İddiaya göre TBMM Başkanı için satın alınan araç Mercedes’in Maybach modeli.
Kahraman da bu iddiaya şu yanıtı verdi:
“Başbakanlığın verdiği bu tip makam araçları vardır. Böyle bir fiyat çok uçuk. Öyle bir fiyatı yok. Bu hususta açıklama gelecek. Gündem değiştirmek gibi bir haber olarak görüyorum. Rutin hadiseler bunlar.”
Evet, bizde kamu yöneticilerinin pahalı makam araçları kullanması “rutin bir durum” sayılabilir.
Sanırım bunun nedeni ne kadar önemli insan olduklarını, makam otomobilleri aracılığıyla herkese bir kez daha kanıtlamak ihtiyacı.
Yanlış anlaşılmasın, devletin önemli yöneticileri Murat 124’e binsin demek istemiyorum ama devlet yöneticilerinin Mercedes ve Audi tutkusunun da abartıldığı çok açık.
Otomobiller konusunda bilgili bir arkadaşıma sordum, normal donanımlı bir Maybach’ın fiyatı 1.5 milyon lira civarında.
Ama araç fabrikadan zırhlı olarak satın alınmaya kalkıldığında iş değişiyor.
Nitekim Fenerbahçe de bu zorluğu yaşadı. Özellikle maçın ilk 20 dakikası ile son 30 dakikası arasında, ama en zoru da son 30 dakikaydı.
Graz genç bir takım, kağıt üzerinde bonservis bedellerine ve tecrübelerine bakarsanız Fenerbahçe’nin çok gerisinde. Ama sezona hazır olmak da bir başka faktör ve bunu değerlendirmeye çalıştılar. Topu alan her Fenerbahçeli oyuncu karşısında en az iki rakip oyuncu buldu ve böyle bir baskıyı açabilmek ancak bireysel yetenekler ve hızlı pas oyunu ile mümkün olabilirdi.
F.Bahçe hızlı oynamayı pek başaramadı ama bireysel yetenekler maçın ilk yarısında iki gol bulabilmelerine de olanak verdi.
Roman attığı gol ile önemli katkı sağladı, iki kafası da dışarı gitti ama görünen gerçek şu ki topu ileriye oynamak konusunda yetenekleri kısıtlı. Kjaer, bu tabloya bakınca kolayca vazgeçilebilecek bir oyuncu değil. Skrtel ise neredeyse kusursuz oynadı.
VALBUENA DOĞRU KARAR
Yeni transferlerden Valbuena belli ki doğru bir karar. Ancak “Türkiye Faul Ligi”nde çok sıkıntı çekeceğini de söyleyebilirim. Tabii bir mucize olup, Türk hakemleri erken taktik faulleri cezalandırmakta tereddüt göstermezlerse durum değişecektir.
Dirar’ın da zamana ihtiyacı olduğu görülüyor. Isla için de bir karar vermek erken görünüyor ama karakteri olan bir oyuncu olduğu açık.
Hazırlık maçlarında Fenerbahçe’nin en büyük sıkıntısı gol pozisyonuna girmek ve girdiği az sayıda pozisyonu değerlendirmekti. Bu maç da atılan gollere rağmen bu konuda iyi bir sinyal vermiş sayılmaz.
Sözcü muhabirlerinin tutuklanmasına ve sahibi hakkında yakalama kararı verilmesine neden olan “ihbarcı–tanık” da Hüseyin Gülerce.
Kendisi 17–25 Aralık günlerine kadar Fetullahçı çetenin önemli bir elemanıydı.
Çetenin resmi yayın organı Zaman gazetesinde genel yayın müdürlüğü ve köşe yazarlığı yaptı.
Aynı çetenin kamuoyundaki “resmi yüzü” sayılması gereken Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kuruluşunda mütevelli heyet başkanı oldu, yıllarca bu görevi yürüttü.
Fetullahçı çete ile AKP, iç içe, kucak kucağa iken “Cemaat bu konuda ne düşünüyor” sorusunun yanıtı için kulaklarınızı Hüseyin Gülerce’ye çevirmeniz gerekirdi.
17–25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk rezaleti ortaya dökülünce Gülerce, AKP’den yana tavır aldı, cemaatten uzaklaştı ve şimdi de kimin cemaatçi olup kimin olmadığı ile ilgili bilirkişi!
Önce şunu unutmayalım: Bu şahıs, Fetullahçı çete devlet içinde örgütlenmek üzere yasadışı işler çevirdiğinde, her şeyin merkezindeydi.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı kurulan kumpası bilmiyor olmasına olanak var mı?
TBMM Komisyonu’na ifade veren eski Genelkurmay başkanları, bununla ilgili istihbarat eksikliklerinden yakınmışlardı, hatırlayacaksınız.
MİT de silahlı kuvvetlerin içinde araştırma yapamadığını açıklamıştı, bunu da hatırlarsınız.
Ancak ortaya çıkıyor ki yetkili komutanlar, zamanında harekete geçebilselermiş, bu örgütlenmenin ne boyutlara vardığı daha 2007 yılında anlaşılabilecekmiş.
Buna neyin sebep olduğunu daha sonra tartışacağız.
Savcı, bu tezini şunların üzerine kurmuş:
1- ByLock kullanıcısı 92 şüpheli ile FETÖ örgütünden soruşturulmakta olan 22 kişi ile “iletişim” kurmak.
2- Cumhuriyet Gazetesi Yayın Danışmanı olup Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.’de birinci derecede imza yetkisine sahip olmak ve Cumhuriyet’in yayın politikasını değiştirerek FETÖ ve PKK’nın amaçlarına hizmet eder tarzda yayın yapmak.
3- 12 Temmuz 2016’da Cumhuriyet’te yayımlanan “Erdoğan Babamız Olmak İstiyor” başlıklı köşe yazısı ile “açıkça ve doğrudan Cumhurbaşkanı’nın şahsını hedef alarak Türkiye’de otoriter bir rejim bulunduğu algısını yaratmaya çalışmak”.
Kadri Gürsel, mahkemedeki savunmasında bu üç tezi de çürüttü.
Bir kere “iletişim kurmamış”, söz konusu kişiler tarafından aranmış ya da atılan mesajlara maruz kalmış.
İkincisi birinci derecede imza yetkisi olmadığı gibi yayın danışmanlığında ancak bir ayını doldurmuş olması.
Üçüncüsü ise doğrudan bir fikrin açıklanması ve Türkiye’de bir otoriter
Önümüzdeki hafta çarşamba günü (26 Temmuz 2017) bu köşede yine buluşacağız.
Okuyucularımın bilgisine sunarım.
FETÖ’nün darbe girişimine direnirken hayatlarını kaybedenleri rahmetle, yaralanan, sakat kalanları da saygıyla anarak başlamak istiyorum.
Eğer bu insanlar, Cumhurbaşkanı’nın çağrısıyla birlikte sokaklara dökülüp, darbecilere hayatları pahasına direnmemiş olsalardı, bugün Suriye’den de beter bir durumda yaşıyor olurduk.
Onun için bu kahramanca direnişi hiç unutmayacağız.
Ülkelerin tarihlerinde böyle büyük felaketlerden dönüş anları hep olmuştur.
Önemli olan o felakete neyin yol açtığını bilmek, tekrar aynı hataları tekrarlamayarak bir kez daha uçurumun eşiğine gelmemek zorundayız.
Bu darbe girişimine yol açan şey, her şeyden önce devlet kadrolarına girme ve yükselmede tek kriter olması gereken liyakati unutmuş olmamızdır.
Bir daha benzer bir çetenin yıllar içinde devlette yuvalanıp, benzer bir kalkışmaya cesaret etmesini önlemek zorundayız.
Bu örgüt, sadece son 15 yılın eseri değil.
Bu cümleyi, bu cennet vatanımız için kaç kere kurduğumu hatırlayabilmeme olanak yok.
Öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki gözlerimizi fal taşı gibi açıp, dilimizi tutup, yutkunarak kalakalıyoruz.
Ve bunlar ayda bir, yılda bir olmuyor. Biraz daha gayret edersek neredeyse her gün böyle bir olaya “Türk’ün imzasını” atabileceğiz.
İçimden “Yok artık, devenin başı” diye söylenmeme neden olan şey, bir mahkemenin getirdiği “yayına erişim yasağı”.
Yayın yasağının konulmasını kim istedi, hangi gerekçeyle istedi, mahkeme bunu nasıl kabul etti, bilemiyorum.
Ama gerçek şu ki İzmir 7. Sulh Ceza Hâkimliği, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararı ile ilgili haberlere erişim yasağı getirdi!
Tekrarlıyorum, hâlâ şoktan kurtulamazsanız, yüzünüze soğuk su çarpın lütfen: İzmir 7. Sulh Ceza Hâkimliği, Anayasa Mahkemesi’nin bir kararı ile ilgili haberlere erişim yasağı getirdi!
Olay şöyle gelişiyor: İzmir’deki bir araştırma hastanesinde görevli