Çarşamba günü hayat normal (anormal?) akışında devam ederken Twitter ahalisi birden coştu: “FB-GS 11’inci hafta, BJK-GS 5’inci hafta...”Fikstür çekilmiş meğer; hakikaten bir de futbol vardı değil mi?..
“Memleketimizde yazlar kurak ve sıcak geçer; çünkü futbol yoktur” demişti Topesto biraderimiz bir vakitler.
Lig tamamlandıktan sonra içimizde oluşan boşluğu veciz bir şekilde ifade ettiğini düşündüğümüzden takdirlerimizi sunmuştuk kendisine.
Bu sene hadiseler farklı gelişti. Malum, mayıs sonunda Gezi Parkı oturdu hayatımızın merkezine ve diğer her şey gibi futbol da uzayın derinliklerine ışınlandı.
Evin resmi Karadeniz pidesi tedarikçisi konumundaki fırının servis elemanı olan futbol hastası (bkz. futbol hastalığına yakalanmış kişi!) bir kardeş var.
Ne zaman sipariş versem, para-pide değiş tokuşu yaparken muhakkak lafı futbola getirir.İyi bir Galatasaraylı olduğu için takımın dizilişinden kadro seçimine görüşlerini, değerlendirmelerini sunar. Fatih Terim üzerinde bir etkim olduğunu, bana sormadan tahtaya kadro yazmadığını düşünüyor olsa gerek “Kanat Abi sana söylüyorum, İmparator sen anla” tavrıyla konuşur.
TRANSFERDEN HABER VER
Asıl muhabbetimiz sezon tamamlandıktan sonra başlar. Her gelişinde
Alışmaktan, kanıksamaktan korkarak seyrediyorum bazen; bazen de utanarak, içimde biriken acıya, öfkeye, isyan hissine dayanamayıp kaçıyorum.
Gözüm görüntüyü kaydeden kameranın tarihine/saatine takılıyor: “03/06/2013–00:16:05...”
Katı gerçeği aşamayacağını bilsem de kurtulabilmesi için planlar yapıyorum saçma sapan:
“Karşısına çıkan kötü adamdan bir sıyrılabilse, itip yere düşürebilse, daha hızlı koşabilse...”
*
Ali İsmail Korkmaz’ı döverek öldüren vicdansızların sopaları inip kalkmaya başladığında çoğu kez gözlerimi kapatıyorum.
“Kim bilir annesi, babası, kardeşi nasıl dayanıyor. Göstermesin artık televizyonlar” diyorum sonra kendime itiraz ediyorum:
“Kulağa yakın olacaksın!”Ne kulağı, kimin kulağı anlatacağım elbette ama önce rehberlerime bir saygı duruşunda bulunayım.
Polonyalı olan, 2007’de 74 yaşında ölen dünyaca ünlü gazeteci-yazar Ryszard Kapuscinski, Etiyopyalı olan da adını “M” olarak saklayan haber kaynağı idi.
1974’te Sovyetler Birliği destekli bir darbeyle 44 yıllık tahtını kaybeden Etiyopya’nın “son imparatoru” Hayle Selasiye (Haile Selassie) devrildikten sonra Afrika’ya gitmişti Polonyalı gazeteci.
Etiyopya röportajları “İmparator: Bir Otokratın Düşüşü” adlı bir kitap olarak yayınlanmış, ödüller kazanmış, çok da tartışılmıştı.
İbretlik bir kitaptır.
Kendini ruhani bir şahsiyet olarak gören, 10 dolardan fazla tüm harcamalar için bizzat onay veren, çiçekten böceğe, eğitimden dış ilişkilere her konuda en iyiyi bilen ve tartışmaya elbette gerek görmeyen Selassie’ye yakın isimlerle yapılan röportajlardan oluşur...
Tamamen Etiyopya’yı anlatır ama farklı bir ölçekte hayat dersleriyle doludur; “M”nin kulak hikâyesi gibi...
Söze şöyle başladı istatistik insanı, güzel şahsiyet: “44 yıl ve 1 gün önce bu konser bedavaydı ve 200 bin kişi gelmişti…” Ve devam etti: “Brian Jones’un ölümünden iki gün sonraydı. Mick Taylor ilk kez The Rolling Stones’la sahnedeydi.”İstatistik insanı, güzel şahsiyete yeniden bağlanacağız; önce nerede olduğumu, ne aradığımı açıklayayım. The Rolling Stones, geçen hafta bugün, yani 6 Temmuz’da 44 yıl aradan sonra Londra’da Hyde Park’ta sahnedeydi.44 yıl önceki konserin performans açısından berbat olduğunu yazmış o dönemin eleştirmenleri, grup da bunu kabul ediyor. Keith Richards’ın “S..tık o gece!” dediği biliniyor mesela...
Fakat yine de grubun tarihinde kilometre taşı sayılan konserlerden biridir. Niye peki? Öncelikle Jones’un ölümünden iki gün sonra, topluluk o kadar olmasa da hayranları henüz şoktayken yapılmıştır bu konser.
Bedavadır, 200 bin kişi toplanır Hyde Park’a. Stones’dan önce King Crimson, Third Ear Band, Screw, Battered Ornaments çıkar sahneye. ‘I’m Yours and I’m Hers’ ile başlayıp ‘Sympathy For The Devil’ ile biten 14 şarkılık bir set çalarlar.
KELEBEKLER NİYE ÖLMÜŞTÜ?
Konserle ilgili notlar arasında Mick Jagger’ın kıyafetleri, neredeyse bir ormanı andıran bol yeşillikli sahne dekoru, Jagger’ın elindeki kutudan ortama kelebek saçma girişimi ve ne yazık ki kelebeklerin çoğunun ölmüş olması vesaire vardır.
İşte bu konserden 44 yıl sonra, 50’nci yılları şerefine turnedeki The Rolling Stones, Hyde Park’a döndü. Bu kez bedava değildi. Ortalama bilet 300 TL civarıydı ve 65 bin kişi parkı tıka basa doldurmuştu.
Önce The Vaccines çıktı, 44 yıl önceye göz kırpacak şekilde yeşillendirilmiş sahneye.
Koca Vali seninle bizzat niye uğraşsın diyeceksiniz, haklısınız, ben de aynı soruya cevap arıyorum zaten.
Fakat yaşadıklarım da ortada.
Filmi başa saralım.
*
2 sene önce, Eminönü yolcusuyum; kebapçı Hamdi’de arkadaşlarımla buluşacağım.
Bindiğim taksinin şoförü, kendisini “yolların kralıyım” kategorisinde değerlendiren, katır tırnağı içinde yazıyorum “uyanık” bir arkadaş.
Vız vuz akıyoruz trafikte ki, trafiğin ferahladığı saatlerdeyiz, hiç gerek yok bunca makasa, vrın vrom yapmaya.
Bir salı akşamüstü gaza boğulduğumuz o güzel çınar ağacının dibine kuruldum...
“Şurası kaskı düşürdüğümüz yer/ Şurası kol kola çadır üstünden uçtuğumuz yer/ Şurası ‘Çapulcu musun vay vay!’ın ilk performansını seyrettiğimiz yer...” şeklinde aval aval çevremi seyrediyorum.
Dün sabah parkın açılacağını duyunca soluğu meydan tarafındaki merdivenlerde, polis barikatının önünde alanlardandım.
Başlangıçta 30 kişi filandık, Vali “halkın parka girmesine izin verme törenini” tamamlayıp gittiğinde 200’ü bulmuştuk herhalde.
Vali Mutlu’nun teftişini, basın toplantısını vesaire beklerken 2 saat güneşin altında durduğumuz ve bir ara “Yeni mücadele yöntemi bu olmalı, kesin eriyerek dağılmamızı bekliyorlar” diyecek noktaya geldiğimiz için hafiften sersemiz...
Parkımızın sadece polise hizmet verdiği geçen haftalarda üşenmeden her gün gelip polise orantısız sempati uygulayan Ayşe yine görev başında.
Barikata yaklaşıp “Park ne zaman açılacak? Çayır, çimen, çiçek, ağaç mı dikiyorlar, çok severim, bir baksam? Park ne zaman açılacak? TOMA’lar kaç yapıyor? Park ne zaman açılacak? Vali gelince mi, gidince mi? Park ne zaman açılacak?” şeklinde sonsuzluğa doğru uzayıp giden sorularından bir demet daha sunuyor.
Şanslı bir çocuktum, kendisi de çizgi romanları çok sevmiş bir babam ve amcam vardı.
İlkokuldayken bakkala adıma açılmış hesabın dışında iki veya üç çizgi kahramanı takip edebileceğim ayrı bir harçlığım vardı ki; bugünkü karşılığı herhalde haftalık 1020 liraya filan denk gelir.
Zagor şaşmazdı... Sonraları çok seveceğim Teks ile Mister No ve Kızılmaske ise opsiyonel. Zaten almadıklarımı da arkadaşlarımla değiş-tokuş veya “Sen bunu oku, ben bunu” yöntemiyle bakkalın önünde okuyordum.
Zembla, Mandrake, Kaptan Swing, Teksas, Tommiks, hafiften tırssam da Kinowa ve diğerleriyle böyle tanıştım. Korku, Killing, Vampirella vb için biraz zaman ve biraz kaçamak cesareti gerekiyordu açıkçası.
Geçen hafta umduğumdan uzun süren kaçamağın ardından evde biriken postayı ayıklarken çok uzun süredir ihmal ettiğim eski dostum Kızılmaske’yle karşılaştım.Zaman ve taşınmalar içinde büyük ölçüde dağılan çizgi romanlar arasında sadece iki farklı Kızılmaske edisyonu kaldı.
Biri yıllar önce rahmetli Oğuz Aral’ın hediye ettiği İngilizce tıpkıbasım albüm, diğeri de 1950’lerde yayımlanan renkli-siyah/beyaz iki fasiküllük Esrarlı Ada macerası.
Çocukluk yıllarımda Tay Yayınları’ndan okuduğum maceraları artık evin çekecek hali kalmayınca iyi bakacağına emin olduğum arkadaşlarıma, kardeşlerime aktarmıştım.
Aslında adını bilmiyorum ama “Ben bunları tanırım işleri yalan dolan” diyor bir yerinde türkünün, yani “Yalan Türkü” demek çok yalan/yanlış olmayacaktır.
Size bu bir fenalık yapayım, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği ve Beyaz TV’den canlı yayınlanan (Melih Abi?...) Ankara Festivali’nde söylediği “Yalan Türkü”den bölümler aktarayım:
*
“Bu soysuzların var ya her tarakta bezi var/ Taksim’in dört yanında komünistin izi var/ Bitmedi komünistlik, erkeği var kızı var/ Bunların çorbasında Siyonist’in tuzu var, gâvurların izi var”
“Camide göbek atan Allah’sız şerefsizler”