Paylaş
OLİMPİYATLAR başladı. İkinci gün çok duygulandık, dahili ve harici bedhahlarımızın depreştirdikleri sıkıntılarımız unutuldu, ulusal gururumuz kabardı. Halil Mutlu halterde kilosunun altı katını kaldırdı, bir Türk asıllının bin dünyalıya bedel olduğunu cihana gösterdi.
Gerisi ‘‘Cep Herkülü’’ sayılan Naim Süleymanoğlu'nun başına... Bugün, hem ağırlıkları havaya, hem memleketi, hem evrenküreyi ayağa kaldırmış olacak...
* * *
Önceden uyarmak istiyorum... Bu bir ‘‘spor yazısı’’ değildir.
Hep söylemişimdir, yazmışımdır.
Spor siyasetin iç güveysidir.
Spora siyaset karıştırılmaz. Siyaset, aklına estiğinde, canı çektiğinde, işine geldiğinde spor yapar, yaptırır.
* * *
İlk insansı yaratıkların spor yapacak, spora ayıracak vakitleri yoktu.
Geçim derdindeydiler. Yerleşik tarıma geçmemişlerdi. Bulduklarını, tuttuklarını kardeşçe paylaşıyorlardı.
Derken, yerleşik tarıma geçildi, onunla birlikte köleci toplum geldi.
İlk sporlar da o zaman yapıldı.
Kim yaptı?
Köleler tarlada çalışırken, köle sahipleri evde boş oturuyor, başka oyalanacak şey bulamadıkları için, spor yapıyorlardı.
Yani, Eski Mısır'ın firavunları, prensleri... Yani, Eski Yunan'ın özgür yurttaşları... Yani, Babil'in, Sümer'in, Roma'nın soyluları...
Yaptıkları sporlar basitti aslında...
Atalarının acımasız tabiata, etobur hayvanlara, talancı insana karşı verdikleri bitmeyen kavganın ‘‘barışçı’’ benzetimiydi.
İnsanın insanla, insanın hayvanla ölüm-kalım mücadelesine girmesini simgeleyen, ‘‘teke tek, gücü gücüne yetene helál olsun’’, güreş, boks, kılıç, mızrak, ok atma...
İnsanın tabiatla kavgasını canlandıran ‘‘tek başına’’ atletizm, yüzme, binicilik, kayak, kızak...
* * *
‘‘Olimpiyat’’ yapılamazdı o şartlarda... Mal-mülk sahipleri kendilerince eğleniyor, aynı mülk-iktidar paydaşları boş vakitlerinde oyalanıyordu.
Derken, köleci toplum düzeninin sonu yaklaştı.
Herkes kendi payını, parsasını istiyordu.
Her köle sahibi, kapı komşusuyla kavgalıydı, kanlı-bıçaklıydı.
Yunan site devletlerinin birbirlerini gırtlaklamamaları için ‘‘Olimpiyat Ateşkesi’’ ilan edildi. Ekecheria...
Kavgaya ara vermek amacıyla spor yapmak...
Olimpiyatlar böyle doğdu. Kirveliğini ‘‘siyaset’’ yaptı.
Olimpiyatların başlamasına iki ay kala, savaşan site devletleri ‘‘ateşkes’’ yapacaktı.
Yarışan, kimi kazanan, kimi kaybeden sporcuların kendi site-devletlerine sağ-salim dönmelerine fırsat verecek şekilde, bu ‘‘ateşkes’’ Olimpiyat Oyunları'nın bitiminden bir ay sonraya kadar devam edecekti.
Tuttu bu fikir... Nereye, ne kadar?
İsa'yı izleyen dördüncü yüzyılın ikinci çeyreğinde, Roma İmparatoru Theodisius'un ‘‘Spordan da sıkıldım, barıştan da...’’ demesine kadar...
* * *
Eski Yunan'da ruh ve beden güzelliğini yansıtır, simgelerdi spor...
Zafer ödülü, defne yapraklarından örülmüş bir taçtı. Barış simgesiydi.
Ama, Roma İmparatorluğu'nun yayılmacılığıyla beraber, barışın yerini savaş, her kutsallığın yerini panem et circenses aldı.
‘‘Ekmek ve sirk’’...
Paralı askerler, gladyatörler dövüşecek, imparatorlar ve tribünlere bedava doluşan kitleler alkış tutacaktı.
Ama, tribünler de sahaya iniyordu.
Fetvayı Katolik Kilisesi'nin babalarından Quintus Septimius Florens Tertullianus verdi. Palaistrica diaboli negotium...
Yani, beden temrinleri şeytan işidir...
Olimpiyatlar sona erdirildi.
Olimpiyatlar devam ediyor. Ben de salı günü devam ederim...
Paylaş