Paylaş
-Uygar
-Kültürlü
-Ilımlı
-Nüktedan
-Hoşgörülü
-Uzlaşmacı
Erdal İnönü’nün kendisini en ağır ifadelerle eleştirenlere bile gülümseyerek baktığını, iktidarının zirvesindeyken bile aktif siyasetten ayrılabildiğini, rakipleri hakkında kırıcı ve küçük düşürücü ifadelerin kullanılmasına izin vermediğini hepimiz yeniden hatırladık.
Bütün bunların bir seçkin kişiliğin sahip olması gereken nitelikler olduğunu da hepimiz onayladık.
Sadece ölüler için mi?
Şimdi benim içimde bir kuşku var.
Acaba bizim toplumsal geleneğimizde bütün bu nitelikler sadece ölmüş kişilerde mi bir anlam ve değer ifade ediyorlar?
Erdal İnönü’nün görgüsünü, olgunluğunu, hoşgörüsünü günlerdir yazanların, meslek yaşamlarında kullandıkları üslup ve gerek kişilere gerekse olaylara karşı takındıkları tutum, hiç de Erdal İnönü’nünkilere benzemiyor.
Erdal İnönü’nün ılımlılığını, nüktedanlığını, uygarlığını vurgulayarak onun kişiliğini övenlerin bazıları için, kaleminden kan damlayan, “kodu mu oturtan” yazar olmak, mesleki başarının ön şartı değil mi?
Karalamak, iftira etmek, aşağılamak herhalde kötü şeyler ki, bunların hiçbiri Erdal İnönü anlatılırken, onun davranışları arasında zikredilmedi.
Siyasetin gerekleri
Bir de bizim mesleğin ötesindeki genel sosyo-politik eğilim var tartışılması gereken.
Arkalarında büyük seçim zaferleri taşıyan, sandıklarda rakiplerini ezip geçen siyasetçilerimizde de Erdal İnönü’nün kişiliğini oluşturan nitelikleri aramıyor toplum.
Büyük kitlelerden oy alabilen, siyasetin fırtınalarından sonra ayakta kalabilen, parti içindeki demokrasiye hayat hakkı tanımazken rakip partileri demokrasinin düşmanları olarak kolayca sunan marka olmuş siyasetçilerimizin niteliklerini hatırlayalım:
-Kavgacı
-Sert
-Uzlaşmasız
-Polemikçi
Aslında Erdal İnönü ölümü ile, bizim sosyo-poltik yaşamımızın televizyon dizisine reklam arası verdirdi.
Reklam arası mıydı?
Dizideki gerginlikleri, skandalları, komploları, hoşgörüsüzlükleri, kavgaları, hizipçilikleri, insafsızlıkları,
Erdal İnönü’nün kimliğini ve kişiliğini hatırlatan anlatımlarla kısa süreliğine askıya aldık.
Erdal İnönü’yü sonsuz yolculuğuna uğurladığımıza göre, artık yeniden kendimize dönebiliriz.
Bizim gibi düşünmeyen herkesi suçlayabilir, taraf olduğumuz partinin veya hizbin karşısında gördüğümüz herkesi karalayabilir, aşağılayabiliriz artık.
Erdal İnönü’nün uygar, hoşgörülü, nüktedan kişiliğini överek anlatanların kalemlerinden yeniden kan damlamaya başlayabilir.
Madem o kadar çok beğeniyordunuz...
1’inci Dünya Savaşı yenilgisinin son günlerini yaşayan İstanbul’da, devrik Padişah Abdülhamit’in cenazesine yüz binlerce insan katılır. İmam “Merhumu nasıl bilirdiniz” deyince de, onu deviren İttihatçıların da içinde bulunduğu cemaat “İyi bilirdik” diye cevap verir. Bunun üzerine Talat Paşa “Madem iyi bilirdiniz, o zaman niye devirdik” diye söylenir.
Sayısız parçaya bölünmüş sosyal demokratlar da, acaba Erdal İnönü’yü sonsuz yolculuğuna uğurlarlarken, “Madem bu kadar çok beğeniyorduk, neden onu başımızda tutamadık” diye kendilerini sorgulamışlar mıdır?
Temel ilke ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ olmalıdır
Bölücü örgüt tarafından kaçırılan sekiz askerimizin kurtarılmaları, ailelerinde kimbilir nasıl bir sevinç yaratmıştır.
Tabii ki bu sevinç, şehitlerimiz için duyduğumuz acıyı azaltmaz.
Bütün mesele krizleri çözerken insan kaybını olabildiğince azaltmanın yolunu bulabilmektir.
Dünya savaşlarında milyonlarca asker ve sivil insanın öldürüldüğü coğrafyaların insanları, bu nedenle “Savaşta gençler, barışta yaşlılar ölür” öz deyişini hiç unutmazlar.
Ülkelerinin yönetim sorumluluğunu üstlenenlerin de toplumlarına karşı birinci görevleri, iç ve dış barışı savaşa götürmeden korumaktır. Orduların ana varlık sebebi de, düşmanların kötü emellerine karşı caydırıcı güç olmalarıdır. Bu açıdan ordular sadece savaşın değil barışın da güvenceleridir.
Bu gerçeklerin ışığında bölücü teröre karşı mücadelemizin, gerek siyasetin, gerek diplomasinin ve gerekse askerlik mesleğinin bütün araçları kullanılarak, “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkemizi dünyaya hatırlatmaya vesile olmasını diliyo
Paylaş