Eskişehir yolundan Kızılay’a doğru yöneldim.. Arabamda Radyo Megasite açık.. ‘Can Çağatay’ veriyor ardı ardına damar arabeskleri.. Arada ‘Angara Oyun Havaları’.. Aniden bir uçan daire gördüm. Üstelik orta şeritte, benim biraz ilerimde.. Sonra durdum, kendi kendime sordum.. Adı üstünde: Uçan daire.. Neden trafiğin en berbat olduğu saatte, iniş takımları açık orta şeride takılıp kalsın..? Trafiğe rağmen, şansım yardım etti ve uçan dairenin yanına kadar ilerleyebildim.. O kadar parlaktı ki yanıp sönen ışıkları, bakıyor ama nasıl bir şeye benzediğini bir türlü göremiyordum.. Hafiften kararmış havaya aldırmadan, torpido gözünden güneş gözlüklerimi çıkarıp taktım.. O da ne..? Uçan daire değil, bildiğin otomobilmiş yolda seyreden.. Güneş gözlüğü sayesinde, yanıp sönen bütün ışıklarını inceleyebildim.. Tepe lambası.. Uzun farları.. Ön sis lambaları.. Ön sinyal lambaları.. Yan kapılardaki lambaları.. Dikiz aynasının üzerindeki sinyal lambaları.. Arka sis lambaları.. Arka stop lambaları.. Arka tarafa ekstra yerleştirilmiş beyaz flaşörler.. Şaka değil, gerçekten. Bütün bu lambaların hepsi, aynı anda ‘çakıyordu’.. Hani park et o arabayı sağ tarafa, aç camlarını, ver radyoda ‘Angara Oyun Havaları’nı.. Bildiğin pavyon sahnesi olur.. Tek bir ışık bile ilave etmek gerekmez.. Türkiye’nin dünya üzerinde terörle iç içe yaşayan sayılı ülkelerden birisini olduğunu biliyorum.. Bu nedenle Devlet büyüklerini koruma işinin ‘mecburen’ abartıldığını da biliyorum.. Ama gördüğüm ve sizlere aktardığım manzara ne yazık ki güvenlik sınırlarını geçmiş, soytarılık sınırlarını zorluyordu.. Ayıp oluyor..