Bu parti, sadece Batı’da değil, Doğu ve Güneydoğu’da da oy kaybediyor.
MHP’nin durumu da kritik. Barajın kıl payı üzerinde görünüyor ve bugün seçim olsa barajın altına yuvarlanması da işten değil.
CHP malum, bağladığın yerde durmaya devam ediyor.
AKP ise şimdiden 55’leri görmüş durumda.
Çok ama çok dikkatli film ve dizi izleyicisi değilseniz tabii.
25 yıldır New York’ta film ve dizi yapımcılığı yapar ve kendisine ait bir yapım şirketi de var.
Ama işin bu kısmı bizi ilgilendirmiyor tabii.
Lovett, New York’taki bütün akranları gibi düzenli spor yapıyor.
Şunu teslim etmeliyim ki üslubu bu konuda konuşan diğer zevatın üslubuna göre daha seviyeliydi.
Başbakan, bu eleştirilerini dile getirirken şunu söyledi:
“Demokratik yönetimlerin emri altındaki meşru güçler dışında silahlı güçlere izin veren tek bir ülke var mı? Bu akademisyenler bana tek bir ülke göstersinler ki bu ülkenin demokratik yönetimi meşru güç kullanma yetkisine sahip güvenlik güçleri dışında silahlı güçlere izin vermiş olsunlar.”
Başbakan Davutoğlu burada doğru bir noktaya temas ediyor.
İçeriğine katılıp katılmamak ayrı bir konu.
Demokratik bir ülkede yaşadığımızı varsayıyorsak her görüşün açıklıkla ortaya konulmasından yana olmamız lazım.
Yeter ki şiddeti övmesin, şiddete yöneltmesin, her türlü görüş açıklanabilir, insanlar bir araya gelerek ortak bir fikri savunabilirler.
Akademisyenlerin bildirisinde de şiddeti öven herhangi bir satır yok.
7 Haziran seçimi öncesinde HDP binalarına ve Diyarbakır mitingine yapılan bombalı saldırılar, Suruç ve Ankara’daki canlı bomba saldırıları, yılbaşında Ankara’da saldırı hazırlığı yaparken yakalanan teröristleri hatırlarsak, bu hiç de beklenmeyen bir saldırı değildi.
Hepsinin kökü aynı yere dayanıyor.
Hatırlayacaksınız, Ankara’daki canlı bomba saldırısından sonra Emniyet, İstanbul’da eylem planlayan dört kişinin Türkiye’ye girdiği ile ilgili bir uyarı yayınlamıştı.
Teröristlerin sahte kimlik taşıdıkları, gerçek isimleri bu uyarıda yer almıştı.
Önce neler söylediğini hatırlayalım:
“Türkiye’nin doğusunda, güneydoğusunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? (Seyirciler alkışlıyor.) Burada doğmamış çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor. Ölen çocuklara sevinen zavallı insanlar var. Biz o insanlara hiçbir şey söyleyemiyoruz, yazıklar olsun demekten başka. (Seyirciler alkışlıyor.)”
Adının Ayşe Çelik olduğunu söyleyen kadın devam ediyor:
“Bir şey daha söylemek istiyorum, kusura bakmayın. Ben öğretmenim, öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum. Bir daha oralara nasıl dönecekler? O güzel, masum, tertemiz yürekli çocukların yüzlerine, gözlerine nasıl bakacaklar? Burada yaşananlar çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın, insan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun, artık bize el verin. Yazık, insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ölmesin.”
Bir “üst aklın”, bu yöntemle İslam ülkelerini kargaşa içine soktuğundan, bundan yararlanmayı iyi bildiğinden söz etti.
Ben de onun üzerine bu köşede sormuştum: “Bu üst akıl kimdir, ne yer, ne içer” diye!
Sorumun yanıtını Cumhurbaşkanı’nın eski sözlerini tararken, 1 Kasım seçiminden üç gün önce katıldığı bir televizyon programında zaten vermiş olduğunu gördüm.
Şimdi buradan ilan ediyorum ki “üst akıl” ABD Başkanı Barak Obama’dan başkası değilmiş.
“Nişanlıların mahremiyet ölçülerini gözetmek kaydıyla birbirlerini daha yakından tanımak amacıyla görüşüp konuşmalarında bir sakınca yoktur. Fakat nişanlıların flört etmeleri, dost hayatı yaşamaları, dedikoduya mahal verecek şekilde baş başa kalmaları, el ele tutuşmaları ve benzeri İslam’ın onaylamadığı davranışlardan uzak durmaları gerekir.”
Bu görüşün gazetelerde yayınlanmasının ardından sosyal medyada Diyanet’i eleştiren yorumlar yazıldı.
Eleştirilere katılmıyorum. Şundan dolayı: Diyanet İşleri Başkanlığı ne diyecekti yani?
“Gençler flört edin, sevişin, nikâh arkadan gelse de olur” diyecek hali yoktu ya.