Bir dönem Avrupa’da fırtına gibi esen, Karl-Heinz Körbel, Jürgen Grabowski, Bernd Hölzenbein, "Jay-Jay" Okocha ve Anthony Yeboah gibi unutulmaz futbolculara forma giydiren, Real Madrid ile 1959–60 sezonunda Şampiyonlar Ligi finali oynayan ancak Puskas-Di Stefano ikilisini durduramayan efsane takım küllerinden yeniden doğmaya çalışıyor.
2010–11 sezonunda küme düşen ve geçtiğimiz sezonu ikinci olarak bitirerek yeniden Bundesliga’nın yolunu tutan Frankfurt, deneyimli Alman teknik adam Armin Veh yönetiminde yeni bir kimliğe büründü.
İkinci ligin ilk 15 haftasında mağlubiyet yüzü görmeyen Armin Veh ve talebeleri yeniden döndükleri Bundesliga’da benzer bir tabloyu çizecek gibi görünüyorlar.
Oynadığı 6 maçın 5’ini kazanan, birinde son şampiyon Dortmund ile 3–3 berabere kalan ekipte, Japon futbolcu Takashi İnui, Alman futbolcular Alexander Meier ve Stefan Aigner şu ana kadar kaydedilen 16 golün 10’una imza atarken, orta sahadaki kreatif yetenekleriyle de ön plana çıkıyorlar.
Ancak takımda öyle bir isim var ki daha şimdiden dev kulüpleri peşine takmayı başardı.
Sebastian Rode…
Rode, Alman futbolunun gelecek vaat eden futbolcularından biri olarak gösteriliyor ve hakkında “işlenmemiş maden” benzetmeleri yapılıyor. 21 yaşındaki başarılı futbolcu bu sezon tüm maçlarda görev alırken, orta sahadaki dinamizmi ve yüksek top tekniğiyle büyük bir yıldız olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İki yıl boyunca Frankfurt’tan ayrılmayacağına dair söz veren Rode’nin en büyük hayali Şampiyonlar Liginde boy göstermek.
İşte başarıya aç, kendini ispat etmek isteyen oyuncular ve dünyaca ünlü “Hey Eintracht Frankfurt” tezahüratıyla tanınan taraftar grubuyla Kırmızı Siyahlılar bu sezon Commerzbank Arena’yı daha çok sallayacağa benziyor.
Yıllardır Avrupa arenasında alınan her mağlubiyet sonrası yapılan transferlere alışan Sarı Lacivertliler bu durumu yadırgamayacaktı ama Meireles, Fenerbahçe orta sahası için ilk kez alınmış en doğru isimlerinden biri oldu.
İki yıl önce Premier Lige ayak basan ve Mascherano’nun yerini doldurmak için ve Anfield Road’un yolunu tutan Portekizli ilk sezonunda başarılı futboluyla göz doldurdu. Ancak Kenny Dalglish’in gelişiyle birlikte Meireles için yolun sonu görünmüştü.
Başarılı menajer, takımda İngiliz hegomanyasını ön plana çıkarıp, Portekizli’yi yedek kulübesine mahkum etti. Bu duruma daha fazla tahammül edemeyen Meireles, transfer döneminin bitmesine saatler kala kulüpten ayrılma isteğini açıklayarak Chelsea’nin yolunu tuttu.
Bu kez hedef bir başka önemli isim Essien’in boşluğunu doldurmaktı. Stamford Bridge’ye de kısa sürede adapte olan başarılı futbolcu takımın değişilmez isimleri arasına girdi. Vatandaşı Villas-Boas’ın yönettiği Chelsea, Meireles için bir garanti gibi gözükse de işler burada da beklediği gibi gitmedi. Önce Villas-Boas kovuldu, ardından göreve gelen Roberto Di Matteo sezonun geri kalan kısmında oyuncudan faydalanmayı tercih etti.Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun ardından başlayan yeni oluşumda yer edinemeyeceğini anlayan Meireles için bir kez daha veda vaktiydi.
Mascherano ve Essien gibi önemli futbol yıldızlarının yerini başarıyla doldurduktan sonra transfer döneminin son günü Fenerbahçe’ye imza attı. Yine önemli bir orta saha oyuncusu olan Emre Belözoğlu’nun yerini doldurmak için!
Büyük bir istikrar abidesi olan Meireles, Saraçoğlu Stadında çıktığı ilk maçta kendi kalesine attığı golle seyircilere “merhaba” dedi. Ancak Fenerbahçe’nin futboluna ve futbolcularına da oldukça olumlu katkı yaptı.
Fenerbahçe’ye geldiği günden beri eleştirilen Mehmet Topal yeniden Valencia günlerine döndü. Takımın orta sahadaki dizilişinden, pas dağılımına kadar tüm trafiğin daha kreatif bir yapıya dönüşebileceğinin sinyallerini verdi.
Vücudundaki boşlukları dövmelerle kapatan Meireles, Fenerbahçe’nin orta sahasını da futboluyla doldurabileceğini göstererek, Sarı Lacivertliler’e derin bir “oh” çektirdi.
Uzun zamandır Real Madrid’e karşı büyük üstünlük kuran Barcelona dün ilk kez her anlamda rakibinden oldukça geride kaldı.
Elbette bunu Tito Vilanova’nın yeni bir arayış içinde olmasına bağlayanlar olabilir ancak Real Madrid ilk kez rakibi şaşırttı ve doğru bir dizilimle sahaya çıktı.
Öncelikle Mourinho’nun maça Higuain ile başlaması en doğru karardı. Elbette formda bir Di Maria’nın da ne kadar etkili olabileceğini bu maçta da görmüş olduk.
Bu noktaya kadar doğru adımlar atan Mourinho, taktiksel dehasıyla da Barcelona’ya son vuruşu yapan isim oldu. Rakip takıma her zamanki gibi baskıyı önde kurdurdu ve oyuncuların da kazanma iştahıyla her şey Portekizli teknik adamın istediği gibi gitti. Bir de buna Adriano’nun ilk yarıda gördüğü kırmızı kart eklenince Real için maç o anda bitti diyebiliriz.
Messi’nin ilk yarının sonlarına doğru attığı o muhteşem frikik golünün ardından Bernabeu’da “acaba” soruları zihinlerde ufak pürüzler yaratsa da 10 kişi kalmış bir Barcelona’nın sürekli koşan ve defansın arkasına tehlikeli toplar yollayan Real karşısında şansı yoktu.
Nitekim, son düdükle birlikte kazanan Real Madrid olurken, psikolojik üstünlüğü ele geçiren Mourinho oldu. Yıllarca Guardiola hegomanyası altında zor zamanlar yaşayan Mourinho aldığı galibiyetin yanı sıra ilk kez bu kadar ezici bir futbolla Vilanova'ya büyük gözdağı vermiş oldu.
Aykut Kocaman ile birlikte Fenerbahçe-Galatasaray derbilerindeki psikolojik üstünlüğün Sarı Kırmızılılara geçtiğini göz önüne alacak olursak, Vilanova ile benzer sahnelerin yaşanması Nou Camp tribünlerinde homurdanmalara neden olabilir!..
Cumartesi günü Fenerbahçe evinde ağırladığı Gaziantepspor’u 3 golle geçerken sahadaki futboldan yaşanan ilginç olaylar konuşuldu.
Alex- Aykut Kocaman gerginliğine müdahil olan Aziz Yıldırım, ikinci yarının başında yaptığı anonsla dikkatleri çekerken, dünya futbol tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir olayın başkahramanı oldu.
Türkiye gibi özgür, kadın ve çocuklara önem veren bir ülkede kimseye hakaret edilmeden yapılan tezahürata bir başkanın anons yaparak yanıt vermesi şık olmadı. Kimse ne Aykut Kocaman’a ne de Fenerbahçe camiasına hakaret etmedi. Kaldı ki bu tezahüratı yapan da Fenerbahçe’yi 3 Temmuz’dan bu yana yalnız bırakmayan Fenerbahçe’nin kadın ve çocuklarından başkası değildi.
Bu konuyu bir kenara bırakacak olursak, dört büyüklerin bu haftaki maçlarına damgasını vuran milyon dolarlık ayaklar değil, eller oldu.
VARAN 1- Mehmet Topal (Fenerbahçe)
İlk elin sahibi Mehmet Topal oldu. Topal sağ kanattan Mehmet Topuz’un ortasına yükseldi ancak kafasıyla istediği vuruşu yapamayan başarılı futbolcunun top önce eline değdi ardından önüne düştü. Pozisyona devam eden Mehmet, Sarı Lacivertli takımın ilk golüne imza atmış oldu.
Ancak Mehmet Topal, elle attığı golün ardından özür dileyerek erdemli bir davranışa imza attı. Topal, “ Mehmet Topuz’un ortasında topa kafayla vurmak istedim. Ancak yükselirken gözlerim kapalıydı ve topun elime çarptığını hissetmedim. Daha sonra önümde kalan topa vurarak golü attım. Topu hissetseydim bunu mutlaka söylerdim. İstemeden oluşan bir pozisyondu, hatalıysam özür dilerim” dedi.
VARAN 2- Umut Bulut (Galatasaray)
Ya da kaleci Victor Valdes deseler?
İlk cevap hazır “bu takıma yakışmıyor”
İkincisi, “Barcelona’nın en zayıf halkası”…
Victor Valdes ne zaman hatalı bir gol yese, Katalan olduğu için Barcelona forması giydiği zannedilir.
Peki, başta Frank Rijkaard olmak üzere Josep Guardiola ve Tito Villanova gibi teknik adamların hepsi futbol cahili midir ki bu kalecinin yerine önemli isimleri transfer etmeyi düşünmemişlerdir.
Messi, Xavi ve Iniesta gibi yıldızları yetiştiren La Masia neden dünya çapında bir kaleci çıkaramıyor mu sorusundan çok, onun bu takım için neden özel olduğunu hiç irdeledik mi?
Valdes, topu oyuna sokma ve kanatlara oyunu yayma konusunda dünyanın en iyi kalecilerinden hatta en iyisi…
Barcelona “tiki taka” futbolunu en iyi ve kusursuz oynayan ekiplerden biri. Elbette bu sistem kaleciden en uçtaki forvet oyuncularına kadar zincirleme giden bir düzene sahip.
Ülkemizi Nevin Yanıt’ın temsil ettiği yarışta, Avustralyalı Sally Pearson geceye damgasını vurmuştu. Pearson 12,35’lik derecesiyle Olimpiyat rekorunu kırarken altın madalyanın da sahibi oldu. Pearson önce Pekin 2008'de gümüş ardından Daegu'daki Dünya Şampiyonası'nda ise altın kazanmıştı.
2011'de dünyada yılın atleti seçilen ilk Avustralyalı olan Pearson’ın önlenemez yükselişi Londra’da da devam etti.
***
Peki, Sally Pearson’ı bu kadar özel kılan ne?
***
Sydney 2000'de Cathy Freeman'ın 400 metredeki olimpiyat şampiyonluğundan bu yana Avustralya'ya pistte ilk altını getiren başarılı atleti; “temel hız, mükemmel esneklik, aşırı elastik kuvvet” gibi üç özelliği rakiplerinden ayırıyor ve onun fazlasıyla ön plana çıkmasını sağlıyor.
Yarış boyunca vücut şeklinin şeklini koruması da Pearson’un en büyük avantajı olarak görülüyor. İstanbul’da düzenlenen Dünya Salon şampiyonasında 60 metrede altın madalya kazanan 26 yaşındaki atlet dişi “Usain Bolt” olma yolunda emin adımlarla ilerliyor ve gerçekten geçilemez bir sprinter olduğunu gözler önüne seriyor.
Son iki yılda tek mağlubiyetini Temmuz ayındaki Londra Grand Prix’sinde ABD’li Kellie Wells’e geçilerek alan Pearson’ın şu sözü uzun yıllar hatırlanacağa benziyor.
Wimbledon’da yenildiği Roger Federer’i bu kez üstün bir oyunla yenen Murray, gözyaşlarını galibiyet sevinci için döktü. Güçlü rakibini 6–2, 6–1 ve 6-4’lük setlerle 3–0 yenen Murray, kaybeden adam lakabından da kurtulmayı başardı.
***
Gerçekten Andy Murray için farklı bir sayfa açmak gerekiyor. Tenis dünyasının efsane ismi Federer, toprak kortun bir numarası Nadal ve son yılların durdurulamaz oyuncusu Djokovic hemen her Grand Slam’de karşısına çıkan isimler. 2008 Amerika Açık, 2010 ve 2011 Avustralya Açık ve 2012 Wimbledon finali Murray için “kaybeden adam” imajının hiç bitmeyeceğini gösterir gibiydi. Ta ki 2012 Olimpiyat finaline kadar…
***
1994’te Mannheim’da doğan ve Bayburtlu bir ailenin çocuğu olan Hakan Çalhanoğlu orta sahada forma giyiyor. Karlsruhe’de gösterdiği performansla Türk takımlarının gündemine gelen ancak bir kez daha Almanlara kaptırdığımız bu genç yetenek artık Werder Bremen forması giyecek.
Mesut Özil gibi bir yetenekten sonra Mehmet Ekici’nin de milli takıma kadar yükselmesini sağlayan Bremen ekibi, bu kez Hakan’ı alarak yeni bir Mesut yaratmak için harekete geçti. Alman spor kamuoyu tarafından da “küçük Özil” olarak adlandırılan Hakan’ın Bundesliga’ya büyük renk katması bekleniyor.
Futbol zekâsı ve adrese teslim vuruşlarıyla büyük bir yetenek olduğunu ispatlayan 17 yaşındaki futbolcu, sağ ayağını adeta raket gibi kullanırken, frikik stiliyle de Cristiano Ronaldo’yu aratmıyor.
HERKES BU TÜRK FUTBOLCUYU İSTER - WEB TVBonservisi sadece 3 milyon Euro
Hakan gibi bir yetenek için 3 milyon Euro bonservis bedeli ödeyen Werder Bremen, genç futbolcuyla 2016 yılına kadar sözleşme imzaladı. Türkiye'den başta Trabzonspor olmak üzere Fenerbahçe, Beşiktaş ve Bursaspor ile de ismi anılan Hakan, futbol kariyerini düşünerek Almanya’yı tercih etti.
Futbolcu yetiştiremeyen kulüplerimiz gurbetçi yeteneklerimizi de birer birer Alman ekiplerine kaptırmaya devam ederken, Hakan “yeni Mesut Özil” hikâyelerimize malzeme olmaktan öteye geçememiş oldu.
Künyesi
Adı: Hakan Çalhanoğlu