Paylaş
Salı günü televizyonun başına geçtim, TRT'nin üçüncü kanalına endekslendim. Yüce meclis toplanmak üzereydi, gündem kabarıktı.
Ecevit hükümetine karşı verilmiş gensoru önergesi vardı.
312'nci maddenin iptali sözkonusuydu.
Siyasi Partiler Yasası değişebilirdi.
Çok daha önemlisi, oy pusulaları basılıp trilyonluk harcama yapılmış olmasına rağmen, seçimler ertelenebilirdi.
Bu arada, Türkiye genelinde, bombalar patlıyordu.
* * *
Bütün bu gelişmeleri yakından izleyebilmek için, TBMM binasına gidebilirdim. Gazetedeki arkadaşlar ‘‘Gitme abi, içeri almazlar!’’ dediler.
Niyesini sordum. ‘‘Kıravatın, takım elbisen yok!’’ cevabını verdiler.
Günlük giyim tarzım, yüce meclisin edep-ádap kurallarına aykırıymış...
Arkadaşlar haklı! Her yerin kendine göre giyim-kuşam tarzı vardır.
Mahkemeye gideceksen, kokteyle, resepsiyona gideceksen, orduevine gideceksen, televizyona çıkacaksan, ona göre giyinirsin!
Erken seçimin ertelenmesini, idamın kalkmasını, pişmanlık yasasının yürürlüğe girmesini, siyasi yasaklılara tekrar eski hak-hukuklarının tanınmasını isteyen meclis görüşmelerine gitmedim.
Gidemedim. Kıyafetim müsait değildi.
O yüzden televizyon başına geçtim, ‘‘naklen yayına takıldım’’...
* * *
İyi ki gitmemişim... Meclis kulisinde, meclis büro başkanımız Kemal Saydamer'i yakalamış bazıları...
‘‘Sen mi verdin bizim adımızı?’’ diye sorguya çekmişler...
Dostça konuştuğum, arkadaşça söyleştiğim, abi-kardeşçe dertleştiğim altı milletvekili vardı geçen perşembepazarki yazımda... Hikmet Aydın, İlhan Kesici, Mümtaz Soysal, İrfan Köksalan, Cemal Alişan, Erdal Kesebir...
Kusur ettiysem ben ettim, sevgili Kemal'in ve meclis büromuzun dahli yoktur, suçu yoktur.
Kime kusur ettiysem affola!
* * *
Televizyonun başına oturdum, yüce meclisin (küçük harflerle) naklen yayınına bağlandım. RP milletvekili Abdülkadir Öncel'in, ilgili bakan Mustafa Yılmaz tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını istediği sözlü soru önergelerini nöbetçi divan kátibi okumaya başladı.
Oturuma başkanlık eden FP'li Yasin Hatipoğlu esniyor, divan kátibi sıkıntıdan tekliyordu.
Yanlış saymadıysam, en önemli-ivedi tastamam 13 tane sözlü soru önergesi arka arkaya okundu, cevaplandı. Konu ortaktı.
‘‘Bu ne biçim hükümet? Şanlıurfa'ya gerekli dalgıç kadroları hálá niye verilmedi?’’
Televizyonun başından kalktım, Şanlıurfa'yı haritada buldum.
Denizden biraz uzaktı.
TDK sözlüğündeki ‘‘Dalgıç’’ sözcüğüne baktım.
‘‘Özel donanımla su yüzeyi altında çalışmayı meslek edinen kimse, balık adam, kurbağa adam’’ demekmiş...
Gensoru, erken seçim, siyasi yasaklar, pişmanlık yasası...
Türkiye'nin gündemi buydu bence... Yine yanılmışım...
Şanlıurfa'nın ‘‘dalgıç ihtiyacı’’ konuşuldu, toplantı bitti, bitirildi.
* * *
Dün meclise gitmeye niyetliydim, traş olup koyu renk takım donandım. Türkiye'nin gündemini belirlemek için TBMM Danışma Kurulu toplanacaktı.
O sırada gazete başlıklarına gözüm takıldı.
‘‘Baba’’ taaa Özbekistan'dan gonuşmuş...
‘‘Seçimlerin ertelenmesi dünyanın sonu değildir...’’
Özbekistan'a kadar gitmesine gerek yoktu. Buradan, Çankaya'dan da iletebilirdi bu mesajını...
Meclise gitmedim. Televizyonumu kapattım. Kararların veya yönlendirmelerin nereden çıktığını biliyorum artık...
Paylaş