Paylaş
Tabii ki herkes bu tür siyasi ve diplomatik görüşmelere, bakılması gerektiği gibi bakmaz.
Örneğin Osmanlı’nın yükseliş dönemindeki padişahlardan biri gibi davranması da beklenir Türkiye Cumhuriyeti başbakanlarının.
Mesela görüşmenin 15’inci dakikasında Erdoğan Oval Ofis’teki odanın kapsını tekme ile açıp, burnundan soluyarak dışarı çıksaydı. Beyaz Saray bahçesinde bekleyen medya mensuplarına hitaben “Bush’a ağzının payını verdim. İnsan içine çıkacak hali kalmadı” deseydi, bazıları için bu durum Türk-Amerikan zirvesinin Türkiye açısından başarısının kanıtı olurdu.
Dünyanın gerçekleri
Tabii ki bu tür fantezilere yer yok çağımız dünyasının gerçeklerinde.
Washington, çağdaş Roma’nın başkenti.
Hani bizde bazı politikacılar, “Neden Erdoğan Washington’a gidiyor, Bush Ankara’ya gelseydi” falan diyorlar ya.
Biliyoruz ki Erdoğan Washington’dan ayrılırken, Washington’a Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy geliyor. Sarkozy’nin ayrıldığı gün de, Almanya Başbakanı Merkel, Bush ile randevusuna icabet edecek.
ABD böyle bir konumda bugünün dünyasında.
Bu konumu zarif biçimde taşıyabiliyor mu sorusunun cevabı, tabii ki “Evet” değil.
Tek süper güç olmanın gereklerini oldukça uygunsuz biçimde yerine getiriyor Bush Amerika’sı. Daha doğrusu, Irak öncesi Amerika, Irak sonrası Amerika’dan çok farklı bir görünüm içinde.
Irak öncesinde Amerika müttefiklerine danışır, konuları Birleşmiş Milletler’e taşır ve sonra karar alırdı.
Irak sonrasında ise, önce karar alıyor, sonra da müttefiklerine danışıyor. Birleşmiş Milletleri ise, hesaba bile almıyor.
Bu tablonun adı da “uniletaralizm” şimdi.
İşte tüm dünyanın ve özellikle Amerika’nın dostlarının çabası, Irak öncesine dönmenin yollarını açmak.
Hatta Amerika’nın yeni dostu Rusya bile bu çabanın içinde.
Irak her şeyi değiştirdi
Ama Amerikan dış politikasında Irak öncesi döneme geri dönülse bile, Amerika’nın Irak’tan çıkmaya niyetli olmadığı da, kesine yakın biliniyor.
Başbakan Erdoğan bu gerçeklerin bilincinde olarak Washington’a gitti.
Beyaz Saray’da Bush’la görüşürken, ona artık Türkiye’nin de Amerika gibi uniletarist bir siyaset izleyeceğini herhalde tebliğ etmeyi düşünmüyordu.
- Siz ne derseniz deyin, biz Irak’a müdahale kararı aldık. Bunu ya kabul edersiniz, ya kabul edersiniz, mi diyecekti yani?
Irak topraklarında üslenen PKK ile mücadelede Amerika’nın ne tür katkılarda bulunabileceğini anlamak ve bunları sağlamaktı amaç.
Bu amaca da ulaşıldı.
Gerisini Erdoğan’ın Washington’daki açıklamalarından izlemek durumundayız:
Nitekim ABD Başkanı George W. Bush ile “Verimli ve olumlu bir görüşme” yaptğını söyleyen Erdoğan “Bundan sonraki kısmı daha verimli geçecek” dedi ve Başkan Bush’a 5 konuda Türkiye’nin taleplerini ilettiğini bildirdi.
Beş ana hedef
Erdoğan, bu talepleri; PKK’nın lider kadrosuna ilişkin hedefler, bölücü örgütün kamplarının dağıtılması, lojistik desteğinin kesilmesi, Kuzey Irak’taki örtülü siyasetlere izin verilmemesi ve istihbarat paylaşımı için bir iletişim ağının oluşturulması olarak açıkladı.
Erdoğan, ABD ile istihbarat paylaşımı ile ilgili olarak da Bush’un söylediği “PKK, Amerika’nın düşmanıdır, Türkiye’nin düşmanıdır, Irak’ın düşmanıdır” sözünü hatırlattı. “Düşman nedir? Ortadan kaldırılması gerekendir” diyen Erdoğan şöyle devam etti: “Süreç, operasyon sürecidir. Operasyon süreci aslında tezkereyle başladı. Biz, bunu zenginleştiriyoruz, dokuyoruz. Atılacak adımın haklılık gerekçesidir yaptığımız şeyler. Operasyon yapmayın diyen yok. Herkes ‘Haklısınız’ diyor. Hepsi, ‘Irak’ın bunu çözmesi gerekir’ diyor.”
ŞAKA
Gazete-ötesi operasyonlar mı?
Gazete köşe yazarları arasındaki gerginlikler giderek tırmanıyor.
Bazılarının üsluplarına bakarsanız, bunların gazetelerinin kendilerine gazete-ötesi müdahale için tezkere verdiği izlenimine de kapılabilirsiniz.
Ancak nokta operasyonları için mi, yoksa topyekun bir müdahale için mi yetki aldıklarını anlamak zor.
Paylaş