Paylaş
Sanıklar, elleri kelepçeli olarak 200 metrelik bir yol boyunca “teşhir edilerek” mahkeme salonuna götürüldü.
Darbe girişimi ve neden oldukları can kayıpları nedeniyle suçluların en ağır cezayı almaları gerekiyor, buna kuşku yok.
Ama bir hukuk devletinde bu türden insan hakları ihlallerini de normal karşılamamalıyız.
Her sanığın kendisini savunma hakkı vardır ve haklarında mahkûmiyet kararı verilene kadar masum olduklarını varsaymak, insan olmaktan doğan haklarının mahkûm olsalar bile devam edeceğini akılda tutmak gerekir.
Bu tür uygulamalar, Fetullahçı çetenin yurtdışında sürdürdüğü propagandaya hizmet eder, yetkililerin bunu akıllarından çıkarmamaları gerek.
Bu davanın önemli sanıklarından biri de darbe girişimi sırasında tümgeneral rütbesiyle Genelkurmay’da görevli olan Mehmet Dişli.
Dişli’nin, Genelkurmay Başkanı’na önce zorla darbe bildirisi imzalatmak istediğini, sonra da “tutuklayarak” Akıncı Üssü’ne götüren ekibe liderlik ettiğini biliyoruz.
Darbe girişimi başarısızlığa uğrayıp, Genelkurmay Başkanı kurtarıldığında da aynı helikoptere binerek Köşk’teki Başbakanlığa geldiğini, akşam saatlerinde tutuklanana kadar burada “kriz merkezinde” görev yaptığını da biliyoruz.
Bilmediğimiz konu, Genelkurmay Başkanı’nın, Köşk bahçesine iner inmez neden Dişli’yi tutuklatmadığı.
Ve darbenin merkezinde yer alan bir generalin kriz merkezinde görev yapmasına neden izin verdiği.
Duruşmalar sırasında bunun nedenlerini de öğreneceğimizi ümit ediyorum:
General Dişli’nin sırrı neydi?
BAŞKANLIK SİSTEMİ RESEN BAŞLATILDI
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, partisinden zaten kopmamıştı ama Anayasa değişikliğinden sonra yeniden genel başkan da oldu.
Böylece, Türkiye’yi bir parti devletine götürecek süreç tıkır tıkır işlemeye devam ediyor.
Cumhurbaşkanı, partisinin kongresinde yaptığı açıklamada olağanüstü halin de kolayca kalkmayacağının işaretlerini verdi.
İşaretler de gösteriyor ki gelecek seçimlere de olağanüstü hal şartları içinde gideceğiz, çünkü iktidar bu işin tadını almış bulunuyor.
Bu aynı zamanda başkanlık sisteminin Cumhurbaşkanı tarafından “resen” başlatıldığının da ipucunu veriyor.
Referandumda kabul edilen değişikliğe göre, Anayasa’nın başkanlık sistemi ile ilgili hükümleri, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra (normal zamanında yapılırsa 2019 Kasım ayı olacak) yürürlüğe girecekti.
Ama şimdi olağanüstü hal yetkilerine dayanılarak çıkarılacak kararnamelerle, Anayasa’nın bu hükmü de baypas edilmiş olacak.
Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı seçilecek kişi, ülkeyi Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle, Meclis’e ihtiyaç duymadan yönetebilecekti.
Şimdi o vakte kadar olağanüstü hal kararnamelerinin aynı fonksiyonu üstleneceğini göreceğiz.
Anayasa’ya göre olağanüstü hal kararnameleri, sadece olağanüstü hal ilanını gerektiren konuyla ilgili ve sınırlı olarak çıkarılabiliyor ama AKP hükümetinin Anayasa’nın bu hükmünü yok saydığını da biliyoruz.
Darbenin ardından ilan edilen olağanüstü hal ile birlikte çıkarılan kararnamelerin içinde artık her konu var.
Meclis’in kanun çıkarma yetkisi hükümete devredilmiş durumda, hükümet de istediği her konuyu bu kararnamelerin içine koyuyor.
Devlet Bahçeli, Anayasa değişikliğine yol açarken, Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’yı yok sayan hareketlerinin yaratacağı sakıncaları düzeltmek isteğiyle hareket ettiğini açıklıyordu.
Fiili durumu, Anayasa’ya taşımak amacıyla hareket etmişti.
Şimdi bu yeni fiili durumu görüp, seçimlerin de erkene alınmasını ister mi acaba?
BİZ DE SÖZLERİMİZİ TUTMADIK
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği’ni ikiyüzlülükle suçladı ve “AB ya sözünü tutar ya da herkes bildiğini yapar” dedi.
Avrupa Birliği’nin, Türkiye’nin tam üyelik sürecinde kendi içinden kaynaklanan nedenlerle ayak sürüdüğü bir gerçek.
Kıbrıs Rum yönetiminin arkasına saklanarak görüşmeleri tıkayan, fasılları açılmaz hale getiren AB’nin büyüklerinin de Türkiye’nin tam üyeliğine sıcak bakmadıkları sır değil.
Ama öte yandan Türkiye’nin, AB üyeliğinin gerektirdiği koşulları yerine getirdiğini de söyleyemeyiz.
Bağımsız yargı yok. Düşünce özgürlüğü yok. Basın ağır baskı altında. Sözde demokrasimiz, Avrupa’nın en kötü demokrasisinden de geride.
Her türlü insani gelişmişlik endeksinde Avrupa’yı bırakın, dünyanın başka yerlerindeki ülkelerin de gerisindeyiz.
Her şey bir yana, göçmenler ile ilgili geri kabul anlaşmasını imzalarken verdiğimiz sözleri de tutmadık ama AB’yi aynı anlaşma nedeniyle verdiği sözleri tutmamak ile suçluyoruz.
Son Anayasa değişikliğinden sonra Türkiye için artık AB üyeliği bir hayal bile olamaz zaten.
Ama şunu söyleyebiliriz: Türkiye, malum ekonomik ve siyasi nedenlerle AB ile ilişkilerini kestirip atamaz.
Aynı durum AB için de geçerli.
Onun için AB, Türkiye’deki iç politika için sürekli “dövülecek” bir karakter olarak hayatımızdaki varlığını sürdürecek.
Hepsi bu.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş