Paylaş
Bu dizinin kahramanı her sabah uyandığı zaman, önündeki 24 saatte neler olacağını ve bir cinayetin zanlısı durumunda kalacağını bilerek, bir gün önceki yaşamına yeniden başlıyordu.
Bu tabii ki bir fantezi.
Olacakları bildiğiniz takdirde, farklı davranarak kaderinizi değiştirebilir misiniz?
Bu mümkün değil. Kimse geleceği göremez.
Ama akıllı ve bilinçli insanlar da, toplumlar da geçmişten aldıkları derslerle geleceklerine yön verebilirler.
İşi bizim mesleğin, yani gazeteciliğin (veya medyanın) açısından ele aldığınız zaman da, aynı durum söz konusudur.
Mesleğinize şu ya da bu nedenle yabancılaşırsınız. Kendinizi siyasetçilerin rakibi veya bir ideolojik doktrinin papağanı olarak görürsünüz.
Mesleğe yabancılaşmak
Çalıştığınız, köşe yazdığınız veya yönettiğiniz gazeteyi, o gazetenin sahibi olan sermayenin farkında bile olmadığı kavgalara, kamplaşmalara, kan davalarına sokarsınız.
Geçmişte aynı şeyleri yapanların hem mesleği, hem de patronlarını ne tür maceralara sürüklediğini hatırlamazsanız, kader ağlarını örer. Artık kadere yön vermek imkanı kalmamıştır.
Gazeteciliğin sağlığının sivil ve çoğulcu demokrasiye, özgürlüklere, serbest rekabet ortamına bağlı olduğunu unuttuğunuz zaman, işler çığırından çıkar.
Başarınız farklı görüşleri aynı gazetede koruyabilmeye bağlıdır.
Ama siz farklı görüşte olanların karalanmasını, aşağılanmasını ve jurnallenmesini görev olarak yazarlarınıza verirseniz. Demokrasinin temeli olan “halk”ı küçük görmeyi, toplumun gerçeklerini “ilkellik” ve sizin gibi olmayan herkesi ve her kesimi “tehdit” olarak sunmayı sürdürürseniz, sonunda “ne zaman askeri darbe olacak da, haklılığım anlaşılacak” beklentisine girersiniz.
Dinç Bilgin ve itiraflar
Dün Yeni Şafak’ta yayınlanan, Sabah’ın kurucusu ve eski sahibi Dinç Bilgin söyleşisi, bana “Day Break” dizisini yine hatırlattı.
Acaba Dinç Bilgin 1997’nin 28 Şubat sabahı yeniden uyanabilseydi ve ileride yaşayacaklarını bilerek hayata yeniden başlayabilseydi, neleri yapmaktan kaçınırdı?
Bunu Bilgin’in Yeni Şafak’ta yayınlanan “itiraflar”ından anlayabiliyoruz. Bazı satırbaşlarını aktaralım:
- Sabah ne yapacağı önceden tahmin edilemeyen pek fazla siyasi bağlılığı ya da bağnazlığı olmayan bir havadaydı. Ama zaman içinde bu sakatlandı. Türkiye garip döneme girince, garip saflar oluştu. Liberal kesim, laik kesim, İslamcı kesim… Sağın iki partisi ikiye bölündü. Hiç istemediğim bir halde, bu kavgaların tarafı haline geldim. İtiraf etmem lazım yine, bu kavgalarda, Sabah karakterinden çok şey kaybetmeye başladı.
Kimlik aşınması
- Mesela, benim de utandığım bir devre yaşandı. Ben demokratım. Ailem demokrat ve liberal… Bir takım çevrelerden birtakım bantlar geliyordu. Anchormanlar ağzını burnunu buruşturarak anlatıyordu. O devreye ben şiddetle karşı olmama rağmen, karşı koyamadım. Demokrat, liberal, hatta hafif ters bakan Sabah, o dönemde birden katı devlet yanlısı bir havaya girdi. Sonuçta o demokrat kimliğinden aşındırılmış bir Sabah çıktı ortaya.
- Ben İzmir'den gelip Sabah'ı kurdum ve birinci ikinci aydan itibaren para kazanmaya başladım. İş büyüdü büyüdü, kocaman bir basın imparatorluğu oldu. Banka işine girene kadar her yıl kar ettim. Değerlere değer kattım. Zaten bugün bile o değerleri görebiliyorsunuz. O tarihte bankacılık sektörü de çok cazip bir sektör olmuştu. Dışında kalmam lazımdı ama kalamadım. Hata ettim. Arkadaşlarım da beni teşvik etti. Çünkü onlar da bir holdingde çalışmak, yönetici olmak, zengin olmak istiyorlardı.
Bu herkese ders olsun
Evet… Hayata yeniden başlayabilse neleri yapmaması gerektiğini, 28 Şubat döneminden11 yıl sonra doğru görebiliyor Dinç Bilgin.
Ama “arkadaşlar”ın iğvasına kapıldığı için kaderi ters yazıldı.
O arkadaşlar gazetecilik yapmak için değil, banka hissedarı olmak, bakanlar kurulu oluşumlarına katkıda bulunmak, siyasetle medyayı haşır neşir edip durumdan servet çıkarmak için, Dinç Bilgin’i ve gazetesini bir semt-i meçhule sürüklediler. Gazetecileri yazdırmak için değil susturmak için yöneticilik yaptılar.
Hani kurşuna dizilmek için idam mangasının karşısına gelen adam, son söz olarak “Bu bana ders olsun” demiş ya.
Şimdi herkes ve özellikle medya patronları, kendilerini siyasi kavgalara, kamplaşmalara, kan davalarına sürükleyen, gazetecilik mesleğini siyasetin veya ticaretin vurucu gücü biçiminde kullanan “arkadaşlar”ına karşı dikkatli davranmalılar ki, ileride Dinç Bilgin gibi “Bu bana ders olsun” demek durumuna düşmesinler.
Paylaş