Paylaş
Polislerden biri elindeki alet ile gazı doğrudan bir CHP milletvekilinin yüzüne doğru sıkmıştı.
Bu, hesabı ayrıca sorulması gereken bir durum. O konuya önümüzdeki günlerde sıkça döneceğimizi şimdiden söyleyebilirim, çünkü rejim artık gerçek yüzünü saklama ihtiyacını duymuyor.
Bolu Valisi Aydın Baruş, o gün meydana gelen olaylar için şunu söyledi: “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na göre söz konusu gösteri için Valiliğe 48 saat önceden bilgi verilmesi gerekiyor. Ancak bilgi de verilmedi. Basın açıklamasını farklı yönlere çekmek isteyen kişiler kurmuş olduğu barikatı kaldırmak ve emniyet güçlerimizi zor durumda bırakmak üzere bazı tatsız hareketler yaptılar. Bunun üzerine de emniyet güçleri tabii ki daha önceden izin alınmadığı için müdahale etti.”
İnternetten baktım, Vali Bey ile aynı okuldan, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olmuşuz. “Mülkiyeli kardeşim” sayılır ama sanırım o arka kapıdan çıkmış.
O okulda eğitim görmüş bir bürokrat olarak biliyor olmalıydı ki artık Türkiye’de geçerli hukuki durum, o eski günler gibi değil. Polisin, protesto gösterilerini önceden izin alınmadığı gerekçesiyle dağıtması AİHM kararlarına göre temel insan haklarının ihlalidir.
Oya Ataman/Türkiye davasında verilen karar, kanundaki bu kısıtlamanın toplantı ve gösteri özgürlüğünün kullanılmasına aykırılık teşkil ettiğini ortaya koyuyor.
Bir protesto gösterisinin “önceden izin alınmadığı için” engellenmesi, Anayasa’nın 26. maddesine de aykırı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10 ve 11. maddelerinin de ihlali anlamına geliyor. Vali Bey farkında mıdır bilmiyorum ama AİHM kararları ve AİHS hükümleri, Türkiye’de de uyulması mecburi üst hukuk kuralı. Elbette savunduğu bu hukuksuzluğun hesabını bugünkü rejim sormayacak.
Ama unutmasın! Hepimiz bu ülkede yaşamaya devam edeceğiz ve emin olsun ki bir gün keser de dönecek, sap da!
SİVİL DARBEYE KILIF
MAİYET gazetecilerinin bildirdiklerinden öğreniyoruz ki “teröre bulaşan” devlet memurları memuriyetten atılacak.
Ve yine aynı kaynaklardan öğreniyoruz ki “teröre bulaşan” belediye başkanları da görevlerinden alınacak ve yerlerine valilerin uygun göreceği memurlar atanacak. Bu “teröre bulaşan” kavramı gerçekten rahatsız edici bir şey. Ne demek, tam olarak bir tarifi yok gibi görünüyor.
Çünkü “teröre bulaşmak” eğer elinde silah, bomba vs ile terör eylemi yapmak ise bunun “bulaşık” olmak ile ne ilgisi var?
Bu zaten açık bir terör eylemi ve kanunlarımıza göre, kim olduğuna bakılmaksızın cezalandırılması gereken bir durum ve mahkemeler zaten bunun cezasını anında kesiyor.
Bir de yardım ve yataklık var tabii.
Teröristi saklamak, onun eylemini yapması için gereken araç gereci temin etmek, ne bileyim onun için bir araba kiralamak vs gibi eylemler.
Bunlar da zaten kanunlara göre suç, bürokrat da olsan, belediye başkanı da olsan savcı bunu kanıtlarsa hapsi boylarsın!
Demek ki maiyet gazetecilerinin tariflerindeki “teröre bulaşmak” suçu, mahkemede kolayca ispat edilebilecek bir durum değil.
Çünkü mahkemede kanıtlansa zaten “teröre bulaşmak” diye bir suç tarifi gerekmiyor, ya terörist oluyorsun ya da yardımcı ve yatakçı!
Mahkemede hukuken kanıtlanamayan bir suç iddiası için insanları memuriyetten atmak ya da halkın oyuyla seçilmiş belediye başkanının yerine memur atamak ne demek peki? Kusura bakmayın ama buna “darbe” diyoruz.
Halkın oyuyla seçilmiş bir kişiyi, elindeki güçle görevinden uzaklaştırmak ve yerine bir memur atamak, “darbe” olarak tanımlanır.
Bakınız örnek olay: Seçilmiş Süleyman Demirel’i deviren askerler onun yerine bir memuru, emekli amiral Bülent Ulusu’yu atadılar.
Buna bizim memlekette de, dünyanın başka yerlerinde de “darbe” deniliyor. Askerler yaparsa “askeri darbe”, siviller yaparsa “sivil darbe” diyoruz. E hani siz darbelere karşıydınız, millet iradesinin üstünde bir güç tanımıyordunuz?
Kusura bakmayın ama çok sığsınız!
KEŞKE SEN DE SEVİNSEYDİN BURAK
BURAK Yılmaz, Petr Cech’in koruduğu kaleye topu gönderdiğinde herkes gibi ben de havaya sıçradım.
O anda Burak Yılmaz’ın bir “aile içi şiddet zanlısı” olduğunu unutmaya bile hazırdım.
Top filelere gitti. Hakem düdüğünü çalıp orta sahayı gösterdi, o arada Burak Yılmaz taç çizgisine doğru koşturdu.
Şimdi nasıl ifade etsem tam olarak bilmiyorum ama biz bu tür hareketleri çocukken yatılı okulda “geçirdik” anlamında yapardık, öyle bir hareket yaptı.
Şöyle düşündüm: Demek ki önceki iki maçtaki beceriksizliklerini ve yetersizliklerini eleştirenlere karşı bilenmiş, onlara “Nasıl geçirdim size” hareketi yapıyor. İyi de sonuç olarak bir futbol maçında gol attın. Gol yediğiniz zaman kendinizi bu hareketin pasif tarafı olarak mı görüyorsunuz ki gol atınca bu hareketi “aktive” ediyorsunuz?
Gerçekten tuhaf bir durum. Sosyal medyada çok yankılandı. Golün pasını veren 18 yaşında küçücük bir çocuk ve o hâlâ bizlerin çocukken futboldan aldığımız zevki hissediyor belli ki.
Emre Mor’un, yüzündeki çocuksu sevinçle Burak’ın arkasından koşturduğu anı gösteren fotoğraf, sosyal medyada paylaşılmaya adeta doyulamadı.
Burak Bey kardeşim. Şunu unutma: Bu bir oyun. Kimse kimseye bir şey geçirmiyor!
Keşke sahanın kenarında tribünlere o hareketi yapacağına, koşup sana o güzel gollük pası veren o çocuğa sarılsaydın!
Öyle yapsaydın keşke! Bütün bir ülkenin sevincine katılabilseydin.
Paylaş