Kanat Atkaya

Naçizane tavsiyeler

9 Mart 2013
Sizin için bir kitap, bir film ve birkaç albüm seçtim. Memnuniyetinizi müdüriyete, şikâyetlerinizi bana bildiriniz. Tatlı bir hafta sonu dilerim…

Seri katiller, hunharca işlenmiş cinayetler, katil hemşireler, yamyamlar, mafya tetikçileri… 1990’ların ortalarından itibaren yaklaşık 10 yıl boyunca bu konuda yazılmış kitaplara, internet aracılığıyla ulaştığım makalelere vakit harcadım. Ne bulduysam okudum. Ucuz, kötü, acele yazılmış çok satan kitapları da konunun gerçek uzmanları tarafından hazırlanmış akademik eserleri de. Bu tarz kitapları tam olarak nasıl, nerede bıraktığımı çok net hatırlıyorum. John E. Douglas’ın -ki kendisi ‘profiler’ kavramının mucitlerindendir- meşhur katillerle gerçekleştirdiği mülakatları okuyordum. Douglas, bu alanda en önemli isimlerden biri, bence birincisidir. Seri katil John Wayne Gacy ile yaptığı görüşmenin dökümünde bir yerde takıldım kaldım. O kadar korkunç cinayeti bütün detaylarıyla okurken hiç etkilenmemiştim ama çok basit bir cümleye takılmıştım. Cümleyi şu anda hatırlamıyorum ama işlediği cinayetleri tarif ederken kullandıklarının yanında “Bir bardak su rica edebilir miyim?” gibi kalacak türden, çok sıradan bir ifadeydi. “Yeter demem gereken nokta bu olmalı” dedim, kitabı kapadım ve kafamı bambaşka bir alana kanalize ettim; tuttum Osmanlıca öğrenmeye başladım. Yıllardır kitapçıların ‘true crime’ raflarını pas geçiyorum… Geçen hafta bu ‘boykota’ noktayı koydum. Kevin Button’un yazdığı ‘Olağan Psikopatlar’ (Orijinal adının Türkçe çevirisi Psikopatların Bilgeliği) adlı kitabı okumaya başladım. Kitap sadece gözü dönüş katiller şemsiyesi altında toplanan psikopatları incelemiyor. Oxford Üniversitesi’nin mümtaz bir mensubu olan Profesör Dutton, hayatın her alanında CEO, avukat, şoför, gazeteci vb olarak karşımıza çıkma ihtimali bulunan psikopat kişileri tanıma ve anlama rehberi hazırlamış. Katiller elbette var ama daha geniş, daha psikopat bir perspektiften bakıyor. Kitap Domingo’dan çıktı, 20 lira etiketi var.

BAZI GÜZEL, TAZE ALBÜMLER

Cebi, cepkeni bir Berlin plakçısına boşaltalı iki hafta oluyor. Eski ve sağlam albümlerin yanı sıra, güzel ve taze yani yepyeni albümlere de el attım. Radiohead’den Thom Yorke ve Flea’nin (Joey Waronker filan da var) yan projeleri olan Atoms For Peace’in albümü Amok, eve girdiğinden beri pikapta en çok dönen plak. Çok fazla ‘elektronik müzikperver’ biri değilim ancak albüm katman katman içine çekiyor. Yorke’un Eraser’ına benzeyen bu güzel albümü dinleyin isterim.
Nick Cave & The Bad Seeds’ın gitaristi Mick Harvey’in ayrılma haberini karalar bağlayarak karşılamıştım ve Harvey sonrasından pek umutlu değildim. ‘Push The Sky Away’, Nick Cave’in en gitarsız albümü. Ağır ağır dinleyeni harmanlayan, Cave diskografisinde kendisine mutena bir köşe açacağı garanti bir çalışma. En hasından, dimağda tatlı bir hasar bırakacak türden depresyon garanti.
Son takıntım Ty Segall. Gencecik bir adam, çok üretici. Bu açıdan biraz Beck ve Jack White arasında bir yere yerleştiririm. Dinlediğim her albümünü beğendim. Ancak 2012 model olan ve White Fence’le beraber kaydettiği ‘Hair’ şu sıralar tek favorim. 25 yaşındaki bu sağlam elemanı takip ediniz.

BİR DE ŞAHANE FİLM

Normal şartlar altında önce filmi seyredip sonra çok beğenirsem soundtrack’ini alırım. Kaldı ki soundtrack meraklılarından sayılmam. Ancak ‘Searching For Sugar Man’ için hadise tam aksi istikamette seyretti. 1970’lerin başında ticari açıdan başarısız fakat gayet sağlam iki albüm yapan ve sonra sırra kadem basan Sixto Rodriguez’in peşinde gezen belgesel film - Oscar da kazandı bu arada, malumunuz - Searching For Sugar Man. Seyrettiğim en şahane hikâyelerden biri. “Seyret, seyret” diye kafamın etini yiyen arkadaşlarıma selamı bir borç bilirim. Bu arada soundtrack’i de atlamayın.

Yazının Devamını Oku

Aman taksi şu vekiller pek aksi

5 Mart 2013
YOĞUN zap çalışmaları sırasında görüp takılmışlığım var “Meclis Taksi”ye.

TRT Haber’de yayınlanan bir program. Kamerayla donatılmış taksinin şoför koltuğuna bir milletvekili oturuyor ve hem direksiyon sallıyor hem de araca binen vatandaşlarla muhabbet ediyor.
Eğlenmekten yorgun düştüğümü söylersem yalanın kuyruklusu olur fakat kendi alanında farklı bir format, rahatça izleniyor, vekilin performansına göre seyirciyi bağlama ihtimali bulunuyor.
Şimdiye kadar trafikte arıza çıkarıp diğer şoförlere, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Vekilim ben, buna da vekil levyesi derler” diyenine rastlamadım (ki Ankara’da herkes ya ‘birisidir’ ya ‘birisinin bir şeyidir’ ya da ‘birisinin bir şeyini tanıyordur’, normal yani), haklarını yemeyeyim.
Gece tarifesi açanını, yol bilmeyeni Kızılay’dan alıp Yozgat üzerinden Çankaya’ya götürmeye kalkışanını, “Bozuk çıkmıyor” diye para üstüne yatanını da görmedim.
Güzel güzel taksileriyle hizmet veriyorlar, dert veya yorum dinliyorlar. İyi, güzel, tebrikler, başarılar, iyi günler vesaire...
Dünkü Cumhuriyet’in Parlamento Kulisi başlıklı sütununda “’Meclis Taksi’ Meclis Taksi’ye karşı!” başlıklı dedikoduyu okuyana kadar kafam gayet netti.
Ankara’dan eğlenceli –artık olabildiği kadar, malzeme ortada- kulis haberleri aktaran sütundaki haberi okuyunca, programın vekiller arasında çok popüler olduğunu öğrendim.

Yazının Devamını Oku

Öpüp başına koymalı

3 Mart 2013
GALATASARAY’ın zorlu Eskişehir deplasmanında çıkardığı 1 puan ‘Büyük’ veya ‘Süper’ değil kelimenin tam anlamıyla ‘Mega ikramiye’dir. Pek gol yemeyen ve ligin derli toplu ekiplerinden olan Eskişehirspor, maçın başından sonuna kadar sahanın tek hakimiydi.

Orta sahada herhangi bir hayat belirtisi gösteremeyen ve rakibinin ataklarında bütün klişeleşmiş defans zafiyetlerini gösteren sarı kırmızılılar, bu maça tutunabildiyse yatıp kalkıp kaleci Muslera’ya dua etmek gerekir.

İstemekle olmuyor

ENSESİNDEKİ iki takipçisinden biri veya duruma bağlı olarak ikisinin de puan kaybetme ihtimali olan bir haftada bu deplasmanda elde edeceği bir üç puan, Galatasaray’ı müthiş rahatlatabilirdi. Fakat istemekle olmuyor. Eskişehirspor’u Erkan gibi parlayan oyuncularının yanına yaklaşabilecek bireysel performansı belirttiğimiz gibi sadece Muslera gösterebildi.

Çerçeveyi bulamadılar

CEZALI olduğu dönemde futboldan epeyce uzaklaşan Melo’nun defansı toparlama kaygısıyla çabalayan Selçuk’un veya işlemeyen sistemde tamamen ‘Etkisiz elemana’ dönüşen Sneijder’in maça etki edemediğini gördük. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, Galatasaray epeyce uzun bir süreden sonra ilk kez çerçeveyi bulamadan bir maç tamamlamış oldu.

3 puan taşları oynatırdı

Maçı seyretmemiş olsam, bu 1 puana kayıp gözüyle bakabilirdim ama dedim ya; ortadaki oyun, alınan 1 puanı ancak kâr hanesine yazmaya yarar. Bu sezon deplasmanda nadiren yüzü gülen Galatasaray’ın zorlu Eskişehir’den 3 puanla çıkması ligin taşlarını epeyce oynatırdı. Bu fırsatı kaçırdı lider... Ancak aldığı 1 puanı da öpüp başına koymalı.

Yazının Devamını Oku

Kedi Şero’yu önemserim

3 Mart 2013
BAŞBAKAN Erdoğan, toplu açılış töreninde “Balıkesir sana söylüyorum, Türkiye sen dinle” dedi ve olaylar, olaylar, olaylar...

Önce “Vatandaş, sen ne dersen o olacak. Sen evet demedikçe bir adım atmam” diye giriş yaptı.
İlk dayağı elbette medya yedi.
“Batsın böyle gazetecilik” diyecek kadar ileri gittiği konuşmasında başta haberi patlatan Milliyet olmak üzere konuyu kaşıyan medyaya kafa göz demeden girdi.
Bütün “Bu medya bana karşı” klasiklerini harmanladı, operasyona alet olmakla suçladı, hain ilan etmesine ramak kaldı ki, etmedi de diyemem...
Erdoğan Oslo hadisesi benzeri bir operasyon düzenlendiğini düşünenlerden ve bu konuda yalnız değil.
Bir darbe girişimi, MİT’e yönelik bir hamle veya mesela Fethullah Gülen ve cemaatine göre “vesayet”in işiydi.
Zaman’da Hüseyin Gülerce ‘İyi saatte olsunlar’ diyerek (iyi sıhhatte olsunlar) tarif ettiği odakların süreci bulandırmaya çalıştığını, sürece desteklerinin “bağra taş basarak” desteklenmesi gerektiğini yazıyor, yine de lafı şöyle bağlıyordu: “Ama oyun oynamak isteyenler bilsinler ki, gözlerimiz üzerlerinde...”

Yazının Devamını Oku

Jimi’nin malı deniz

2 Mart 2013
Jimi Hendrix çok erken bir yaşta ölünce şarkıları ve albümleri üzerinde bir Jimi’nin malı deniz… süreci başladı. Öylesine berbat kayıtlar yayınlandı ki bu süreç cilt cilt kitap bile olabilir.

Yaklaşık bir ay önce (26 Ocak 2013, Cumartesi), ‘2013’te çıkacak albümler’i sıralarken laf Jimi Hendrix’e gelince şu notu düşmüştüm: “…Mart ayında ‘People, Hell & Angels’ adlı bir Hendrix albümü geliyor. Daha az bilinen şarkılarının hiç duyulmamış, farklı kayıtlarından derlenen bir albüm. Yani hiç yayınlanmamış şarkı beklemeyin; hiç duyulmamış hallerine hazırlık yapın.”
Albümle ilgili detaylar yayın tarihi yaklaştıkça netleşti, tartışmalar alevlendi. Ne tartışması?
Jimi Hendrix, adını ancak 1966’nın sonlarında Britanya’da duyurabilmiş, 1970’teki çoook erken ölümüne kadar efsaneye dönüşmüştü.
Yaşarken her biri klasik olan sadece üç stüdyo albümü, iki konser albümü (Biri Monterey Pop Festival albümüdür), iki adet de toplama albümü yayınlandı.
Monterey Pop Festival korsan kayıtları, içinde çalıp çalmadığı belli bile olmayan şarkılar, berbat ses kalitesine sahip konser albümleri, kafaya göre hazırlanmış ‘best of’ girişimleri uzun süre durdurulamadı.
Mirası üzerindeki yasal kavgalar ve bu süreç cilt cilt kitap olabilir.

BU NASIL GÖZ KULAK OLMAK?

Babası Al, yıllarca tek karar vericiydi. Jimi’nin kardeşi Leon’un mirastan reddini istedi ve başardı. Onun yerine Jimi Hendrix’in üvey kız kardeşi (Al Hendrix evlat edinmişti) Janie Hendrix’e devretti yetkileri.

Yazının Devamını Oku

Taşı bağlayıp köpeği salmak

28 Şubat 2013
KADINLARA yönelik şiddetin dramatik şekilde arttığı görüşüne karşı çıkmak isteyenlerin pek sevdiği bir argüman var: “Hayır efendim, sadece daha görünür, duyulur hale geldiğinden öyle zannediliyor.”

Dünkü gazetelerde “görünür hale gelenler” toplumsal bir cinneti işaret ediyordu. Sadece Hürriyet’in 3’üncü sayfasını okumak bile yeterli:
“Eşini elleriyle boğdu.”“Korksun diye bomba attım.”“Berdel baskını.”“Kayıp Fatma Teyze öldürülmüş.”“Sinem’in cesedi bulundu.”“DNA testi tecavüzcünün çocuğu dedi.”

“Beni hapse gönderin kocamdan kurtulayım.”

*

Bunlar sadece üzerinde “Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı” iletişim bilgilerinin de yayınlandığı Hürriyet’in 3’üncü sayfasına sığabilenler.

Kadına yönelik şiddet haberlerini “Cinayet çılgınlığı” manşeti altında toplayan Cumhuriyet’e baktığımızda Adana’da 60 yaşında bir kadının dövüldüğünü, iple boğulmak istendiğini nihayetinde boğazının camla kesildiğini okuyoruz.

Yazının Devamını Oku

Daha kaç paket gerek bana

26 Şubat 2013
GÖNÜL isterdi ki başlıktaki soruyu Teoman’ın güzel şarkısındaki vurguyla soralım.

Dördüncü paket yolda. Günlük siyasi manevralara yönelik, bir kısmı umut verici ama ekseriyeti palyatif çözümler getiren paketlerden daha da beklemek durumundayız.

Hükümet ne kadar takdir ederse o kadar, yavaş yavaş işte...

Hal böyleyken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), demokrasinin zirve ülkesi(!) Rusya’nın ardından en çok Türkiye ile uğraşıyor.

Halihazırda AİHM’nin önüne yığılı dosya sayısı Türkiye için 16 bin 900.

Yazının Devamını Oku

Vay, vay, vay!

26 Şubat 2013
GALATASARAY’ın kalesinde gördüğü, “kendin pişir kendin ye” tarzında gelişen golü açıklamak için aşağıdaki seçeneklerden birine sığınabilirsiniz:

a) Şanssızlığın daniskası.
b) Konsantrasyon eksikliği.
c) Manasız özgüven.
d) Basiret bağlanması.
e) Akıl-fikir tutulması.
Penaltıdaki şaşkınlığı da bir şekilde açıklamak, Hakan Balta’nın uzun süredir oynamamaktan dolayı reflekslerinin veya melekelerinin erozyona uğradığını düşünerek geçiştirmek mümkün olabilir!
İlk yarıdaki oyunla ilgili asıl açıklanamayacak durumlar başka. Mesela hantallığını açıklayamıyorum Galatasaray’ın; mesela kilit açamayışını açıklayamıyorum ilk yarıya bakınca.

* * *

Yazının Devamını Oku