Örneğin her askere celp döneminde, askerlik şubelerine başvuranların dosyaları MİT’e gönderilir. Kamuda işe alınacaklar için de aynı soruşturma yapılır.
TRT’de çalışırken, önüme böyle dosyalar gelir ve işe alınacak kişinin soyunun sopunun ve çevresinin incelendiğini görüp, şaşırırdım.
Bu durum herhalde milletvekili adayları için de geçerli ki, mesela Liberal Demokrat Parti adaylarından bazılarının kimlik bilgileri eksik diye, bazı bölgelerde parti seçime katılamadı.
Ama bu arada garip durumlar da var.
Şimdi hangi gazeteyi açsam ve hangi haber sitesine girsem, bir DTP’li kadın milletvekilinin eşinin aranan kanun kaçağı olduğu ve halen bölücü örgüt kadroları arasında bulunduğu, fotoğrafları ile haber yapılıyor.
Bu bilgiler ve fotoğraflar herhalde bu hanım aday olduğu sırada da istihbarat örgütlerinin elinde vardı. Bunlar o zaman medyaya verilseydi, bu hanım belki aday olamayacaktı.
Herhalde “terörist koca”ya ait istihbarat, Erdoğan-Bush uzlaşması ertesinde Amerikan uydu gözlemesi sayesinde aktarılmadı bize.
Neden beklenildi?
Arkasından tebrikler yağmaya başladı.
Bu arada sadece Akşam’dan bir muhabir arkadaş, bu haberin doğru olup olmadığını sordu bana… NTV’deki Yorum Farkı’nda da Emre Kongar “TRT Genel Müdürü adaylığınız konusunda ne diyorsunuz?” diye sorunca, işin iyice ciddiyete bindiğini anladım.
Birincisi, bu yılın başında başyazarlık yaptığım Sabah’tan, bir kamu kuruluşu olan TMSF el koyduğu zaman “Ben devlet memuru gazeteci olmam” diyerek ayrılmıştım. Şimdi bir başka memuriyeti düşünmem nasıl mümkün olabilirdi ki?
İkincisi TRT Genel Müdürlüğü bana resmen daha önce de teklif edildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakan Turgut Özal resmen teklif ettiler bu görevi. Onlara da teşekkür ettim ve “Ben devlet memuru olmamaya ve bağımsız gazeteci olarak kalmaya kararlıyım” diyerek reddettim bu tekliflerini.
Üçüncü yalan
Başbakan Erdoğan’la Başkan Bush’un son buluşmalarının ayrıntılarını, Oval Ofis’te bulunmayı başaran Doğan Haber Ajansı’ndan Salih Zeki ve kamera sayesinde öğrendik.
Buna göre Bush, Erdoğan’ın kapıdan girdiğini görünce "Hey, bakın kim burada" diyerek karşıladı onu. Sonra Erdoğan’a "Çok iyi görünüyorsun" dedi. Erdoğan da, tercümanı aracılığıyla "Sen de çok dinç görünüyorsun" dedi. Bush, "Umarım" diyerek odadakileri güldürdü. Erdoğan’ın ardından Oval Ofis’e Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun girdi. Bush, Org. Saygun’un omzuna vurarak, "Çok güçlü bir ordunuz var" diye kendince iltifat etti… Bush’un en fazla tezahürat yaptığı kişi ise Egemen Bağış oldu.
Bütün bunların ardından Erdoğan’a dönen Bush, "Bire bir görüşme öneriyorum" dedi. Erdoğan da "İsabetli olur" yanıtını verince Türk heyeti dışarı çıktı. Bush ve Erdoğan, daha sonra 1,5 buçuk saatlik baş başa görüşmeye girdiler.
Kimlere neler demiştir
Başbakan Erdoğan’ı “Hey bakın kim burada” diye karşılayan Bush, dün Washington’a gelen Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi kim bilir ne cümleler kurarak karşılamıştır:
- Hey, bakın Fransa’nın en ünlü dul erkeği gelmiş buraya…
Tabii ki herkes bu tür siyasi ve diplomatik görüşmelere, bakılması gerektiği gibi bakmaz.
Örneğin Osmanlı’nın yükseliş dönemindeki padişahlardan biri gibi davranması da beklenir Türkiye Cumhuriyeti başbakanlarının.
Mesela görüşmenin 15’inci dakikasında Erdoğan Oval Ofis’teki odanın kapsını tekme ile açıp, burnundan soluyarak dışarı çıksaydı. Beyaz Saray bahçesinde bekleyen medya mensuplarına hitaben “Bush’a ağzının payını verdim. İnsan içine çıkacak hali kalmadı” deseydi, bazıları için bu durum Türk-Amerikan zirvesinin Türkiye açısından başarısının kanıtı olurdu.
Dünyanın gerçekleri
Tabii ki bu tür fantezilere yer yok çağımız dünyasının gerçeklerinde.
Washington, çağdaş Roma’nın başkenti.
Aslında kimse kendisinin cahil olduğunu kabul etmez. Hemen herkes her konuda kitaplar okur, gazeteleri izler, çeşitli konulardaki tartışmalara katılıp, kendince bir düşünce çizgisine sahip olur.
Anacak okur-yazar olmak, sadece “ümmi” olmamak demektir.
Eğer doğru kaynaklara ulaşamıyorsanız, okuduklarınız ve duyduklarınız sizi güdümlenmiş bir bilgi ortamında tutuyorsa, geniş anlamıyla “cahil” olabilirsiniz. Çocukların masallarda anlatılanları gerçek sanması gibi, siz de bir masal dünyasının yetişkin çocuğu konumunda bulunabilirsiniz.
Biz Türklerin kendi tarihimize ait doğru ve gerçek bilgilere hangi kaynaklardan ulaşabileceğimiz konulu tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Milliyet’te Fikret Bila’ya konuşan emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın “Kürt yoktur diye eğitilmişiz” cümlesi de bu dönemi yansıtmıyor mu?
Romanlardaki tarih
Şöyle bir düşündüğümüz zaman, örneğin hiç tarih kitabı okumamış Türklerin, tarihe dönük yargılarını hangi kaynaklara dayalı biçimde oluşturduklarını herhalde merak etmemiz gerekir.
-Uygar
-Kültürlü
-Ilımlı
-Nüktedan
-Hoşgörülü
-Uzlaşmacı
Erdal İnönü’nün kendisini en ağır ifadelerle eleştirenlere bile gülümseyerek baktığını, iktidarının zirvesindeyken bile aktif siyasetten ayrılabildiğini, rakipleri hakkında kırıcı ve küçük düşürücü ifadelerin kullanılmasına izin vermediğini hepimiz yeniden hatırladık.
Bütün bunların bir seçkin kişiliğin sahip olması gereken nitelikler olduğunu da hepimiz onayladık.
O söyleşinin bir bölümünde Hararlı, kendi kayınpederi hakkında yaptığı bir haberi şöyle anlatıyordu:
DH- Kayınpederim 17 ülkeye ihracat yapan bir işadamıydı. Tanınan, bilinen biri. Bir gün öğrendim ki, 20 yaşındaki sekreteriyle ilişkisi var. Gözünün yaşına bakmadım, haber yaptım. O dönem çalıştığım gazetenin arka sayfasına "50’lik patrona 20’lik sekreter" diye manşet oldu.
AA- Niye yaptınız böyle bir şeyi?
DH- Niye yapmayayım? Kayınpederimin ne ayrıcalığı var?
AA- Sonra neler oldu?
DH- Çok kötü şeyler yaşadık. Kayınpederim rezil oldu tabii, Amerika’ya kaçtı. Bir de beni vurdurtmaya çalıştı. Üzüldüm. Ama hak etmişti. Eşini sevmiyorsan ayrıl, bu tür oyunlara gerek yok…
AA- Şu an ne yapıyor?
DH- O kızla evlendi, çocukları filan var.
Diyelim ki Türkiye’nin terörle mücadelesi uluslararası bir krize kaynak olmuş. PKK’nın üslenip beslendiği Kuzey Irak topraklarına askeri operasyon söz konusu.
Hemen okur mesajları yağmaya başlıyor ve şu sorulara cevap verilmesi isteniliyor:
- Atatürk bugün yaşasaydı, Irak’a hemen girilmesi kararını verir miydi?
- Turgut Özal yaşasaydı, bu kriz karşısında hangi tür politikalar izlerdi?
Bu soru tarzı sade son kriz konusunda geçerli değil. Anayasa tartışmaları, özelleştirmeler ve her çeşit politik ve ekonomik tartışma konularında, geçmişte yaşamış şahsiyetlerin bugün sağ olmaları halinde ne yapacakları merak ediliyor.
Öncelikle bilmemiz gereken bir ebedi gerçek var.
Ölüm ölen için zamanın durması ve karar alabilme sürecinin sona ermesidir.
Ölenin bedeni de, düşünceleri de artık yaşayanların iradelerine teslim edilmiştir.