İlk işim kendisi için aldığımız güvenlik önlemlerini anlatmak oldu. Tam lafa başladığım sırada önce boynundaki muskayı işaret etti, sonra cep telefonunu çıkararak Kuran dinletmeye başladı.
Niye böyle bir şok dalgası yaymaya ihtiyaç duyduğunu sorduğumda, muskayı Türkiye’den bir ahbabının El Kaide’ye karşı korunması için hediye ettiğini, Kuran aplikasyonunu da eğer El Kaide militanlarının eline düşerse onlara dinletmek için indirdiğini söyledi.
“Muska roketsavar özellikte bir malzemeden yapılmadıysa kolaylıklar dilerim beyaz adam” demekle yetindim.
Şibam kenti ufukta belirdiğinde, “Aaa, burası Positano” deyince, “Gat mı çiğnedik beyaz adam, kafamız mı güzel?” diye karşılık verdim. “Gat ne? Hemen isterim” dedi. “Daha sonra beyaz adam, Yemen sana hazır değil, kafası güzel haline hiç değil” diyerek savuşturdum...
İKİNCİ GÜN: Beyaz adam önemli biri olmalı. Turizm Genel Müdürü bizzat gelerek başını Yemen usulü bağladı. İki dakika sonra kepini taktı, yine bağladık. Bu bir süre böyle devam edince, “Bırak dağınık kalsın beyaz adam” dedik, muskasını sallayarak karşılık verdi.
Terim’deki din okuluna geldiğimizde “Tedirginim” dedi. Oysa asıl tedirgin olan bizlerdik. Sürekli, “İnsansız hava uçakları bizi vurabilir di mi? Hiç Game of Thrones seyrettiniz mi? Size Pink Floyd çalayım mı? Hurma ne demek? Gat bulacağız di mi? Ben 68’liyim biliyor musun? Niye kedi köpek yok?” gibi sorular yönelten beyaz adam yüzünden güvenlik elemanlarına bile bir güvensizlik havası hâkim olmaya başladı.
Bol pas yaptı, oyunu rakibin sahasına yığdı, ancak kapanan rakibin direncini kırmak için gereken büyülü, gard düşürücü hareketi yapamadı, yakaladığı nadir pozisyonlarda da golcü Burak Yılmaz’ın düşük performansına takıldı.
Real Madrid maçının fiziksel ve zihinsel mahmurluğunu güçlü bir şekilde hisseden liderin belki de tek avantajı, rakibinin de epeyce etkisiz olmasıydı.
Esnemeler eşliğinde tamamlandı ilk yarı. Maçın ikinci yarısında kadrosunda ve oyun planında değişiklik yapmadı sarı kırmızılılar.
Ancak daha kararlı ve galibiyete daha odaklı bir başlangıç yaptı. Rakibin dengesini bozduğu ilk anda da Drogba ve Sneijder ortak yapımı bir gol üretti.
Sneijder akışı değiştirdi
Sneijder’ın “Burak’ın bugün atacağı yok, canı sağolsun” dercesine yaptığı gol vuruşu da oyunun akışını etkilemedi. Galatasaray ataklarını “seyreltti”, oyunu mümkün mertebe soğuttu ve amiyane tabirle “0-1’in üstüne yattı.”
Maçın kalan kısmında Karadeniz ekibi beraberlik için kendini zorlasa da, skor üretecek kararlılığı ve baskıyı sergileyemedi. Özetle rölanti oynayarak çok önemli bir maç kazandı lider.
Bir akşamüstü Tatar İlhan’la Beyazıt’tan aşağı vurmuştuk kendimizi; hedef Köprüaltı’ydı.
İtilmişlik hissimize ilaç arıyorduk. Solcuyduk, uzun saçlıydık, bazı kızlara anlatacak hikâyeler arıyorduk herhalde, ne bileyim be abi?
Köprüaltı’nda Melike Demirağ, Zülfü Livaneli, Çağdaş Türkü çalan birahaneler vardı ki; itirazımız yoktu onlara aslında. Ama canımız Aylak Adam’ın piyano çalan bir radyo istasyonu istemesi gibi Led Zeppelin çalacak bir kuytu çekiyordu.
Tatar İlhan’ın boynuna astığı ve üstünde “Damn Yankees!” yazan ABD ordusu çıkması çantasında bir adet Led Zeppelin “Dördüncü albüm” kasedi vardı, ona güveniyorduk.
Güneş Süleymaniye’yi sıyırıp Haliç’e gömülürken, bira fıçıları üstüne sini yerleştirince “piknik” diye anılan masalardan birine oturduk.
Yanımıza zayıf, incecik bir adam geldi; “Merhaba gençler” dedi. Herkesin “Merhaba”sını kendimizce tarttığımız yaşlardaydık, gözlerindeki samimiyeti sevdik, onayladık acemi insan sarraflığımızla ve “Merhaba usta” dedik.
Tatar İlhan çantasına davrandı “Çalabilir miyiz?” diyerek kasedi uzattı.
Bir dalgınlık, bir dikkatsizlik anının faturası sol ayağımın tarak kemiğinde iki çatlak olarak çıkıverdi. Doktor sıkı sıkı tembihledi: “3-4 hafta sürecek, zorlamayacaksın. Mümkün mertebe üstüne basmayacaksın... Duracaksın...”
Doktoru dinlerken, yıllardır “N’apıyorsun?” sorusuna “Duruyorum” cevabını veren bir tembel teneke olarak “İyiymiş tedavi” dedim içimden.
Elbette normal “duruyorum” halinden farklıydı vaziyet. Mesela ilk günler ağrı konusunda yeni bir sınav verdim, tavsiyem tarak kemiğinizi çatlatmamanızdır.
Mutfağa gitmeyi bile lojistik açıdan ölçüp biçmek, haniyse bir safariye çıkar gibi hazırlanmak gereken günler geçti neticede. Artık daha az acı, daha çok dikkat günlerindeyim.
İşte bu günlerden birinde arkadaşım Kerem (Kırçuval) elinde dergilerin yeni sayılarıyla çıktı geldi. Dergi yığınının içinde karşılaştığım eski bir dost, bu hareketsizlik günlerimde hem yakın geçmişime hem de dünyaya uzun bir yolculuğa çıkmamı sağlamış oldu.
TÜRKİYE’DE 20 YILI DEVİREN BİR DERGİ
Atlas 20’nci yılını harikulade bir koleksiyon sayısıyla kutlama yoluna gitmiş ki; yakışır.
Margaret Thatcher’ın ölüm haberini aldığımda, geçen hafta ufak bir kaza neticesinde iki yerden çatlatmayı başardığım sol ayağımı sürüyerek pikaba doğru yöneldim.
Britanya’nın medar-ı iftiharı Morissey’in “Viva Hate” plağını pikaba yerleştirdim ve albümün harikulade kapanış şarkısı “Margaret on the Guillotine/Margaret
Giyotinde”yi dinlemeye başladım: “İyi kalpli insanların harika bir hayali var/Margaret giyotinde/Ne zaman öleceksin?”
Çok acımasız gelebilir. Morrissey’in bu şarkısı, Thatcher dönemi sona doğru ilerlerken, 1988’de yayınlanmıştı. Thatcher’ın ölüm haberinin ardından Britanya’da en çok çalınan birkaç şarkıdan biri olduğunu haberlerden takip ettim günün ilerleyen saatlerinde.
Kötü başlayan grup maçlarının sonunda ipi görkemli bir şekilde göğüslemesi, harikuladeye yakın deplasman karnesi, özellikle Manchester United ve Schalke 04 zaferleri için ayrı bir tebrik sayfası açabiliriz sonra.
Galatasaray’ın yıllar sonra döndüğü futbolun zirve organizasyonunda en büyük 8 takım arasında boy göstermesi de tebrik gerektirir; neticede ‘bahar aylarına’ kadar sürdürdü koşusunu.
Burak’ın 8 gollük performansına da unutmadan selam çakalım ve dün geceye dönelim.
YENEREK ELENELİM
Ronaldo’nun skoru 0-2’ye getirebileceği dakikadan sonra görkemli bir destan için start verdi sahadaki 11 Aslan. Eboue’nin beraberlik golü hem saha içinin hem tribünlerin fitilini yaktı.
Sabri’nin pasında ikinci golü bulan Sneijder (ilk golün de hazırlayıcısı olduğunu unutmayalım) “Elensek de yenerek elenelim Real Madrid’e” diyenlerin yüzünü güldürdü.
Ve sonra Drogba’nın büyülü dokunuşu geldi.
Şampiyonlar Ligi’nde yaşanan kalp ve hayal kırıklığına kendince ilaç olabilecek türden, ‘Avrupa dönüşü riski’ gibi handikaplar içerse de rahat geçileceği öngörülen engellerdendi Mersin İdmanyurdu karşılaşması.
Tipik ‘Çalışmadığı yerden gelerek” başladı maç sarı kırmızılılar için. Erken gelen gol, yüksek gerilimi de tetikledi bir bakıma.
Kontrol kayıp
DAĞINIK oynayan Galatasaray, hakemin bence gayet yerinde kararıyla 10 kişi kaldıktan sonra saha kenarı kontrolünü kademeli olarak kaybetti. Fatih Terim-Hasan Şaş-Ümit Davala Üçlüsü’nün kendi açılarından haklı da olsa çektikleri isyan bayrağı lideri ligin kalan kısmında zorda bıracaktır; “Değer mi?” diye sormak da şarttır.
Maçın kalan kısmında, malumunuz, Ordu maçına paralel gelişti yine senaryo...
Tek olumlu nokta...
Hocaları tribüne yollanan takım, bu vaziyetten ürettiği enerjiyle oyunu rakip sahaya yıktı, ilk 45 dakikada yapamadığı her numarayı sergiledi ve maçı kazandı. Drogba’nın inadı sahada futbol adına, sevdiğimiz oyun adına belki de tek olumlu manzaraydı ikinci devre.
Aslan’a yakışmıyor