Kanat Atkaya

İsyan günlerinde rock

8 Haziran 2013
Her direnişin şahane şarkıları vardır. Gezi protestolarından 1960’lı yıllarda ABD’de başlayan ve dünyaya yayılan harekete en vurucu parçalar neler, hatırlayalım.

Elbette sadece rock diyerek kısıtlama getirmemek gerekiyor. 1960’larda ABD’deki sivil haklar hareketinde folk müziğin etkisi ve katkısını, pop, punk, rap, blues, caz, soul vb hemen her müzik türünden çıkma şahane şarkıları vardır isyan ve direnişlerin.
Taksim Gezi Parkı’ndan başlayan ve İstanbul’dan tüm ülkeye yayılan, dünyanın dört bir yanından ve ‘meşhurlardan’ destek alan Gezi direnişi için bir şarkı listesi çıkartmak istedim.
Yüzlerce, belki binlerce şarkı arasından ‘adil’ bir seçim yapmak güç iş. Hele bir de canınız bir an önce yazıyı toparlayıp ‘çapuling’ yapmak istiyorsa.
İlk sıraya, dinledikçe hep bu günleri hatırlayacağımız, direnişin 1 numaralı şarkısını koymak gerekir: Duman’dan ‘Eyvallah.’Yola ilk çıktıkları günden itibaren yakından takip ettiğim Duman’ı (üstte) neden bu kadar çok sevdiğimi bir daha anlamış oldum: Eyvallah…
Sonra hemen Twitter’da bir arkadaşımın paylaştığı bir ‘cover’ çalışmasını koymak durumundayım. LMFAO’nun ‘Party Rock Anthem’ını -ki ‘Everyday I’m Shufflin’ diye de bilinir- YouTube’da ‘Everyday I’m Çapuling’e dönüştürmüşler. İzlemeyen pişman…
Gezi’den bağımsız olarak (sanki mümkünmüş gibi), müzik ve direniş tarihinin ortak güzelliklerine girelim. Belli bir sıralama gözetmeden yapalım bu işi de…
Rage Against The Machine, bu hususta hangi şarkısına el atsanız olacak, hatta çok şahane olacak ekiplerden. ‘Settle For Nothing’i tek geçerim, orada durmam bir de ‘No Shelter!’ eklerim.

Yazının Devamını Oku

Gezi fidanını ezmesen be birader

6 Haziran 2013
O park, yani -yeşiline kurban- Taksim Gezi Parkı...

Ezber kuyularına devrilenlerin...
Demokrasi kaplamaları hemencecik dökülenlerin...
Küflü siyasi bagajları çok kıymet verdikleri çer ve çöple dolu olanların...
Güdük adımlarla yerlerinde saydıkları yoldan çıkmaktan feci şekilde korkanların...
Bu alandan yapılan hoşgörü, barış, özgürlük, birlikte yaşama, başkaldırı temalı şahane yayını uydudan alanların...
Siyaseti sadece –simgesel olarak- Ankara’da yapılan bir meslek veya bir kimlik kartı olarak kucaklayanların anlamakta güçlük çekebilecekleri bir alan.

Yazının Devamını Oku

Marjinal değil orijinal

4 Haziran 2013
Anlaşılmayan nedir, ben de onu anlamıyorum işte.

Gezi Parkı’ndan yayılan protesto dalgası başladıktan sonra Başbakan Erdoğan yaptığı ilk konuşmada “Muhatabım kim?” diye sormuştu.
Bir muhatap listesi çıkarmak hâlâ mümkün: Dikte eden, kendi doğrusundan başkasını kabul etmeyen, her itiraz kaynağını “Bana yanlış yapan vesayet artığıdır, darbe âşığıdır vb” şeklinde algılayan ve öyle muamele eden dil ve tavrına itiraz biriktirenlerdir muhatap.
Bir lideri olmayan, bir parti, bir siyaset veya örgüt lideri değildir muhatap.
O eylemleri biraz “Bunlar kim?” diye gözlemleyen herkesin fark edebileceği üzere “lider, örgüt bayrağı, parti çatısı” istemeyen hatta bu yapıdan yaka silkmiş olanlardır muhatap.

Kitleden nemalanmaya çalışan parti ve örgütlere itibar etmeyen, hatta arasında o kimlikleriyle görmek istemeyenlerdir muhatap.
“Size bir köprü uygun gördüm, adını da Feriha değil, Yavuz koydum” dediğinde kırılanlardır muhatap.

Yazının Devamını Oku

Ağaç da ağaçmış ha

28 Mayıs 2013
O güzel köyde, denizin yanı başına serpiştirilmiş gibi duran evlerden birinde, bahçenin köşesinde bekliyor.

Yapraklarının müziği, sessizlikte gölgesine sığınan şehirli gergin insanın üstüne süzülerek inen ve “dayanabileceğinin üstünde huzur veren” bir ses örtüsüdür.

*

İlk tanışmamız, atmosferik bir hadiseye verilebilecek en güzel ada sahip olan “kırkikindi yağmurları”ndan birine denk geliyor.
Sık yaprakları yağmuru tutabildiği kadar tutarken hayattan yediğimiz çalımları, kayarak yaptığı müdahaleleri filan konuşmuştuk bilge ve bezgin bir dostla.
“Perişan” adını verdiğimiz, terk edilmiş ve öksüz yelkeni rüzgârlara pırtıl pırtıl yenik düşmüş tekne ve bir paspası düşman bellemiş “sarsak popolu köpek arkadaşım Punto” dışında kıpırdayan yoktu.
“Hayatın dertleri zehir, Müzeyyen Senar panzehir” diyerek altına bir masa kurma kararını o kırkikindi yağmuru aldırmıştı bize.

*

Haddimiz değildir demeden o masaya da isim koyduk:

Yazının Devamını Oku

Alkol yasağının 1 (bir) faydası

26 Mayıs 2013
ESKİ komşumun “düzgün” bir insan olmadığı belliydi. Hem tiyatrocu hem rock’çıydı hayırsız!

Alt katıma taşınalı bir hafta olmuş olmamıştı. Eve döndüğüm, ceketi çıkarmadan müzik setine yöneldiğim anda kapı çaldı.
Açtım, tanımadığım bir tip, kucağında tuttuğu viski şişesini “pişpişler gibi” sallayarak “Çocuk uyandı da... Ben yeni komşu” diyor.
Hemen buyur ettim, sohbet, muhabbet, kimsin, necisin derken 10 yılı aşan ve halen süren arkadaşlığımız başlamış oldu.

*

Sonraki evlerimde böyle komşuluk fırsatlarım olmadı açıkçası. Başbakan’ın “Milli içkimiz ayrandır” şeklindeki “talimat/demeç” karışımı sözleriyle yelkenini dolduran düzenleme, Meclis’te bekleyen Petrol Yasası’nı filan sollayarak bayilerin içki satışına yasak getirilen saatlerde çalışmak suretiyle hızla geçiverince “Faydası da olabilir yahu!” diye düşündüm.
Ne gibi? Mesela komşuluk ilişkilerini geliştirmek gibi... Diyelim saat 22.01. Müslüm Baba dürtmüş, “Kalk gidek meyhanaya çayhanaya/ Baba gönlüm eğlensin/ Yarın hakkın divanında doğru söylensin” diye okumaya başlamış.

*

Seri hareketlerle buzdolabı mevkiine varıyoruz, kapıyı açıyoruz manzara kurak ve sıkıcı! Olası tek alkollü içecek kış aylarında alınıp dolabın derinliklerinde unutularak fermantasyonun dibine vurmuş bir şişe boza ki; her şey bir yana leblebi yok evde!

Yazının Devamını Oku

Bırak dağınık kalsın mekân

25 Mayıs 2013
Müdavimi olduğum bir mekân mı var? Mönüsü, servis elemanları, dekoru değişsin istemem; değişirse bozulurum, hatta çocuk gibi küserim ve bazen de gitmeyi keserim.

Kendimi ‘muhafazakâr’ olarak tanımlayabileceğim en net alan, gittiğim mekânlarla ilgilidir herhalde. Sevdiğim, ayağımın alıştığı restorana, bara, meyhaneye, çay bahçesine fanatizm seviyesinde bağlanırım.
Mönüsü, servis elemanları, dekoru -ki dekor sevmem, sade ve temiz iyidir- değişsin istemem; değişirse bozulurum, hatta çocuk gibi küserim ve bazen de gitmeyi keserim.
Müdavimi olduğum adresler semtlere göre kategorik olarak kafamda sıralıdır. Manyak gibi algılanmayı da göze alarak belirtmek isterim ki; sırayla yapacağım şeyler bile bellidir.
Mesela Kadıköy’e mi geçiyorum. Sahaflara gitmeden önce Adapazarı Islama Köftecisi ilk durak. Sahaf seferi sonrasında Moda’nın içlerine kadar ilerlediysem üşenmem, Burun’a yürürüm, Koço’da rakılanırım. Yok, Çarşı civarında kaldıysam öğrencilik yıllarından kalma alışkanlıkla Fasıl’a kurulurum soğuk bir bira için. Vapur öncesi de mutlaka Baylan’da Kup Griye. 100 Kadıköy seferimin 90’ı muhakkak böyle seyreder.

ŞU BİZİM BEYOĞLU

Beyoğlu’yla mazimiz epeyce eskidi sayılır. Sevdiğim pek çok dükkân kapandı. 1990’ların önemli bir bölümünü yaşadığımız Kaktüs gitti mesela ki Kaktüs örneğine sonra döneceğim. Hacı Salih gitti (Gezi’de mönü çıkarıyor. Gezi de alışkanlıklarım arasındadır ama eski yerin tadı olmuyor) falan filan.
Neyse ki İmroz yerli yerinde, Pasaj’daki Kime Ne (Tam adı Biz Bize Diz Dize Kime Ne’dir ve çok severim), devam ediyor. Kime Ne’de kapının önündeki iki kişilik masaya kalpten bağlıyımdır, kışın kakırdasam da orada oturmak isterim. Rahmetli babamın Krepen’de gittiği, beni de yanında götürdüğü Neşe yıllarından beri tanırım Kime Ne’nin işletmecisi Osman Bey’i. Zaten Neşe’yi işletmiş olan Bayram Bey’in (Bayram Amca) Seviç’i de hemen karşıdadır.

Yazının Devamını Oku

Af buyurun biraz hakaret edeceğim

23 Mayıs 2013
BAKIMINDAN ve eğitiminden sorumlu olduğu köpeklere acımasızca vuruyor vicdansız herif.

Bir yandan da “performansını” yorumluyor geri zekâlı: “Canları da yanmıyor haa! Elim acıyor gıkını çıkarmıyor, görüyon de mi? Elim acıyor yemin ederim. Böyle bildiğin çakıyom tokadı, sana vursam ah uh dersin, bağırırsın. Ama bu hiç, nasıl bir can var?”

*

Antalya Duacı Köyü’ndeki merkeze eğitim amacıyla bırakılan köpekleri tekme-tokat, üstüne bir de demirle döven iğrenç yaratığın haberini DHA’dan arkadaşımız Mehmet Çınar sayesinde öğrendim.
Haberin videosunu tamamlamak mümkün olmadı. Çaresizce köşeye sıkışmış ağzı var dili yok o tatlı köpeklerin bu ruhsuz paçavra vurdukça çıkardıkları inleme sesine dayanamadım.
İyi bir insan olmak için kendince mücadele eden, şiddete ve hakarete karşı istisna oluşturmaksızın karşı çıkmaya “çalışan” biri olduğumu varsayıyorum. Ama af buyurun bu hödüğe biraz hakaret edeceğim.

*
 

Yazının Devamını Oku

Bari Mete kurtulsun

21 Mayıs 2013
İNSAN Hakları Derneği, 7 Mayıs’ta 10 yıldır tutuklu olan İrfan Eskibağ’ın ölümü üzerine bir açıklama yaptı. Şu anda cezaevlerinde ciddi hastalıklarla boğuşan 411 mahkûm var. 230’u ağır durumda, 108’inin acil tedaviye ihtiyacı var.
Kamuoyuna ve yetkililere “Daha ne kadar sessiz kalacaksınız?” diye seslenerek biten açıklama metni şu soruyu da soruyordu: “İrfan Eskibağ öldü, şimdi sırada kim var?”
İrfan Eskibağ’a önce sarılık teşhisi konmuş, hastalığının pankreas kanserine kısa sürede evrilmesi ve cezaevi şartlarında hayatta kalamayacağı raporlarla kanıtlansa da, mahkeme heyetine mahkûmu tahliye ettirecek “uygun rapor” bulunamamış ve 41 yaşında hayata veda etmişti.
Postadan çıkan iki mektup, “Şimdi sırada kim var?” sorusuyla ilgili olabilir. Cezaevinden gelen mektuplar hemen kendini belli ediyor.
“Görülmüştür” damgası, kâğıdı ekonomik kullanmak amacıyla küçük ama okunaklı bir yazı...
Bu kez iki mektup da Kandıra’daki 1 Numaralı F Tipi’nden çıkmış yola, iki mektup da 26 yaşındaki Mete Diş’le ilgili.
Mete Diş, çok vahim bir şekilde “Hayata Dönüş” olarak adlandırılan operasyonu 10’uncu yılında protesto eden gruptaydı.
Kasım 2010’daki tutuklamanın ardından cezaevine yollanan Mete Diş, bu yılın şubat ayında dayanılması güç ağrı nedeniyle hastaneye sevk edildi.
Testis kanseri teşhis edildi ve tedavisine başlandı. Ancak bu süreçte tek kişilik hücreye alınan Diş’in kemoterapi sonrasında yaşadığı güçlükler baş gösterdi.
Günde bir saat havalandırma izni olan, cezaevi şartlarında tedavisine uygun beslenme ve bakım şartları bulunmayan Mete Diş’in hayatı enfeksiyona da açık olması sebebiyle cehenneme döndü.
Cezaevinden yazan arkadaşları enfeksiyon yüzünden yaşadığı zorlukları “Bir günde 3 kez hastaneye taşındığı oldu” diye özetliyor.
Bu arada mahkemeye de çıkıyor Mete Diş. “Cezaevi şartlarında bakımı sağlanamaz, ölür” diyor özetle raporlar, fakat mahkeme Adli Tıp’a sorulmasını istiyor.
Yine mektuptaki ifadeyle “3 dakika muayene ediliyor” Mete Diş. Adli Tıp raporu ise aynı hızda değil. Yaklaşık 2 ay sonra gelen raporda şöyle görüş belirtiliyor:
“Mete Diş’in tutukluluğunun devamı sağlığı açısından uygun değil ve iyileşme sürecini olumsuz etkiler. Kemoterapiye bağlı yaşanacak rahatsızlıklar karşısında, tutuklu bulunması sağlık hizmetlerinde gecikmeye sebebiyet vereceğinden ölümüne neden olabilir”.
Mete Diş’in bir dahaki duruşması 6 Haziran’da. Ancak bu raporun kabul edilmesi durumunda duruşma safhasından önce de tahliyesi mümkün. Kaldı ki 2.5 yıldır cezaevinde ve hüküm giyse bile yattığı süre cezasını karşılayacak!
Ailesinin son veda isteği bile mevzuata takılan Muhsin Barut’u, göz göre göre ölen İrfan Eskibağ’ı ve benzeri nice örneği görmeyen gözler Mete Diş’i ve benzeri durumdaki hasta mahkûmları görsün, bakarkör olmasın...
“Hayatın dertleri zehir, salı nutukları panzehir”, “Atılımım var deryaya karşı”, “Gündem kaydırma bahane, politika şahane” filan falan, hepsini anladık, tamam. Ama insanlar süründürülerek ölüyor, zulümdür.
Yazının Devamını Oku