Paylaş
Aynı olaya tanık olan üç kişi, bu olayı farklı anlatmaz mı?
Aynı yazıya siz sayın okurlardan gelen farklı mesajlara baktığım zaman da, herkesin okuduğunu farklı algıladığına her gün tanık olurum.
Bunu Montaigne de şöyle anlatmaz mı:
- Başkalarının bilgileriyle bilgili olabiliriz ama başkalarının aklıyla akıllı olamayız.
Bunun somut örneğine çocukluğumda rastlamıştım.
1950’lerin başında 2’nci Dünya Savaşı geride kalmıştı ama, gazetelerde “Nazilerin savaş makinesi” konulu yazılar sürekli çıkardı. Bunların arasında Londra’yı vuran güdümlü füzeler de, tek personelle düşman gemilerini torpilleyen “cep denizaltıları” da vardı.
Bahçıvanın anlattıkları
Biz eski Yeniköy’ün çocukları, Tarabya’ya uzanan yürüyüşlerimizden birinde, “Being There” filmindeki Peter Sellers’in canlandırdığı “gardener”i hatırlatan Alman sefaretinin yarı meczup bahçıvanı ile de karşılaşıp, ahbap olmuştuk. O bize 2’nci Dünya Savaşı’daki Alman Büyükelçisi Von Papen’le ilgili anılarını anlatırdı. Biz de bunları dinler, bol bol gülerdik.
Neden güldüğümüze gelince…
Bir anısını şöyle anlatmıştı bahçıvan:
- Bir ağustos gecesi sefaretin önündeki iskelede oturmuş, Boğaz’a yansıyan mehtabı seyrediyordum. Birden az ileride sular köpürdü. Önce yavaş yavaş bir denizaltının periskopu, sonra da denizaltının kendisi suyun yüzüne çıktı. Denizaltı benim oturduğum iskeleye yanaştı, kapağı açıldı. Denizaltının içinden Büyükelçi Von Papen’in çıktığını gördüm. Von Papen iskeleye atladı, sonra eğilip denizaltıyı yukarı, iskeleye çıkardı. Arkasından denizaltıyı katlayıp, ceketinin iç cebine koydu. Ben iskelenin kenarında donmuş gibi oturuyordum. Von Papen bana bir baktı ve sonra Almanca “İyi geceler” dedi. Daha sonra sert adımlarla yolu geçip sefaretin bahçe kapısından içeri girdi.
Bu bahçıvan da gazetelerdeki “cep denizaltıları” hakkındaki yazıları okumuş ve cep denizaltısını, katlanıp cebe girebilen bir savaş aracı şeklinde hayal etmişti.
Gizli Mabet
Ömer Seyfettin’in “Gizli Mabet” adlı hikayesinde de, konağa misafir olan yabancı, evin yaşlı hanımının her akşam merdivenin altındaki küçük odaya girip kapıyı kapattığını görür. Bu odanın bir gizli mabet olduğunu ve evin hanımının her akşam burada dua ettiğini düşünür.
Oysa burası evin kileridir ve evin hanımı, reçelleri, turşuları kontrol etmektedir.
15’inci yüzyıl İspanyasının Engizisyon infazcısı papaz Torquemada da, her cumartesi kentin kulesine adamlar çıkartır ve bacalarından duman tütmeyen evleri listelemelerini emredermiş. Cumartesi günleri (Şabat) Yahudiler ateş bile yakmayı günah saydıkları için, bacasından duman tütmeyen evlerde oturanlar, “Bunlar nasıl olsa Yahudi’dir” diye tutuklanırlarmış.
Öğün, çalış ve güven
Kıssadan hisse çıkartmayı denersek, siz siz olun, görmek ve duymak istediğinize değil, gördüğünüze ve duyduğunuza inanın. Türkiye’nin sosyo-politik geleceğini uzaktaki görmediğiniz ve bilmediğiniz Malezya’dan değil, kendi ülkenizin birlikte yaşadığınız insanlarından anlamaya çalışın.
Neticede Atatürk sadece “Türk öğün ve çalış” dememiş ki. “Türk, öğün, çalış, güven” demiş.
Yani kendi insanınıza ve ülkenizin yarınına güvenin.
En azından Montaigne’nin “Denemeler”ini alıp yeniden okuyun ve onun yüzlerce yıl önce söylediklerinden bugüne ilişki dersler çıkartın.
Mesela ne demiş bu bilge adam:
- Kişi ileride eziyet çekeceği için korkuyorsa, şu anda korkusundan ötürü eziyet çekmeye başlamış demektir.
ŞAKA
Serin tutmak mı yoksa üşütmemek mi?
Malezya, İran, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye gibi ülkelerin rejimlerini irdeledikten sonra, Milliyet’te şöyle demişti Hasan Cemal:
- Türkiye gibi en az yüzyıllık bir modernleşme sürecinden nasibini doğru dürüst almadıkları için demokrasi açısından çıkmazları büyüktür bu ülkelerin... Türkiye'yi bu ülkelerle mukayese etmeyin. Türkiye'ye güvenin. Demokrasiden korkmayın. Ve kafayı serin tutun!
Hasan Cemal’in demokrasiden korkanlar için seslendirdiği bu tavsiye, galiba yanlış içerikli.
Demokrasiden korkanlara “Kafayı serin tutun” yerine şöyle deseydi daha doğru olmaz mıydı:
- Kafayı üşütmeyin!
Paylaş