadığı yaylalarında serin rüzgârlar oynaşır. Her taşın altında bir efsane saklanır. Kerkenezler, şahinler yücelerde süzülüp durur. Akşam güneşiyle moraran, sabah güneşiyle kızaran, serin dereleriyle çiçekleri sulayan bu ulu dağlar huzura susamıştır. Sabah akşam barışın gelmesini bekleyip, duasını rüzgâra emanet eder ve dört bir yana gönderirler.
Bu ıssız topraklarda sürüler otlar. Kalabalık, morlu, karalı, beyazlı koyunların bulunduğu sürüler. Geçerken kulak kabartırsanız, çobanların türkü söylediğini duyarsınız. Yanık türkülerdir bunlar. Çobanların sesi, ta karşıki dağlardan duyulur. Filozof çobanlardır onlar. Yalnızdırlar ama hep konuşurlar, çünkü koyunlar onların dilinden anlar. Arabadan inip yanına gitseniz, size kim bilir ne bilgece laflar ederler.
HASRET KALMIŞTIM
Uzun yıllar bu ıssız yollara, dağlara, derelere, hasret kalmıştım. Son ‘Barış Girişimi’ ile hasretin biteceğine umutlandım, sevindim. Türkiye’de gitmediğim Siirt, Şırnak, Tunceli, Hakkâri kalmıştı geriye, onlara kavuşacağım için heyecanlandım.
Yıllar önceydi. Yine taraflar barışa niyetlenmiş, parmakları tetikten çekmişti. Fırsat bilmiş, yollara düşmüştüm. Uzun bir gezi olacaktı benimki. Karadeniz’i aştım, Ağrı’yı, Doğubeyazıt’ı, Erzurum’u geçtim. Ağrı Dağı’nın karşısında büyülendim. Daha sonra Van Gölü’nün çevresinde dolandım. Edremit’teki asırlık su yollarını, Gevaş’taki kümbetleri, Ahdamar Adası’ndaki Kutsal Haç Kilisesi’ni ve aşk hikâyesini, Nemrut Dağı’nın kraterindeki zümrüt gölleri, yüzyıllardan beri parıl parıl parlayan siyah lav taşlarını hayranlıkla seyretmiştim.
Urartu’nun başkenti olduğu yıllarda adı Tuşba olan Van’da, Sütçü Fevzi’de yaptığım kahvaltıyı hâlâ unutamıyorum.
Tatvan’da bir kebap molası verdikten sonra gölü çevreleyen yoldan ayrılıp, direksiyonu Bitlis’e doğru kırmıştım. Niyetim kendime büryan ziyafeti çekmekti. Özel yapılmış fırınlarda pişen süt keçilerini düşündükçe ağzım hâlâ sulanır.
Büryan ziyafetinden sonra gerisin geri dönüp, “Bitlis’te Beş Minare” türküsünü mırıldanarak Van Gölü’ne doğru yol almaya başlamıştım. Ahlat’a vardığımda gün çoktan yerini geceye bırakmıştı. Gökyüzündeki yusyuvarlak ay, gölün yüzüne simler saçmıştı.
Doğuda gün erken bitiyor, erken başlıyordu. Ahlat’ın çarşısına girdiğimde, İstanbul’da henüz perdelerin açılmadığını biliyordum. Burada ise esnaf çoktan kapısının önünü süpürmüştü. Çayımı içtikten sonra soluğu Ahlat Mezarlığı’nda almıştım. Burası, türbeleri ve mezar taşlarının çeşitliliğiyle ünlüydü. Özellikle Selçuklulardan kalma kümbetlerin görünümleri çok etkileyiciydi. Mezarlıktaki kimi taşlar küçük kimi taşlar ise 2-3 metre uzunluğundaydı. Taşları, sırlarıyla baş başa bırakıp yolculuğuma devam ettim.
SÜPHAN’IN ETEKLERİNDE
Yolumun üstünde Urartu’nun eski başkenti Adilcevaz vardı. Ceviz diyarı Adilcevaz, sırtını Türkiye’nin üçüncü büyük dağı Süphan’a dayamıştı. Yüce dağın zirvesi hâlâ karlıydı. Bunlar geçen kıştan kalma karlardı. Daha aşağıdaki zirvelere bulutlar takılmıştı. Masallardaki dağları andıran bir görüntüsü vardı. Çıkmak istemiştim ama tehlikelidir diye izin vermemişlerdi. Oysa çiçekleri koklayıp dönecektim. Çaresiz, Adilcevaz’ın ünlü ceviz reçelinden bir kavanoz alıp yoluma devam etmiştim.
Gölün kıyısından kıvrım kıvrım kıvrılan kimsesiz yolda az gidip, uz gidip sonunda Erciş’e ulaşmıştım. Erciş’i sevmek için, ona bir tepeden bakmak gerektiğini söylemişlerdi. O zaman ilçe tüm yeşilini, ağacını ortaya seriyor, pırıl pırıl parlayan çinko damlı evleriyle güzelliğini cömertçe sergiliyordu.
Erciş’ten sonra yolumun üstüne Muradiye çıkmıştı. Burada Urartu hisarının harabelerini gezmiş, nehrin iki yakasını birleştiren Şeytan Köprüsü’nü geçmiş, şelaleyi seyretmiştim.
Atım yoktu ama arabam dört nala kalkmıştı. Barışa rağmen yollar yine de kesilmiş, sorgu sual beni bezdirmişti. Ama yılmamış Diyarbakır’da kalenin surlarına tırmanmış, sokaklarında gezinmiş, Selim Amca’da kaburga dolması ziyafeti çekmiştim. O yıllarda da bugünkü gibi insanların yüzüne barışın mutluluğunun yansıdığını görmüştüm.
OVACIK’TAN DAĞ SARMISAĞI ALACAKTIM
Direksiyonu Güneydoğu’ya çevirdiğimde nedense engellemişlerdi. “Artık barış var” desem de “inanma” demişlerdi. O yüzden Şırnak’a, Siirt’e, Hakkâri’ye, Tunceli’ye gidememiştim. Halbuki Siirt’te perde pilavı yiyip, zivzik narı alacaktım. Şırnak’ta ise yiyeceklerimin adları aklımda kalmadığı için defterime yazmıştım: Serbidev, hekeheşandi, mahmılatık. Hakkâri’de mutlaka gulul çorbasının tadına bakmamı tembihlemişlerdi. Tunceli’ye gidebilseydim arabamın bagajını Ovacık’ın dağ sarmısağı ve Şavak tulum peyniriyle dolduracaktım. Hiçbirini yapamadım, barışa rağmen hevesim kursağımda kalmıştı.
Ben de dönüp, Hasankeyf’e, Midyat’a, Savur’a, Mardin’e gitmiştim. Mardin’den gece bakınca ovayı denize, köyleri adalara benzetmiştim. Bu manzarayı seyrederken içtiğim rakının tadı hâlâ damağımdadır.
Şimdi yine barış göründü. Yollara çıkıp, aynı ıssız ve uzak topraklarda dolaşmayı öylesine arzu ediyorum ki! Yapamadıklarımı, yiyemediklerimi defterime yazmıştım, şimdi onların peşine düşeceğim. Size de öneririm. Barışı ve baharı kaçırmayın, uzaklardaki güzelliklerin siz de farkına varın.
Türkiye’deki en güzel keşif gezim Zap Vadisi’nden Hakkâri rotasıydı
11 yıl önce, Güneydoğu’da barış umudu belirdiğinde eşimle Van’dan Hakkâri’ye unutulmaz bir yolculuk yapmıştım. Cilo Dağları’nın, Zap Suyu’nun unutulmaz görüntüleri o gün bugündür hafızamda capcanlı. Bu güzergâha Barış Rotası adını taktım. Dileğim silahların susması, bu güzelliklerin gezginlere açılması, dağların kampçılarla dolması.
Yıldırım Güngör / Fotoğraf: Behçet Dalmaz
Yolculuğunuza Van’dan başlayın. Önce merkeze 59 kilometre uzaklıktaki Hoşap Kalesi’ne gidin. Kale Gürpınar’ın Güzelsu Köyü sınırlarında. Köye neden Güzelsu dendiğini bilmiyorum ama eski adının farklı olduğuna eminim. Hoşap Suyu’nun kenarındaki yalçın kayalıklara kurulan kalenin geçmişi Urartular’a kadar gidiyor. Selçuklu, Osmanlı derken günümüze kadar sağlam kalmış. Surları ayakta. Cami ve zindan bölümü mutlaka görülmeli. Layıkıyla gezmek en az iki saat alıyor.
KÜÇÜK PAMUKKALE
Kaleden Hakkâri yaklaşık 2.5 saat sürüyor. Yol Van’ın Başkale ilçesinden geçiyor. Dağlık ve engebeli bir topogafyaya sahip yerleşimin Urartu dönemindeki adı Adamma. Ermeniler ise Adamakert ismini vermiş. Örenkale, St. Bartholomeus, Soradır kiliseleri, Kale Camii, Örenkale Kümbetleri ve Hüsrev Paşa Medresesi ilçenin mimari değerleri arasında öne çıkanlar. Başkale’de görülmesi gereken iki de doğal değer var: Bölge halkının Vanadokya dediği, Başkale Peribacaları, ilçeye 41 kilometre mesafedeki Yavuzlar Köyü’nde. Başkale travertenleri ise ilçeye 35 kilometre uzaklıktaki Dereiçi Köyü’nde. Travertenler Pamukkale kadar geniş alana yayılmasa da güzellikte ondan aşağı kalır bir yanı da yok. Bu iki doğal değer ilk gününüzün bitmesine neden olacak. Bu iki yerde epeyce zaman geçireceksiniz. Başkale - Hakkâri arası yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Bu gece Hakkâri’de konaklayarak iyice dinlenin. Hakkâri yüksek dağlar arasındaki düzlükte kurulmuş. Tipik bir Anadolu kenti. Anadolu, Mezopotamya ve İran arasındaki önemli bir stratejik noktada. Terslalesi ve dağlarıyla ünlü Hakkâri tarih boyunca Med, Pers, Abbasi, Selçuklu, Moğol, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Osmanlı hâkimiyetinde kalmış.
Programınızı Hakkâri’de en az iki gün kalacakmış gibi yapın. Bir gün önceden rehber bulun ve ilk gün Bercalan Yaylası’na gidin. Cilo Dağları’nın dibindeki bu yayla geleneksel yaylacılığın yapıldığı, olağanüstü güzelliğe sahip bir cennet. Hakkâri’ye uzaklığı 18 kilometre. Yerel yayla kültürünün yanı sıra çevredeki olağanüstü güzellikleri de göreceksiniz. Örneğin Seyithan Buzul Gölü’nü Bercalan’ın batısındaki Golan Yaylası’nı...
MAĞARALARDA YABAN HAYVANI RESİMLERİ
Cilo - Sat Dağları Hakkâri’de görülmesi gereken en önemli doğal değer. Buzullar, buzul gölleri ve 4 bin metreden yüksek zirveleriyle dünyanın en güzel coğrafyalarından biri burada ziyaretçilerini bekliyor. Bir gününüz burada geçecek. Hakkâri’nin Gevaruk ve Tirşin yaylalarındaki birkaç bin yıllık kaya resimleri dünya çapında önem taşıyor. Yaban hayvanları ve av sahneleri resmedilmiş. Bölgenin en önemli değerlerinden biri de yaban hayvanları. 30 yıldır süren savaş nedeniyle yöre halkı avlanamadığı için popülasyonunda önemli artış görülüyor.
Yüksekova, Hakkâri’nin 80 kilometre doğusunda. 1950 irtifadaki yerleşim Cilo ve Mor dağlarının arasındaki bir çöküntüye kurulmuş. Yükseklerdeki buzul gölleri, merkezindeki motiflerle süslü koç heykeli ve dirheler (kuleler)görülmeli.
Hakkâri merkezindeki Hakkâri stelleri (mezar taşları), Urartu, Kırmızı kümbet, Kale altı ve Melik Esad mezarlıkları eski kültürel dokunun korunduğu önemli mezar taşlarına sahip. Yemek olarak lokantalarda daha çok kebap ve döner yenebilir. Yerel mutfağı merak ediyorsanız ayran çorbasına benzeyen gulul ile mumbara benzeyen kepaye bulmanız gerekiyor.
DOĞA SPORLARI ÇUKURCA’YI PARLATACAK
Irak sınırındaki Çukurca’ya Zap Vadisi’nden ayrılan yoldan bir saatlik yolculukla ulaşacaksınız. 1285 metre rakımdaki yerleşim dağlar arasına sıkışmış ve yeşillikler içinde. Yüksek zirvelerle çevrili. Gelecekte önemli bir doğa sporları merkezi olmaya aday. Kesin olmamakla birlikte ilk Urartu yerleşimlerinden biri. Kültürel değerleri arasında 16’ncı yüzyıl yapımı Emir Şaban Medresesi, Çukurca Kalesi ve su sarnıçları ön plana çıkıyor. Kale yamaçlarındaki kesme taştan tarihi evler de görülmeye değer.
Çukurca’dan dönüp ana yola çıktıktan yaklaşık 2.5 saat sonra Uludere’ye varacaksınız. Şırnak’ın bu ilçesine yaklaştıkça topografya yumuşayacak, derin vadi ve yüksek zirveler arkanızda kalacak. İlçe yayla ve dağ turizmi açısından cazip. Dağlarda yaban keçisi görmek mümkün. Halk hayvancılıkla geçiniyor. Halıcılık diğer gelir kaynağı.
Geceyi Şırnak’ta geçirebilirsiniz. Biri beş yıldızlı çok sayıda otel bulunuyor. Ayrıca ilçelerinde görülecek çok yer var. Şırnak - Cizre karayolunun 30’uncu kilometresindeki Kasrık Boğazı’nda tarihi kalıntılar bulunuyor. Bölge, sıcak yaz aylarında yazlık olarak kullanılırmış. Nuh’un gemisinin bulunduğu iddia edilen Cudi Dağı diğer önemli doğal güzellik.
Rotamız üzerindeki Cizre, kültür turizmi açısından Şırnak’ın diğer ilçelerine büyük fark atıyor. Tufan sonrası oğullarıyla burada ilk yerleşimi kurduğuna inanılan Nuh Peygamber’in türbesi Cizre’de. Mem- u zin ve Şeyh Ahmet El- Cezeri türbeleri de mutlaka görülmeli. Kiliseyken camiye çevrilen Ulucami ile Nuh Peygamber Camii diğer önemli yapılar. Cizre Kalesi, yaklaşık 4 bin yıllık görkemli bir yapı. Çağlayan Köyü’ndeki Şah Kalesi, Asurlular’dan kalma. Kırmızı Medrese, Cizre Köprüsü ve birçok ören yeriyle Cizre ayırdığınız zamana değecek bir ilçe. Gelecekte çok önemli bir turizm merkezi olmaya aday.
Van- Hakkâri- Şırnak arasındaki zorlu coğrafyayı takip eden Barış Rotası bölgenin kültür, doğa zenginliğini, halkın konukseverliğini keşfetmemizi sağlayacak. O günleri heyecan ve umutla bekliyorum.
Cilolar’ın buzulları, gölleri doğa harikası
Güneydoğu Toroslar’ın en doğusundaki Cilolar ülkemizin en yüksek sıradağları. 4135 metrelik Reşko (Uludoruk), Ağrı’dan sonra Türkiye’nin ikinci yüksek zirvesi. Suppa Durek (4060 metre) önemli zirvelerden. Bunların yanı sıra 3500- 4000 metrelik birçok zirve, çanaklarında ülkemizin en uzun buzulları bulunuyor. Üç farklı vadidsisteminde gelişen buzullar zamanla büyük kütle kaybına uğramış. Örneğin 1930’larda 2600 metre irtifaya kadar inerken, gümüzde eriyerek 3400 metrelere kadar çekilmişler. Dağlardaki buzul gölleri ise bu olağanüstü zirvelerin incileri gibi. Cilo Dağları Hakkâri için gelir getirecek önemli bir doğa turizm alanı. Turizme açılması her yıl sadece ülkemizde değil dünyanın her yerinden on binlerce kişinin bölgeyi ziyaret edeceği anlamına geliyor. Silahların olmadığı bir ortamda böyle bir potansiyeli sağlamak ise sadece bir kaç yıl gibi kısa bir süre yeterli. Cilolar da ayrıntılı biyolojik çeşitlilik çalışması uzun yıllardır yapılmamış. Şemdinli’nin terslalesi dünyaca ünlü endemik bir bitki. Her dalında 6 çiçek bulunuyor.
Uzman çavuş sordu: Allah aşkına gezecek başka yer bulamadınız mı?
“Dur” sesi o kadar sert ve ürkütücüydü ki ani bir fren yaptık. Hava kararmak üzereydi. Yol kıyısındaki makineli tüfek yuvası sıkıca tahkim edilmişti. Deliklerinden MG3 namluları gözüküyordu. Silahların kurma sesini sert talimat izledi: “Araçtan inin, ellerinizi arabaya dayayın!” Dört kişiydik. İnip ellerimizi kaportaya dayadık. Bir uzman çavuş, iki er çıktı. Silahlar üzerimize doğrultulmuştu. Ters bir hareketimiz bir anda ortalığı cehenmeme döndürebilirdi. Uzman Çavuş bu kez daha nazikti: “Lütfen ani bir hereket yapmadan kimliklerinizi çıkarın...” En başta ben vardım. Akademik personel kimliğimi çıkarıp komutana uzattım. Uzman çavuş “Hocam özür dilerim, lütfen rahat pozisyon alın“ dedi ve devam etti. “Böyle davrandığımız için kusurumuza bakmayın ama nedeni malum. Hayırdır ne arıyorsunuz buralarda?” Memleketimizi geziyoruz, yanıtına çok şaşırdı. Sitem edercesine “Allah aşkına gezecek başka yer bulamadınız mı” diye biraz da dalgasını geçti. Aslında epey düşünmüş ve buradan daha güzel gezecek başka bir yer bulamamıştık. Bu inanılmaz coğrafyayı belki bir daha bu kadar yakından göremeyebilirdik. 10 dakikalık sohbetten sonra yolumuza devam ettik.
ALPLER KADAR ETKİLEYİCİ
2002 Ağustosu’ydu. Terör durma noktasına gelmişti. Eşim Serpil’le önce Ağrı Dağı’na tırmanmış, sonra Van’dan iki arkadaşımızla otomobil kiralayarak Mardin’e gitmeye karar vermiştik. Ancak rotamız normal güzergaha göre çok ters ve riskliydi. Yaklaşık 440 kilometre olan Van- Bitlis- Batman- Mardin hattı yerine neredeyse hiç tercih edilmeyen ve yaklaşık 600 kilometre olan Van- Hakkâri- Çukurca- Uludere- Şırnak- Cizre- Nusaybin- Mardin hattını tercih etmiştik. Amacımız Zap Vadisi’ni elimizden geldiğince keşfetmekti. Yol boyunca özellikle Şırnak’a kadar Zap Suyu hep yanımızdaydı. Yazın çok azgın değildi ama güçlü ve tertemiz akıyordu. Vadiyi kuşatan yüksek zirvelerin Alp manzaralarından eksiği değil fazlası vardı. Olağanüstü vadi, dimdik kaya duvarlar hafızama kazındı. Gergin ortama rağmen durduğumuz her yerde dostça karşılandık. Kuşkuyla bakanlar da yok değildi. Bir kaç güne sığdırdığımız bu tur Türkiye’deki en güzel keşif yolculuğumdu.
Alternatif rotalar
Süphan- Nemrut Jeoparkı: Bitlis Valiliği’nce yakında Van Gölü’nde jeopark projesi başlatılacak. İstanbul ve Bitlis Eren üniversitelerince desteklenecek proje Süphan ve Nemrut dağlarını da kapsıyor. Jeopark bölgenin sürdürülebilir kalkınma hamlesinde önemli işlev üstlenecek.
Tendürek Dağı: Bölgedeki aktif volkanlardan biri olmasına karşın, güvenlik nedeniyle 30 yıldır kraterine yaklaşılamıyordu. Barış sonrasında bölge turizmine çok önemli katkılar sağlayacak.
Ağrı Dağı: Başka bir ülkede olsaydı uluslararası çekim merkezine dönüşebilirdi. Ne yazık ki bölgeye önemli ekonomik katkı sağlayamıyor. Barış sonrası akılcı projelerle Doğubeyazıt ve Iğdır’ın kaderini değiştirebilir.
Paylaş